Anlamadan anlaşılır
kılınmak mı zor olan yoksa anlaşılmanın verdiği haz ile anlamaya çalışmak mı…
Anlam veremediğimiz her
ne ise sonsuz kere anlamsızlığın anlam bütünlüğünü korumak.
Belki de kaosun
getirisi yoksa kaybı mı demeli. Kaos diye adlandırılansa artık neyi muhteva
ediyorsa.
Anlam ve kavram
kargaşası belki de köşeye sıkıştıran. Köşemden seyrederken sığınmak belirsizliğe
belirsizliğin de uzağında ne varsa beni kendine çeken.
Anlamsızlığımda anlam
arıyorum yoksa anlam ifade etmeden mi ihlal ettiğim anlam olma kaygısıdır süre
gelen…
Kimin nezdinde nasıl
bir anlam ya da anlamsızlık taşıyorsam artık. Ben kendimde anlam olmadan nasıl dâhil
olurum anlam olmak adına.
Olsa da olmasa da ne
değişecek ki… Ait olmadığım bir güruh mu beni köşeye sıkıştıran yoksa telaş
içinde feryat figan izini sürmek mi duyguların. Hem de nicesi can çekişirken
anlamsız egoların gölgesinde.
Egosu olan bir tek ben
değilim demek ki. İnkâr da edemem zahir bir egom olmadığına dair. Ama gelin
görün ki zararsız bir ego benimki sadece ve sadece kendisiyle kavgalı.
Her geçen gün veri
kaybına uğrarken her yeni gün yeni terimler eklemekteyim lügatime. Üç beş
derken şimdi bayağı bir kalınlaştı ve içinde zikredilen kelimelerin anlamı ve
muhteviyatı sadece bende saklı.
Çiçek kelimesi bile
ayrı bir anlam taşımakta. Çiçeği çiçek yapan ne kokusu ne de görünümü. Sadece
ve sadece bendeki çağrışım çiçek adı zikredilirken. Zira her bir çiçeğin anlamı
farklı ve tüm çiçeklerin bir kişilik taşıdığı inancındayım.
Korunaklı dünyasına
kimseyi almama adına dikenle donatılmış bir gül ya da her daim acı ve nefret
saçan bir kaktüs.
Papatyanın anlamı ayrı
benim için zira çok sevdiğim bir yakınımın yüzünde bir tebessüm beliriyor ne
zaman ki elimde koca bir demet papatya ile gitsem. Sıkıntılı bir süreçten geçen
ve hareket imkânı olmayan biri zira. Bayağı da zaman geçti üzerinden ona çiçek
götürmeyeli.
Karanfilin anlamı ise
ayrı bir anlamlıdır özellikle çocukluğumdan bu yana.
Unutamadığım bir doğum günü
hediyesiydi babamın bana kucak dolusu karanfille geldiği o gün. Renk renk idi
her biri. O inanılmaz kokusu ile ayrı güzellik veriyordu. O günden beri aldığım
hiçbir karanfil aynı duyguyu yaşatmadı bende.
Okuldaki ilk arkadaşım
da yine anlam olmuştu bende. İlk sıra arkadaşım, ilk dostum. Sonra sınıfa nakil
gelen bir diğer öğrenci çaldı onu benden. İşte anlam bütünlüğümüzü yitirmiştik
o günden sonra.
Anlam yüklü sayısız
mefhum saklı her birimizde. Şimdilerde en çok kendi anlamsızlığımı çözme telaşı
içindeyim. Zira pek de anlam teşkil ettiğime inanmıyorum bende anlam teşkil
edenlerin nazarında. Peki, önemli mi? Olmaz mı. Bu denli sıktım sıyrılmışken
kendimden zaman zaman doğrusu hak vermiyor değilim anlam teşkil etmediğim
insanların nazarında.
Anlamsızlığın külfeti
ayrı. Daha da depreşiyor yalnızlık duygusu ve daha da can sıkıcı bir hal alıyor
bu kaosun çözülmezliği.
Şunu anladım ki süreç
içinde; mümkünatı olmayan her ne ise bir noktadan sonra ne yapsanız işe
yaramıyor. Zihniyetleri değiştirme imkânınız yok ki. Kim girse hayatınıza ya da
kim varsa yakınlarınızda önceden süre gelen kişilik yapısı aynı doğrultuda
seyrediyor.
İyi de ben niye bu
kadar uğraşmaktayım değişmek adına? Ya da değişme mecburiyetim var mı ki canhıraş
mücadele veriyorum. Afakî ve anlamsız bir mücadele kısaca uğruna savaş
verdiğim.
Zihinlerdeki yerleşik
profillere uyum sağlayamadım gitti. Herkes bir tarafımdan çekiştirmekte: Farklı
insanların farklı istekleri doğrultusunda kolaysa gir istedikleri kalıba.
Aslında ne yalan
söyleyeyim benim de mustarip olduğum pek çok huyum var ve bir o kadar sıkıcı.
İyi de ben bunları gidip de pazardan almadım ki. Yaşanmışlıklar ve
yaşanmamışlıklar neticesinde gelip yerleştiler benliğime.
Çevre, eğitim ve aile
yapısını da kattık mı işin içine mümkünse sıyrıl beğenmediğin karakteristik
özelliklerinden.
İyi bir evlat, iyi bir
dost, iyi bir kardeş ya da kim neyi nasıl isterse…
Herkes bir tarafımdan
çekiştirmekte. Kime ne diyebilirim ki. Çevreyi de kattık mı mozaiğin içine iyi
bir vatandaş olma dürtüsüyle bin parçaya bölünmemek olası mı?
Ya bana hiç sordular
mı…
-Derdin nedir, diye.
Ya da yargılamak yerine
hüsnüniyetle kim yaklaştı üç beş kişinin haricinde.
Soru sormaları bir yana
her kafadan çıkan ses ayrı sıkıcı. En kötüsü ise var iken yok addedilmek. En
can yakanı yanıtsız kalan sorularım, görmezden gelenler.
Bazen bir gölge ya da
hayalet olduğuma inanasım geliyor doğrusu. Sanırım biçilen role uyum
sağlayamadım. Rol de değil sayısız senaryo farklı kişilerin kaleme aldığı.
İyi de nereden
bileceğim ben kimin kafasından neyin geçtiğini. En kötü ihtimalle tahminde
bulunuyorum. Ya sessizlik ya da iç sesleri yargılayanların.
En kızdığım nokta ise
kendimi yeni yeni bulmuş olmam. İş güç, ömür, gündelik kaygılar derken meğer
nerelere hem de nerelere gizlenmişim. Hele ki bana ışık olanlara ayrı
minnettarım hem de nasıl.
Sevdiğim insanlara yansımayı
ve içimdekileri yansıtmayı inanılmaz isterdim. Kim bilir belki bir şekilde
anlam ifade ediyorumdur da bunu gidip de soramıyorum kimseye. Gerçi bunun olup
olmadığını anlamak o kadar da zor değil ama yine de net olmak adına tüm
uğraşım.
Varsın arada sırada üç
beş yanlış yapayım. Olsa olsa yanlışlar kalan doğruları de götürdü mü en kötü
ihtimalle sınır dışı ederler beni. Ya bugüne kadar yaptığım yanlışlara ne
demeli. Ama ne yalan söyleyim en çok zararı kendime vermişimdir bir ömür boyu.
Ve görünen o ki böyle devam edip gideceğim: Kendi iç sesim ve için için
haykıran o dilemma…