Issız sıradanlığımın
imgelerinde bir celse daha nihayetlendi. Düşlerimden tutuklu müebbete savrulan
bir yılgının nöbete durduğu salonun tam ortasında verdim selamımı. Karşılık
bulma gayreti gütmesem de savruk bir yadsımazlıkla öteledim düş sakinlerini.
Hiç bir rayice tekabül
etmeyen o ayrışmasız ve belirsiz ses sürekli çınlamakta kulaklarımda.
Yazgının, yaşamın ve
ölümün kesin çizgilerle belirlenmemiş ara duraklarında ne çok yolsuzluk
yapışmış iken yakama o sülükleri tek tek ayıklamak adına anılarla dolu ruhumu
ters yüz etme dürtüsü ve ikilemi süregelirken o kutsal arayışın güzergahı tek
minvalim.
İronik dalgalanmalar
radarın tekelinde, Tanrı uzaklardan sorgulama gayretiyle soğuk kanlı ve
bozmazken istifini. Duyguların ayracında nice fani varoluşun çağrısında buluştu
üstelik ortak bir paydada…
Kötülüğün şifresini
kodladı şeytan melekler saf tutarken başında masumiyetin.
Bulanık bilincin kayıp
loblarında nice bilinmez devir teslim töreninde savmak için sırasını…
Yeni donelere gebe
zaman nice kayıp verirken günbegün.
Yalnızlık kaderin
tuzağı.
Aşk fazlasıyla tutkulu,
marazi bir yanılsama kamaştırırken gözleri.
Özlem son başyapıt.
Yarınlar tutuklu.
Uyumsuz bir insanın
yazgısı.
Ruhsuz bir döngünün
mimarı iken vurdum duymaz sanılar.
İstanbul kadar yaralı
aşk.
Yazgının irdelenesi o
zorluğu aslında bir zorunluluk insan tabiatında nice metafor ile yaşamaya ve
yaşatmaya dair. Ölümün çağrısı iken kainatın anahtarı.
Yaşam ritmi soluksuz ve
aralıksız nüksetmekte şairin dizelerinde:
Aşk gibi, nefret gibi…
Asılsız ve kimliksiz
kahramanlar sevginin son damlasına kadar tutunmaya çalışırken hayata.
İnsan ilişkilerinin o
efsunlu çağrışımı ne yeknesak ne de koşullara riayet edesi. Herkesin herkesi
bir yerlere ya da bir dengeye çektiği bir ip üzerinde yürümek gibi belki de…