toparlamış
yolu düşünme zamanı gelmişti. Salimen bir varsaydım diye, geçti içimden. Hava
karamaya başladığında yavaşça kalkarak yola çıkmaya hazırlandığım sırada,
ileride çevirme var dediler. Benim gibi eksik evrakı olanlarda bekliyorlardı, onlarla
oturup sohbete başladık. Kafamdaki düşüncelerden biraz olsun kurtuldum sanırken
bizleri tanıyan şoförlerden biri birden bana dönerek:
---Hikmet,
Ustan nerede?
Böyle
bir soru beklemediğim için bir an şaşırdım., ne diyecektim? Doğru söylesem
olmazdı. Biraz düşündükten sonra:
---Ustam
Düzce yakınlarında çok rahatsızlandı, kuvvetli ishali vardı, çok tehlikeli
dediler. Bu yüzden on, on beş gün yatması gerekecekmiş. Bana sen git, gel dedi.
---Karşımdaki
arkadaş:
---Geçmiş
olsun, Dönünce Ustana selamımı ilet, belki bende Düzce’ye uğrar, geçmiş olsun
derim.
Vay
canına, adam ya uğrarda yalanım ortaya çıkarsa diye korktum. Ama ne olacaksa
olsun. Hele ben işimi tamamlayım diye düşündüm.
Bir müddet sonra çevirmenin bittiğini, yolun
müsait olduğunu söylediler. Benim gibi eksiği olanlar besmele çekerek yola çıkmaya
başladılar. Bende onların arkasında yoluma çıktım. Aheste bir şekilde yoluma
devam ediyor, her hangi bir zorlukla karşılamadığım için seviniyordum. Şarkı,
türkü söylüyor kendimi oyalamaya çalışıyordum. Derken hiç beklemediğim bir
yerde Polislerin yol kestiğini görünce; ‘’Aha şimdi hapı yuttun Hikmetim,
boşuna sevindin, şimdi ne yapacaksın bakalım?’’ diye söylenerek üstlerine doğru
gittim ve uyarılara uyarak yol kenarında durdum.
Gebze civarıydı ve ortalıkta benden başka kimsede
yoktu. ‘’Nerden çıktı bunlar, ne vardı durduracak, az bir yolum kalmıştı diye
mırıldana mırıldana yavaşça arabadan inerken eksiği olan diğer arabaların
buradan nasıl geçtiklerini
anlayamamıştım. Yaklaşıp selam verdim:
---Selamünaleyküm.,
iyi akşamlar.
---Aleykümselam,
evraklarını ver bakalım.
Dedi,
içlerinden biri.
Küçük çantayı yanıma almış olduğum için arabanın
ruhsatını, yüke ait evrakları verdim, incelediler. Biri bana dönerek:
---Ehliyet?
---Yok,
henüz almadım.
---Şoförün
nerde?
Düşündüm
en iyisi olanları anlatayım diye geçti içimden. Ya inanmasalar! Hem inansalar da
ehliyetsizlik büyük suçtu.
---Yok,
Dedim.
Evrakları alan memur cipte bulunan arkadaşının yanına gitti. Gecenin bu
vaktinde olduğum yerde kuzu kuzu beklemeye başladım. Bu arada ikinci bir Polis
arabası yanımıza gelerek durdu. Gelenler arabadan inip diğer Polislerin
yanına gittiler. Bir şeyler konuştular fakat konuşulanları duyamadım. Konuşma
uzun sürünce tedirgin olmuş halde bir ileri bir geri olduğum yerde dönüp durdum.
Polisler sürücüleri hiçbir zaman böyle bekletmezlerdi, bilmediğim bir şey mi vardı acaba? Evrakları
alan memur, cipten inerek yanıma geldi:
---Al
evrakını yoluna devam et.
Şaşırmış,
hayretler içinde kalmış, bu durumumu çok da belli etmemeye çalışarak evrakları
aldıktan sonra, teşekkür edip yola çıkarken, yanıma gelen memurun yüzündeki o
anlamlı ifadenin ne olabileceğini bir türlü çözemedim. Bana çok garip bakmış, ne yaptığını bilen biri gibi tebessüm etmişti.
Yoluma devam ederken yaşadığım garip
olaylara bir yenisinin daha eklenmesi beni oldukça tedirgin etmişti. Neler
oluyor, neler yaşıyordum? Şu an için, içinde bulunduğum karmaşık durumu uzun
uzun düşündüm, lakin bir türlü çözemedim. Hayatım bir anda nasılda değişmiş, bilmediğim
bir yöne doğru şekillenmeye başlamıştı. Olanların benimle ilgisi olmasa da, beni
bir şekilde etkiliyordu. Hadi hayırlısı diyerek yükümü boşaltacağım Harem’e
yakın ambarlara doğru ilerlemeye başladım.
Ambarlara geldiğim zaman sabah ezanı
okunuyordu. Bir aksilik olmadan son noktaya geldiğim için sevinçliydim. Başarmış,
Usta’mın isteğini yerine getirmiştim. İçim bir hayli rahat ve görevini yerine getirmenin
verdiği huzur ile arabayı yükün boşalacağı yere getirerek durdurdum. Yakınlarda
kamyoncular için devamlı açık sabahçı kahvehane ve lokantalar vardı. Aç
değildim, yinede güzel bir sabah çayı içince kendimi iyice toparlamıştım. Vakit
erken olduğundan çıkıp şöyle bir dolaşmak istedim, birkaç insanın yakındaki bir
camiye gittiğini gördüm.
Yaşadıklarımdan sonra içimden Camide namaz
kılmak geldi. Camiye gidenlerin arkalarından bende camiye vardım. Şadırvanda
güzel bir abdest aldıktan sonra içeri girdim. İçeride birkaç kişi vardı, ezan
okunmuş ama namaz vakti henüz gelmediği için İmam Kuran okuyordu. Oturdum, sessizce
dinlemeye başladım. İmamın güzel sesiyle okuduğu Kuran iliklerime kadar
rahatlamamı sağlamıştı. Aklımı tamamen güzel Kurana verip bir süre başka bir
şey düşünmedim. Vakit geldiğinde beş altı kişi ile beraber sabah namazını
kıldık. Namazla ve dinimle ilgili pek çok bilgiyi, okuldan, Ustamdan, köyümüzün
İmamından öğrenmiştim. Bu konuda bana yetecek bilgiye sahiptim. Namaz sonunda
Allah’a bolca dua ettim. Yaşadıklarımdan sonra dua etmek ve camide namaz kılmak
bana iyi gelmiş huzur içinde dışarı çıktım.
Hava aydınlanmak üzereydi, acıktığımı hissedince
ve lokantaya yöneldim, içeri girerek bir masaya oturdum. Yemeğimi beklerken
ilerde bir masada oturan birilerinin ara sıra beni izlediğini fark ettim ama
tesadüftür diyerek gelen çorbamı içmeye başladım. Dikkat ettim, karşıdakiler
bana bakıyorlardı, canım sıkıldı. Kamyoncuya benzemedikleri belliydi, yanlarına
gidip niye baktıklarının nedenini sorardım, hatta ikisinin de hakkından da
gelirdim, lakin kısa sürede çok olay yaşadığım için başıma bela gelmesini
istemiyordum. Yemekten sonra dışarı çıkıp uzaklaştım.
Zamanı gelince ambarlar açıldı, yükü
boşaltmaya başladım. Orda da Ustamı sorduklarında aynı yalanı uydurmak zorunda
kaldım. İnanıp inanmadıklarını bilmiyorum. Yük boşalınca evrak işlerini
tamamlayıp, bir miktarda para alarak işimi bitirmiştim.
Artık dönme zamanı geldi Hikmet diyerek Arabayı
çalıştırdım, ambar bölgesinden henüz çıkmıştım ki birden arabamın önü bir taksi
tarafından kesildi. Ne olduğunu anlamadan arabadan iki kişi çıkarak bana doğru
geldiler ve arabadan inmemi istediler. Kaçmayı düşündüm fakat altlarında taksi
vardı, beni kolayca yakalarlardı, hem niyetlerinin ne olduğunu henüz
bilmediğimden kaçmaktan vazgeçtim. Arabayı müsait bir bölgeye çekince aşağı
indim, kapıları kilitledim. Ne olur olmaz diye para ve diğer evrakı koltuk altına
sakladım. Adamlar yanıma gelerek bana Ustamı sorunca bende yine aynı yalanı
anlattım. Daha bana inanıp inanmadıklarını bile anlamadan, biri yanıma yaklaşarak
sırtıma bir silah dayadı, dediklerini yapmasam beni öldürebileceklerini
söyleyince ne olduğunu bile anlamadığım bir belanın daha içine düştüğümü
hissedince korktum. Beni taksiye bildirip bir müddet yol aldıktan sonra daha
sakin bir yere gelince durdular.
---Ne
yapıyorsunuz, benden ne istiyorsunuz?
Dedim.
---Ustan
neden gelmedi?
---Hasta.
---Doğru
söyle lan?
İş
ciddiydi ve şaka tarafı yoktu. Adamlardan birisi elinde sivri bir bıçağı
boğazıma dayamıştı bile.
---Tamam,
her şeyi anlatacağım. Az geri çekilin.
Biraz
aralanınca rahat bir nefes aldım, ama çok şaşkındım. Başıma bunca iş ardı ardına
neden geliyordu? Sabahleyin beladan kaçmak için lokantadaki adamlardan
çekinirken yine başım belaya giriyordu. Ama hala nedenini anlamadığım bu durum
karşısında bunalmış, terlemiş, sinirlerim gerilmiş, yine aynı titremeler
başlamıştı.
---Ustamı
polisler yakaladı, esrar bulundurmaktan.
---Ne!
Yakalandı mı?
---Ne
zaman?
---Dört
gün önce.
---Şimdi
nerede?
---Son
olarak Düzce’de mahkeme olduk.
---Seni
niye bıraktılar?
---Benim
bu işle ilgim yoktu. Ustamda öyle söyleyince bıraktılar.
---Ne
yani seni böylece saldılar mı?
---Evet.
Anlattıklarıma
adamlar çok şaşırdı. Hem ustamın yakalanmasına hem de benim bırakılmama kızıp
durdular. Dışarı çıkıp kendi bir süre kendi aralarında konuştular. Hallerinden
hiç de hoş olmayacağım konuşmalar
yaptıkları açıkça belliydi. İçlerinden biri içeri girerek:
---Patrona
gideceğiz, birde olanları ona anlat bakalım.
---Anlattım
ya size beni neden bırakmıyorsunuz? Olanları gidin siz anlatın.
---Kes
lan sesini, ne yapacağımıza sen mi karar vereceksin?
Görünüşe
göre bunlardan kurtuluşum yoktu. Kaderimize razı olmaktan başka ne yapabilirdim
ki. Adamlar hem silahlı hem de laftan anlamayan cinstendiler. Polislerden
kurtulmanın sevincini yaşayamadan yine bir belanın içine düşmüştüm, bakalım
bunlardan nasıl kurtulacaktım? Kimdi bu adamlar diye düşünürken aklıma ustamın
mahkemede adını vermediği esrarı alacak olanlar takılmıştı. Ustam gelmeyince, beni
bularak nedenini öğrenmek istemişlerdi her halde. İyide ne olduğunu anlattım. Peki,
neden beni bırakmadılar, benimle ne işleri olabilirdi? Korkmanın yanı sıra
birkaç gün içinde yaşadıklarım zaten beni hayli yıpratmış, şimdi birde başka
bir belaya bulaşmak sinirlerimi yormuş, sağlıklı düşünemez olmuştum. Zaten
olayları tam olarak anlayacak yaşta da değildim.
Araba ile yarım saate yakın yol alarak
İstanbul’un Beykoz taraflarında orman içinde güzel bir eve geldik. Etraf bol
yeşillik, evin çevresi de yüksek ağaçlarla çevrilmiş haldeydi, bu yüzden evin yanına
gelmeyince görülmesi zordu. Evin dışında çimenlerle kaplı güzel bir bahçe, çimler
arasında güller açmış, kuş sesleri ortalığı inletiyordu. Mis gibi bir havayı
soludum içime, burası ne güzel kokuyordu. Ev iki katlı taş bir binaydı ve çok
gösterişli yapılmış olduğundan insanın durup bakası geliyordu. Fakat benim
sıkıntım, korkum bana yetmiş bu güzellikleri seyredecek durumum da çok yoktu.
Adamlardan biri:
---Hadi
bakalım birde patron dinlesin seni.
Hiç
konuşmadım, ite kaka beni içeriye soktular. Girişte büyük bir salon ve her
tarafında değerli eşyalar bulunuyordu. Bizim geldiğimizi gören evdeki bir adam
koşarak merdivenleri çıktı. Ben de adamların arasında ayakta durmuş, öylece
etrafı seyrediyorum. Gerçekten çok güzel, yaşamaya değer bir evdi. Her şey
yerli yerinde tertemiz, cam eşyalar pırıl pırıl parlıyor, ben bunların çoğunu
ilk defa görüyordum. Hele merdivenlerdeki ağaç işlemeler! Kim bilir ne çok
emekleri vardı yapan ustaların? Merdivenler ve yerdeki döşeme halılarla kaplı, halılar
güzel nakışlarla süslüydü. Buranın sahibi çok zengin olmalı diye düşünürken, yukarı
çıkan adam aşağı geldi ve yanımdakilere dönerek;
---Patron
yeni kalktı, birazdan gelecek,
Dedi.
Bende merak içinde olacakları bekliyordum. Ustam yakalanmış, esrara el
konulmuştu. O halde beni dinleyip bırakırlar diye pek endişeli olmasam da
yinede korkuyordum. Adamın birinde silah, diğerinde bıçak vardı. Ayakta bekleme
faslı bir hayli uzun olunca yorulmuş, buna rağmen oturalım da diyememiştim. Aksi
gibi gece boyu yol gelmiş hem de uykusuzdum. Ah be şuradan bir gitseydim
derken, merdivenlerin başında temiz giyimli, orta yaşlı bir adam belirdi. Beni
önce bir süzdü, sonra yavaş yavaş aşağıya doğru inmeye başladı. Yanımdakilere:
---Kim
bu çocuk?
---Malı
taşıyan şoförün muavini.
Demek
beni önceden de tanıyorlarmış.
---Ne
işi var burada?
---Şoförü
gelmedi, sorduk önce demek istemedi. Sonra, Düzce’de polis tarafından
yakalandığını anlattı. Mal ele geçmiş, birde sen dinle Patron.
Adam bana anlamlı anlamsız bakarak yanıma
yaklaştı. Birden eliyle çenemi tutarak yukarı kaldırdı. Çenemi kocaman
elleriyle sıkarken canım çok yandığı halde sesimi çıkarmadan sinirli bir halde
ona bakıyorum.
---Seni
niye bıraktılar bakalım?
---Benim
bir suçum yok hem ben bu işlere karışmam. Ustamda mahkemede benim suçumun
olmadığını söyleyince Hâkim bıraktı.
---Senin
haberin yok mu?
---Neyden?
---Canımı
sıkma ulan, kaç senedir ustanın yanındasın hiç mi görmedin ne yaptığını?
---Hayır.
---Anlaşıldı
konuşmayacak bu piçi alın arkaya kapatın.
---Benim
bir şeyden haberim yok, polislerde beni çok sıkıştırdı. Ustamın ne yaptığı beni
hiç ilgilendirmezdi, bırakın beni…
Diye
bağırdım. Yüksek sesle bağırmam, iyi bir tokat yemekten kurtaramadı. Yanağım
öyle sızladı ki, hayatımda böyle şamar yememiştim. Canımın acısıyla:
---Allah
belanızı versin, ne istiyorsunuz benden?
Diye
tekrar bağırırken iki adam hemen yanıma yaklaştı kollarımdan tutup evden
çıkararak arka tarafa götürdüler. Burada tek katlı küçük bir ev gördüm. Oraya
doğru gittik, kapıyı açtılar hep beraber içine girdik. Evin orta kısmı boş, kenarlarında
kullanılmayan malzemeler, bahçe araçları vardı. Beni bir sandalyeye oturturken,
biri ellerimi bulduğu iple bağladı. Canım acıyor, yüzüm hala yanıyordu. Artık
ne yapmam gerektiğini bilemeden, sadece seyrediyor nasıl kurtulacağım diye
düşünüyordum. Aklıma yalvarmak gelse de vazgeçtim, çünkü bu insanların bana
acıyacaklarını sanmıyordum.
Ne istiyorlardı acaba? Suçumun olmadığını, ustamın
ne yaptığını bilmediğimi söyledim. Hala niye anlamak istemiyorlar? Beni iyice
bağlandıktan sonra tek başıma bırakıp dışarı çıktılar. Az sonra dehşet suratlı
biri, elinde bir sopa ve kısa iple içeri girdi. İçimden, ‘’şimdi yandın oğlum Hikmet,
bu genç yaşında öleceksin ölmeye de bari çok acı çektirmeseler sana’’ diye
mırıldanıyordum. Korku ve heyecanım iyice arttığından titreme nöbetlerim
başlamıştı.
---Korkma
daha bir şey yapmadım, biraz sonra titrersin,
Derken
çirkin bir şekilde gülüyordu.
Bu
sırada beni buraya getirenlerden biri içeri girdi ve bana dönerek:
---Bak
evlat canının yanmasını istiyorsan bana doğruları anlat. Mal ve ustan nerede?
---Dedim
ya yakalandı.
---Madem
yakalandı sen burada ne arıyorsun?
---Mahkemede
Hâkim suçsuz olduğumu anlayınca beni bıraktı.
---Oğlum
sen bu martavalı kime anlatıyon, bizi aptal sanma!
---Abi
gözünü seveyim, vallahide billahi de aynen anlattığım gibi.
Adam
biraz düşündü gezindi, birden bana doğru eğilerek:
---Maden
ustan yakalandı, sen bırakıldın, yoksa Ustanı sen mi ispiyonladın?
---İnanın
ben Ustamın ne yaptığını, ne taşıdığını hiç görmedim ki onu ispiyon edeyim.
Suratıma
okkalı bir yumruk geldi.
---O…..pu
çocuğu seni.