Onu ne zaman görsem elinde mutlaka okuyacağı bir kitabı ve yüzünde etrafa saçacağı bir gülümsemesi vardı.  Ondan uzakta onu izliyordum. İlkokuldan lise bitimine kadar aynı okulda dahası aynı sınıflarda okumuştuk.  O okulu seviyordu bense o /kulu. Onun derslere olan aşkına âşık olmuştum. O bunu hiç bilmiyordu. Ben onu gönlümün tahtına sultan etmiştim. Nereye gitse saygı görmesi bundandı. Bu hayattaki her şeyi tırnaklarıyla kazıyarak elde etmişti.  Bir tek aşkta torpilliydi. Beni ne zaman görse gülümserdi. Yüzündeki gülücük tanıdıktı. Nereye gitsem onu yanımda götürüyordum.  Ve bir türlü bozulmayan, asrısaadete uzanacak bu yolculukta bazen farklı şehirlerde bulurduk birbirimizi. Aynı şehirde aynı havayı soluduğumuz sokaklarda buluşurduk. Eski bağlardan kurtulamazdık. Ve bir şey oldu. Babasının tayini çıktığı için memleketinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Ben nereye gitsem onu özlüyordum. O memleketinden uzaklaştığı için üzgündü bense ondan. Tam on üç yıl boyunca içimde sakladım aşkımı. Ve benden başka kimse bilmiyordu onu sevdiğimi. O bile bundan habersizdi. Bunca yıl ona açılmamanın birçok sebebi vardı. En önemlisiyse, onun yanında kendimi hep eksik his etmemdi.  On üç yıl boyunca eksik yanlarımı bir yapboz misali doldurmuştum. Artık ona olan sevdamı söylemenin tam zamanıydı. Okulun yaz tatiline girdiği sıra da o İstanbul’a teyzesinin evine gitmişti.  Ve bende bir yolunu bulup İstanbul’a gitmek için planlar yapıyordum. Ve annem ‘’Yarın ilk uçakla İstanbul’a dayınlara gidiyoruz dedi. Günlerce plan kurup kafamı yorduğum tatil için bir kapı aralanmıştı bana. Ama uçağa binmedim. İlk kez binecek biri için fazla sakin davranmıştım. Tek bir nedeni vardı o da Meryem ile binebilmekti. Ben tüm ilklerimi onunla yaşamak istiyordum.  İlk kez sinemaya onunla gitmiştim. Şehir dışına onunla çıkmıştım. Ve pikniğe onunla gitmiştim. Uçağa binmek bencillik olurdu. O gece uyku girmedi gözlerime. Belki de beklediğime değecekti. Sonunda kavuşacaktım. Sabah çökmek üzereydi. Gece boyunca Meryem ile konuştum. Yarın her şey değişecekti. Ya istediğimiz gibi olacaktı ya da bir daha asla hiçbir şey eskisi gibi dahi olamayacaktı. Annemleri havaalanına bırakıp otobüs terminaline gittim. İstanbul’a gidene kadar camdan insanları izledim. Kimi neşe saçıyordu. Kimi de hüzün kokuyordu. Hepsine şahit olmuştum.  İstanbul’a vardığımda beni kuzenim karşıladı. İkinci gelişimdi İstanbul’a, Dayımların evi müstakildi. Küçük bir bahçesi ve içinde bir elma ağacı vardı. Onun gölgesinde sabahlamış dertleşmiştik kuzenimle. Eve giden yolda hep Meryem’i düşündüm. Gördüğüm her surette o vardı. Gördüğüm her çiçekçi levhasında onun adı yazılıydı sanki. Bineceğim her araba beni ona götürecekti sanki. Eve yaklaştıkça içimde adını koyamadığım bir heyecan vardı. Nihayet varmıştık. Hepsini tek tek selamlayıp odaya geçtim.  Telefonum çalmıştı. Meryem’di arayan sesinde mutluluğun hazzı vardı. Konuşma bittiğinde buluşacağımız yere kuzenimle gittik. Üzerime şık bir tişört ve kot pantolon aldım. Ve Meryem’in doğum günümde aldığı kol saati... Samandıra’dan Kadıköy’e geçtik. Kuzenim vedalaşıp gitti. Bende Meryem’i beklemeye koyuldum. Eminönü feribotu ile geldi, sahildeki çay bahçesinde bir çay eşliğinde mehtabı izledik bir süre. Kolumdaki saati fark edip gülümsemişti. O gün çok mahcup olmuştum. Bir Nisan’da doğduğum için, komedi gibiydi doğum günü hatıralarım. Bu da onlardan biriydi. O gün sınıfa gittiğimde kimse ilgilenmedi benimle. Hepsinde bir soğukluk vardı. istemeden onları kırmış olabilir miyim diye düşündüğümde hoca içeri girmişti. Herkes ayağa kalkmıştı. Hoca yerlerimize oturmamız için işaret edip İbrahim sen kalk ‘’herkes performans ödevini terslim etti sen niye vermiyorsun çık dışarı ve ben çağırmadan sakın gelme’’ dedi. O an utancımdan yerin dibine girdim.  Bahçeye çıktım ve kimsenin göremeyeceği bir gölgeliğe geçtim. Okul nöbetçisi beni çağırdığında hışımla gittim. Yeni bir azar işitemezdim. Kapıyı çaldığım gibi içeri girdim. Hep bir ağızdan ‘’ iyi ki doğdun İbrahim ‘’dediler. O an şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. ‘’Sizin de kutlu olsun’’ diyebildim. Mumları üfleyip, pastaları tabağa koyup yerleştirdikten sonra sıra hediyelere gelmişti. Herkes hediyeleri takdim ettikten sonra sıra Meryem’e gelmişti.  Oda hediyesini vermişti.  O günü hiç unutmadım ve hiç unutmayacağım. Daldığım hayalden Meryem’in sesiyle çıkmıştım. ‘’Yine neye daldın hayalbaz’ ’dedi.  Okulda doğum günüm için düzenlediğiniz şakayla karışık kutlama geldi aklıma dedim. O an ikimizde gülmüştük.  İstanbul bugün bir başka güzeldi. Meryem anlam katıyordu bu koca şehre. Lisenin bitimine son bir sene kalmıştı. Bu liseye dair son yazımız olacaktı. Ve benim artık Meryem’e açılmam gerekiyordu.  Çayı içmiştik. Hesabı ödedikten sonra Üsküdar’a geçmiştik. Kız kulesi gece bir başka güzeldi. Meryem’in gözleri ışıl ışıldı. Tam zamanıydı ona anlatmalıydım her şeyi. Ta en başından beri onu deliler gibi sevdiğimi. Meryem dedim. ‘’ Bugün çok güzel bir gündü. Böyle bir günü seninle geçirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Sana anlatacaklarımı lütfen sonuna kadar dinle ve sakın sözlerimi keseyim deme. Cesaretimi zor topladım’’ dedim. Meryem tamam dercesine başını sallasa da şaşkınlığını gizleyememişti. Ve ne diyeceğimi merak ediyordu. Hiç zaman kaybetmeden konuşmaya başladım.’’ Biz hep bir arada büyüdük farklı şehirlere düşse de yollarımız.  Ben on üç yıl boyunca hep seninle konuşabilmenin hayalini kurdum. Ben seni gördüğüm ilk andan beri deliler gibi seviyorum ’’dedim.  Ve hâkim karşısında yargılanan bir mahkûm gibi vereceği kararı beklemeye koyuldum. Yüzündeki şaşkınlık gitgide büyüyordu. Ve sonunda verdi cevabını ‘’Niye bu kadar bekledin ki teklif etmekte. Bende hep bu anı bekledim. Bir gün bana açılmanı, sakın sen niye açılmadın ki deme çünkü korktum. Bunca yıllık dostluk biterse diye. Ama sen benden daha cesur çıktın. Benim sevdamdan da büyük aşkın. Ama artık yanımdasın ya bu bana yeter’’ dedi.   O an heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Ve Meryem ilk kez orada bir buse kondurdu yanaklarıma. Artık el ele göz göze yürüyorduk.  Artık konuşma bitmesin diye saçmalamak yerine aşk cümleleriyle bitiriyorduk konuşmaları. Geceler daha güzel, sabahlar daha bir renkli geçmeye başlamıştı. Lise bittikten sonra,  O Ankara Hacettepe Üniversitesi çocuk gelişimi bölümünde okumaya başlamıştı. Bense lise biter bitmez Kpss sınavına girip memuriyeti seçmiştim. Bazı seçimlerimiz mecburiyettendi. Nitekim memuriyet de öyle olmuştu...

 

 

 

Konuşmalar hep yarım kalmaya başlamıştı. O eski sıcaklık yoktu artık. Sürekli tartışmalar bağırışlar, çağırışlar… Sonra öğrendim ki, evleniyormuş. Ondanmış tüm bu soğukluklar.  Evleneceğini duyduğumda nefesim kesildi adeta, onca yıl bekle tam açılmışken bir başkasıyla evlenmesine şahit ol. Ayrılığın ilk yıllında kimseyle konuşmak istemiyordum. Sonra farklı şehirlere seyahat ediyordum. Yeni yüzler görmek, yeni dostluklar kurmak için. Ve tabi Meryem’i unutmak için. Yine bir yolculuğa çıktığım sıralarda,  Bursa terminalinde mola vermişti hareket halindeki otobüsümüz. Bir şeyler yiyip içmek için boş bir masaya geçtim. Tam o sıra da Meryem’i gördüm. Bir adam ve bebekle yan masada oturuyordu. O da benim tarafıma döndüğünde göz göze gelmiştik. Gözlerimizi kaçırmıştık birbirimizden. Derken Meryem ile aynı masa da oturan adam kalkıp lavaboya kadar gitti. Meryem ağlamaya başlayan oğlunu susturmaya çalışıyordu ‘’Sus oğlum sus artık İbrahim’ ’diyordu. O an fark ettim ki çocuğuna benim ismimi vermiş.  Üzülsem mi yoksa sevinsem mi bilemedim. Bir yandan sevdiğim kadının da beni hala unutamadığı gerçeği, diğer yandan da o adam ve o adamdan olan İbrahim! Otobüs muavini anons etmişti. Kalkarken onların bulunduğu masanın önünden geçtim. Gizliden Meryem’e baktım ağlıyordu. Kendimi zor tuttum.  O artık bir başkasının olmuştu. Ama ya aklı? Aklı bendeydi. Bir insan aklıyla da aldatabiliyordu. O güne ve Meryem’e dair aklımda kalanların özeti gibiydi. Çocuğuna adımla seslenmesi. Derken bir gün bir mektup geçti elime Meryem’den. Alelacele okumaya koyuldum.

 

 

 

‘’Merhaba sevdam

 

İnan bin kere düşündüm bunu yazarken, acaba yazsam mı diye? Ama senin de bunu bilmene hakkın var. Ben ne seni aldattım ne de senden başkasına yar oldum. Ben bir tek senin oldum. Seninle otobüs terminalinde karşılaştığımızda yanımda duranı eşim ve o bebeği de çocuğum sandın. Ama hakikat öyle değil. O benim eniştemdi. İbrahim ise benim yeğenimdi. Onun ismini ben koydum. Ablamlarda sağ olsun beni kırmadılar. Şimdi diyeceksin ki o zaman neden ansızın çekip gittin ve hiçbir şey yokken terk ettin beni. Onun da bir cevabı var sevdam.  Kanserle mücadele ediyordum. Senin de üzülmeni istemedim. Bu yüzden ayrılık süsü verdim.  Tam bir yıl boyunca tedavi gördüm. Ve doktorlar artık umutsuz vakasın dediler.  Üç aylık bir ömrüm var. Şimdi sana haber vermesem üç ay sonra bir ömür isyan edecektin. Beni, affet seni seviyorum ‘’

 

Mektubu okurken gözyaşlarımı tutamadım. Meğer hala seviyormuş beni. Ve benden başka kimse olmamış hayatında. Ama ya o hastalık! Ah Allah’ım en sevinçli anda gelen üzüntüler insanı en çok yaralayan gerçeklerdir. İlk kez böylesine savunmasızım. Üfleseler sönecek güneşim. İlk işim adreslerini öğrenip Meryemlere gitmek oldu. Meryem beni gördüğüne sevinmişti.  Hasan amca ve makbule teyze de öyle. İçeri buyur ettiler. O gün heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Yemek yerken bile terler bir yağmur damlası gibi akıyordu tenimden.  Yemekte gözlerim hep Meryem’in olduğu yöne kayıyordu. Yüzünde büyük bir mutluluk vardı. Keyifliydi benim asık suratlı halimin aksine… Yemekten sonra Hasan amca ve makbule teyze uyumak için odalarına çekildiler. Yine biz bize kaldık. Okul günlerindeki gibi... Meryem ile balkona geçip yıldızları izledik bir müddet. Her yıldız kaydığında bir gözyaşı süzülüyordu gözlerimizden yanaklarımıza. Birbirimize sımsıkı sarıldık. İstila sonrası ganimet diye kaçırılmış esirler gibi…

 

 Sayılı günlerin hep uzun olduğunu ve hiç geçmek bilmediğini söylerdik hep. En çok da yaz tatiline girerken. Şimdiyse hiç geçmesin istiyoruz. Not defterime bir şeyler karalamanın tamda vaktiydi. İçeriden çantamdan çıkarıp getirdim. Ve daha elimdeyken Meryem hızlıca alıp kaçtı ne yaptıysam da vermedi. Onsuz geçen günlerde yazdığım şiirleri okudu. Gözleri doldu. Sonra yanıma yaklaştı ve sarıldı. ‘’Demek bu kadar çok seviyorsun beni ’’dedi. Bende üzüldüğümü belli etmemek için biraz da şakayla karışık ‘’ Hayır bu kadar çok sevmiyorum seni, bu kadarından da fazla seviyorum seni’’ dedim. İkimizde bir yandan gözyaşlarımızı silip diğer yandan da kahkaha atmaya başlamıştık. İlk kez böylesine mutluydum. O gece hayatımın en güzel gecesiydi. O günün sabahında yola çıkıp eve dönmüştüm.  Bir daha gelmek ve gelip de görebilmek umuduyla. O sabahtan sonra bir kez daha geldim Ankara’ya. Keşke hiç gelmeseydim dedim. Meryem bir kez daha terk etmişti beni. Hem de bu sefer hiç dönmemecesine. Onu beyazlar içinde görmekti hayalim. Oysa hayal ressamım beni yanlış anladı.

 

 

 

‘’Dön gel desem gelir misin? Beni affet sevdiğim bir affını iki etmem’’

( Bir Affını İki Etmem başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 11.06.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu