GÖKKUŞAĞI
Roman
KISIM II
İhanet
Düşünceli fakat sakin, acele etmediğim bir
yolculuktan sonra Turhal’a geldim. Asıl sıkıntı şimdi başlayacaktı. Ustamın
evine varınca olanları nasıl anlatacağım diye endişeleniyorum. Merakla ve
sabırla dönüşümüzü bekleyen bu güzel insanlara böyle kötü haberi vermek kolay
olmayacaktı ama bu iş benim görevimdi ve yerine getirmeliydim. Şehirde hiçbir
yere uğramadan doğruca evlerine doğru yol alırken
şimdiden
terlemeye başlamıştım bile. Evlerinin önü araba koymak için müsaitti ve
Ustam'da arabayı her zaman oraya bırakırdı. Arabayı güzelce park ettikten sonra
içindeki eşyaları alarak aşağı inip arabanın kapılarını kapattım. Evin bahçe
kapısını açtığım vakit öğlen sonu, hava bulutlu ve büyüklerimin dediği gibi
sıkıntılıydı. Yağmur henüz yağmamış yağmak üzere olabilirdi. Çocukluğumdan beri
böyle sıkıntılı havalardan nefret ederim, nedenini de bilmiyorum ama annemin
öldüğü günde böyle bir hava olduğunu anlatırlardı, belki de ondandır.
Bahçe kapısından içeriye girdiğimi gören
küçük kız koşarak yanıma gelirken:
---Anne!
Anne! Babamlar geldi, koş koş…
Eğildim
onu yanaklarından öptüm, elimdekilerden bir kaçını verdim. Oldum olası Ustamın
çocuklarını kardeşim gibi severdim. Çocuklar bir başkaydı, ne kötülük bilirler
nede darılma, hemen gönülleri alınırdı. Hele küçük bir hediye verirsen daha
başka oluyor, sevgiyle sana yaklaşıyorlardı. Ustamın eşi kapıda göründü.
---Hikmet
hoş geldiniz oğlum, hani Cemal Amcan?
Kadına
dönüp öylece bakakaldım. Belli ki kocasını çok özlediği için ilk sözü nerde
diye sormuştu. Yoksa bir şeyler mi hissetmişti, bunları düşünürken, ben olduğum
yerde kalakaldım. Cevap alamayan kadın tekrar:
---Hikmet
oğlum, sana dedim duymadın mı, nerede
Amcan?
Evin
kapısına yaklaşırken kısık bir sesle,
---Yenge
içeri gelin içeride konuşalım.
Kadın
bir şeylerin olduğunu anlamış olmalı ki, telaşla:
---Hadi
çocuklar içeri girin.
Hep
birlikte eve girince ben salondaki divana oturdum. Zavallı kadın bir şeyden
haberi yoktu ve benim anlatmamı merakla bekliyordu.
---Cemal
çarşıda mı kaldı oğlum?
---Hayır
yenge, Düzce’de kaldı.
Böyle
pat diye ağzımdan çıkan bu kelime ile şaşıran kadın:
---Ne
Düzce’si oğlum?
---Ustam
orada kaldı yenge.
Kadın
bu sözlerime bir anlam verememiş olmalı ki, heyecanlanarak bir sandalye aldı
karşıma oturdu. Zaten dışarıda da bir hayli uzun kaldığımızdan oldukça
meraklandıkları hallerinden belliydi. Kızlarda yanıma oturmuşlar ne
söyleyeceğim diye bana bakıyorlardı. Nereden başlayıp anlatmalıyım, Allah’ım ne
zor iş bu. Şu an anlatacaklarımdan sonra onların nasıl üzüleceklerini biliyor,
sıkıntıdan terliyorum. Neden ben? Of ne zor işmiş kötü bir haberi
söylemek. İyide onları üzmeden nasıl
haber verilir ki, gençlik, cahillik bu ya nasıl başlayacağımı bile bilemiyorum.
---Yenge
sakin olun, Ustam iyi fakat anlatacaklarım sizi üzecek, yinede size anlatmak
zorundayım, beni affedin.
Kadıncağız
olanları anlamaya çalışarak:
---Oğlum
kaza desem araba geldi, başka ne olabilir?
---Yenge
hele sakin ol, bu senin bildiğin bir şey değil, benim bile aklım almadı zaten.
---E
hadi anlat o zaman.
Mutlaka
anlatacağım da neresinden başlasam ki diye düşünüp durdum bir süre. En iyisi
olanları başından itibaren tamamı ile anlatmalıydım, öyle yaptım. Fakat Mine’yi
atladım. Çünkü o benimle ilgili olduğu için bilmesine gerek yoktu. Ben
anlattıkça yüzü renkten renge giriyordu.
---Deme
oğlum?
---Vay
canına:
---E
sonra?
---Cemal
ha! Bunu da yaptı ha!
---Vay
geberesice! Başımıza bunlarda mı gelecekti.
Çocuklarda
şaşkınlıkla anlattıklarımı dinliyor, büyük kız olan biteni anlıyor, fakat küçük
kız ikide bir:
---Anne
babam gelmeyecek mi?
Diye
söylenip duruyordu. Şaşkın ve kızgın olan yengem bir süre sonra ağlamaya
başlamıştı. Kolay değildi tabii, kocasını ya uzun zaman sonra görecek, beklide
hiç göremeyecekti. Kızlarda anneleri ile ağlamaya başlamışlardı. Ne yalan söyleyeyim
bende için için ağlıyordum. Gözlerim dolmuş halde sözümü bitirmeye çalışıyorum.
Sesim titrerken hapishanede ustamdan ayrılışımı, onun o mahzun halini
anlatırken ev ağlama sesi ile dolmuştu. Yengemin ağlamasında kızgınlık, nefret
ve sevgi vardı, lakin hepsi birbirine karışıyordu. Onun ruh halini anlamak,
benim gibi genç olan biri için oldukça zordu. Fakat yinede bir şeyler
seziyordum. Anlaşılan kadın kocasına bir hayli kızıyor, çok da seviyor ama
ihanete uğramanın ıstırabını derinde yaşıyordu. Öyle ya! Buda bir çeşit ihanet
olmalıydı. Anlatacaklarımı tamamladığım sıralarda Yengemin ağlaması daha sesli
ve içli bir hal aldı. Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkına henüz
varmamıştım ki, birden içeriye Cemal Amcamın Babası giriverdi. Yanlarında büyük
anne, kızların dayısı da bulunuyordu.
Büyük kızda onlarla birlikte içeriye geldiğine göre hızla evden çıkıp haber
vermiş olmalıydı. Dede gür bir sesle ve heyecanla:
---Anlat
bakalım evlat, neler oluyor, nedir başınıza gelenler? Çok sıkılmış olmama
rağmen aynı hikâyeyi bu kez onlara anlatacaktım, bir su istedim.
---Amca
oturun hele telaş etmeyin anlatacağım, olan oldu zaten. Ben anlattıktan sonra
siz ne yapacağınıza bakın.
Karşıma
oturdukları an yaşadıklarımızı en baştan bir daha anlattım, onlar ilgi ve merakla,
birazda şaşkınlıkla dinlediler. Arada bir soru sordular, cevap verdim,
anlatmaya devam ettim. İyice terlemiş, sıcak havanın etkisiyle sırılsıklam
olmuştum. Fakat bu sefer içimde hüzün yoktu, çünkü ikinci kere anlatıyordum.
Ustamın kayın babası güngörmüş biriydi. Çok telaş etmeden eliyle sakalını
sıvazlayarak anlattıklarımı dinliyor, Ustamın kaynanası ise ağlıyordu. Belki
kızı için, beklide Ustam içindi, o an bunu bilemezdim. Anlatacaklarımı
tamamlayıp zor bir görevi yerine getirince, içimde tarif edemediğim bir huzur
doldu. Karşımda telaşla ağlayan, sızlayan insanlar arasında, Kayın peder
sakindi. Belli ki olanlar olmuş şimdi ne yapılması gerektiğini düşünüyordu. Bir
müddet ayakta dolaşıp durdu ardından bana dönerek:
---Oğlum,
Cemal Amcan sana ne yapmamız gerektiğini söyledi mi?
---Evet
amca. Hala mahkeme devam etmekte, mahkemenin daha sonrasının Bolu’da olma
ihtimali olduğundan kendisini de Bolu cezaevine gönderebilirlermiş. Bir avukat
tutarsanız iyi olacağını ve bu konuda kararın size ait olduğunu söyledi. Zaten
kendi de çok üzgün. Adamcağız nasıl bir pisliğe bulaştığını anladı ama
kurtulamadı. Ona yardım edin, bunu sizden bekliyor.
Bir müddet daha oturdum, Ustamdan kalan
parayı teslim edip bazı eşya ve evrakı bıraktım. İşim bittiği için burada kalmanın
bir anlamı olmadığına kara verdim. Ayağa kalkınca yengem atıldı:
---Gidiyor
musun oğlum?
---Evet
yenge, bende çok yoruldum eve gidip biraz dinleneceğim, kalın sağlıcakla, Allah
yardımcınız olsun. Her yolum düştüğünde size ve Ustama uğrayacağım. Siz ne
yapacağınızı düşünün.
Büyüklerin ellerinden öperken bu insanlarla
olan ilişkimin bittiğini, kendime yeni bir dünya kuracağımı anlamış olarak
herkesle ve kızlarla vedalaştım.
Akşam yaklaştığı için köyümüze giden
arabaların kalktığı kahveye doğru hızla yol alarak, son giden arabalara
yetişmek istiyordum. Üzerimden ağır bir yük kalkmış gibi kendimi hafiflemiş
hissettim. Geriye dönüp uzaklara, ta uzaklara baktım, dağlar belli belirsiz
görünüyordu. Mine, o dağların ardında bir yerde beni bekliyordu. Mine aklıma
gelince onunla yaşadığım anların sıcaklığını hissettim. Hayatımda bu güne kadar
beni böyle sevgi dolu kucaklayan olmamıştı. Onun sıcaklığını her an hissediyor,
bana tattırdığı hazzı yeniden yaşıyordum.
Son arabaya yetişmiş, baba evine dönüyorum.
Buradan ayrılalı üç ay kadar olmasına rağmen evdekilerin beni aradıkları, merak
ettikleri yoktu. Ama benim için yinede baba eviydi ve döneceğim son yer
orasıydı.
Arabada iki tane çocukluk arkadaşımı
görünce bana hoş geldin diyerek sohbete başladık. Onlarla konuşurken benim
farklı ve olgun bir adam gibi konuştuğum, arabadaki yaşlı bir köylümüzün
dikkatini çekmiş olmalı, bana dönerek,
---Hikmet
oğlum sen çabuk akıllanmışsın, iyi laflar ediyorsun.
Biraz
şaşırır gibi oldum, yaşadığım olayların etkisi ile bu kısa sürede gerçekten çok
değişmiş, hayatın acımasız gerçekleri ile yüz yüze gelmiştim. Demek ki hayatı
yaşamadan anlamak kolay olmuyordu. Öyle ya! Nereden bileceklerdi Hikmet bu kısa
zamanda neler yaşadı.
Hava kararırken köyümüze vardığımız zaman,
arkadaşlar kahvehanede oturup bir çay içelim diye ısrar edince onları
kıramadım. Kahvehaneye giderek orada bir müddet sohbet ettik. Bu sefer çok geç
kaldığımı ve nedenini sordular, yaşadıklarımı anlatmak istemedim. Hani insanlar
bazen yaşadıkları basit olayları büyüterek, böbürlenerek anlatırlardı ya! Ben
böylesi hikâyeleri dinlemeyi sevmezdim. Şimdi olanları burada anlatmak bana hem
zamansız, hem de yanlış gelmişti. İş çoktu diyerek geçiştirdim. Ancak pek
durgun ve düşünceli oluşum gözlerinden de kaçmamıştı. Beni iyi tanıyan bir
arkadaşım,
---Sende
bir şeyler var Hikmet, çok değişmişsin nedenini bilemem ama seni çok etkilemiş.
Yoksa insan üç, dört ayda bu kadar değişmez.
Ne
diyeyim, düşüncesinde haklıydı ama dedim ya şu an anlatmayı uygun bulmadım, çok
ta yorulmuştum. Bir an önce eve gitmek, şöyle yıkanıp dinlenmek istiyordum.
Sonra görüşmek üzere vedalaşarak çantamı aldım ve eve yöneldim.
Evim, annemle yaşadığım, onu kaybettiğim
yer. Ev bizimdi, ama artık bana yabancı gibiydi. Uzun zamandan beri dışarıda
kaldığım için eve olan eski sevgimde kalmamıştı. İkinci bir annenin olması,
babamın ilgisizliği, benim buralardan iyice uzaklaşmama neden olmuştu. Evde iki
tane kardeşim daha vardı, bir araya gelince oynaşıp şakalaşıyor, birbirimizi
seviyorduk ama büyüklerin bana karşı isteksizliği kardeşlerimle aramda mesafe
olmasına neden olmuştu.
Evin ışıkları yanıyordu, yaklaşıp kapıyı
çaldım, içeriden babam çıkarak kapıyı açmıştı.
---İyi
akşamlar Baba;
---O!
Hoş geldin Hikmet, uzun zaman oldu, hele gel bakalım.
Babam
bana oğlum diye hitap etmezdi, ne vardı oğlum deseydi, belki daha içten ve
samimi olurdu. Çok mu zor geliyordu bana oğlum demek. İçeri geçtim, sıra ile
büyüklerin ellerinden öptüm. Herkes evdeydi ve yeni yemekten kalktıkları
belliydi. Yüksek divana otururken kardeşlerim sevinçle birbirlerine:
---Abi
gelmiş, bak Abi.
Kucağıma
alıp onları bir güzel sevdim hoşlarına gitmişti. Sevilmek kimin hoşuna gitmezdi
ki?
---
Aç mısın Hikmet? .
---Doğrusu
açım Songül anne, evde yerim diye dışarıda bir yerde yemedim.
Babamın
evlenmesinden sonra üvey anneme her zaman Songül anne derdim. Anne diyemedim,
oda yadırgamadı. Sakin bir kadındı. Yemek konusunda beni ayrı tutmadığı için
onu severdim. Dayakta atmazdı ama aramızda her zaman bir mesafe dururdu.
İçinden gelerek beni sevmediğini biliyordum, çocukluk yıllarımda beni
hırpalamadığı için buna da şükür diyordum.
Eve bu kez gelişimde konuşmalarım ve
tavırlarım büyüklerinde dikkatini çekmiş olmalı ki, Songül annemin hazırladığı
yemeği iştahla ama efendice yerken merakla bana bakıyorlardı. Sağdan soldan
konuşurken bir ara Dedemin beni dikkatle süzdüğünü fark ettim. Çok anlamlı
bakıyor, sanki beni ilk defa görüyor gibi bakışları etkiliydi. Yemeğimi sohbet
ederken bitirmiş, çayımızı içiyorduk. Dedem dayanamamış olmalı biraz daha
yakınıma gelerek:
---Hikmet,
anlat bakalım neler oldu bu gidişinizde, Sende bir gariplik var? Önemli bir
şeyler olmuş gibi, seni bu kadar kısa zamanda bu kadar etkilediğine göre.
Bendeki
değişim nasıl olmuş, nasıl değişmişim, ben bile tam olarak farkında değildim.
Ne var sanki aradan üç ay ya geçti ya geçecek. Bu kısa zamanda yaşadıklarım
beni nasıl etkiledi de insanlar bunun farkına vardılar acaba. Daha mı büyüdüm,
yoksa daha güzel ve anlamlı mı konuşuyorum, ya da hareketlerimde benim fark
edemediğim bir değişme mi var? Aslında yaşadığım bu sıkıntıların bana en büyük
katkısı kendime olan güvenimi kazanmamdı. Eskiden insanlardan kaçan,
kalabalıklara girmeyen biriydim. Belki evdeki ilgisizlikten, öğretmenimin beni
sürekli azarlamasından, yalnızlığı sevmemden olabilirdi. Fakat yaşadığım
olaylarda şunu gördüm: Amir Bey, Doktor Bey ve diğerleri bizim gibi insandı ve
onlarında hataları olabiliyordu. Ben çocuk olarak yaptığım yaramazlıklardan ne
çok çekmiştim, ama çocuktum nihayetinde. Sonra bu insanların bana gösterdikleri
büyük adam muamelesi beni hayli etkilemişti. Ayrıca Mine ile yaşadıklarım…Ah!
Mine diye geçti içimden, yanında olmayı ne kadarda özlemişim. Dedeme dönerek:
---Hayırdır
dede, beni yenimi tanıyorsun neyim değişmiş ki?
Böyle
bir cevap bile kendine güvenin bir belirtisiydi. Dedem bu cevaba hayli şaşırdı.
Koca tilki yaşamış görmüş adamdı, bir şeyler anlamış olmalıydı.
---Sen,
seni bana anlatma bakalım, neler oldu
bir hal var sende.
Dedem
oldum olası beni sevmiyordu, bunun nedeni annem olmalıydı. Beni bir kere
kucağına alıp sevmemişti. Üvey annemi bile ondan çok severdim. Hiç olmazsa bana
güzel yemek yedirirdi. Belki babam üvey annemin böyle davranmasını istiyordu,
ama içinden gelmese illaki tam yapmazdı. İyide Dedemin bana ilgisi şimdi niye
artmıştı. Yoksa beni adam olmaz, işe yaramaz biri olarak mı görmek istiyordu.
Şimdi efendice oturup güzel laflar edince mi beni fark etti. Yaşadığım bu
sıkıntılı olayların bana kazandırdığı kendime güveni fark mı etmişti. Babam
bile dedeme karşı hiç böyle cevap vermemişti.
---Evet
Dede, bu gidişimizde çok önemli olaylar oldu, aklınıza gelmeyecek kadar önemli.
İyice
meraklandıkları belliydi, hepsi pür dikkat ağzımdan çıkacak sözleri bekliyordu.
Ne olabilirdi ki anlatacaklarım, ah! Şu merak yok mu? Songül annem birden:
---Hikmet,
bende meraklandım, şu oğlanları yatırıp geleyim de öyle anlatmaya başla.
Tamam
dedim ve üzerimdeki ceketi çıkarıp kendi odama yöneldim. Benden başkası
kullanmazdı odamı. İçeri girip ceketi asıp yatağıma uzandım. Mine aklımda,
bakışı karşımda öylece durmuş beni çağırıyordu. Daha şimdiden onu çok
özlemiştim. İçeriden:
---Hikmet
geldim ben.
Songül
anne de bayağı meraklanmış olmalıydı. Hâlbuki bu zamana kadar hiçte benimle
böyle ilgilenmezlerdi, kalkıp yanlarına gittim.
---Şimdi
sıkı durun bakalım size neler anlatacağım?
Anlatacaklarım buradaki insanlarla ilgili
olmadığı için rahat bir şekilde anlatmaya başladım. Polisin bizi alması,
karakolda yaşadıklarım, sonrasında mahkemeler. Ardından İstanbul’a gidişim,
orada yaşadıklarım, hastane günlerim, sonra dönüşüm. Ustamın başına gelenler,
hapishane de buluşmamız, ardından olanları ailesine nakletmem orada yaşananları
abartmadan anlatmam hayli uzun sürmüş, neredeyse gece yarısı olmuştu.