Gemilerden önce, savaş
davullarının sesleri geldi sahile.
Savaş kapıdaydı artık,
beklenen değildi ama kapıdaydı.
Ne toprak ne de özgürlük
arayışı değildi kılıçları çektiren,
Gemilerin yelkenlerini
şişirip fersahlarca sürükleyen,
Alev alev yanan bir yüreğin,
imkansıza bir çaresiz aşkıydı.
Ya sevdiğini alacaktı ya da
ordusuyla birlikte ölecekti.
Kılıcını bıraktığında onun elini
tutacaktı, inanıyordu.
Aşkının fısıltılarına,
kılıcının keskinliğine güveniyordu.
Ordular deniz kenarını kana
boyadılar, ölümle kapladılar,
Kim kazanıyor, kim
kaybediyor anlayamıyordu gökler.
Bir bağırtı yükseldi,
öldürdük kumandanı aşk bizimdir! diye.
Boşuna şişirmiş yelkenleri,
ölüme geçmiş bu denizleri,
Hayal görmüş, aşkı
büyülemiş, boyamış gözlerini, diye...
Artık kılıcı elinde değildi,
özlemle arzuladığı aşkının elleri de.
Senin için geldim, aşkın için
dedi ve bu oldu son sözleri.
Bir sessizlik hakim oldu tüm
yeryüzüne ve gökyüzüne,
Kalenin en yüksek yerinden
bir beyaz beden düştü yere.
Arkasından baka kaldı, aşkın
tutsağını tutsak edenler.
Güzeller güzeli de aşkıyla aynı yerdeydi
şimdi, kanlar içinde,
Ben yalnız seni sevdim dedi
ve bu oldu son sözleri.
İki âşık beden kanlar içinde
yatıyordu, savaş tükenmişti.
İki soğuk beden, bir yanmış aşk, kanlar içinde bir kılıç.
Sessizlik ve acı bir huzur,
yaşayanlar için tek kalan miras.
Ufka doğru gidenlerdi artık,
aşka doğru gideceklerin gözleri,
Ya böyle sevmeli dedi bir
sevgili, ya da adı aşk olmasın ne olur!