---Beni
korkutma Amirim, ne olabilir ki?
---Hayat
bu, biliyorsun daha bir kaç ay önce başına neler gelmişti.
Haklıydı.
Nede olsa iyi yetişmiş bir Devlet memuruydu. Mutlaka benim bilemediğim çok
bilgiye ve tecrübeye sahipti.
---Amirim,
Ustama uğramayı düşünüyorum, kendisini ziyaret edeceğim.
Yüzünde
tuhaf bir gülümseme belirdi.
---Cemal
Amcan Bolu’ya nakledildi ve mahkemesi orada devam ederek iki hafta önce
sonuçlandı, on iki yıl ceza aldı.
---Çok
vermişler, yazık adama.
---Çok
değil Hikmet, bize hiç yardımcı olmadı. Biraz yardımcı olsa daha az ceza
alacaktı.
---Sıkı
adamdır Ustam, ne diyeyim Allah yardımcısı olsun. Ben de Bolu’ya gidip kendini
ziyaret etmeliyim, bende emeği çoktur.
Amir Beyle sağdan soldan biraz daha konuşup
ayrıldım. Eve doğru giderken yol boyu Ustamı düşündüm. Turhal’da kaldığım süre içinde
evlerine uğramayınca kendisinden bir haber alamamıştım. Kendi problemleriyle
uğraşmak, duygusal sıkıntılar çekmek insanın içinde huzur bırakmıyordu. Belki
de bu nedenle evlerine gitmek istememiştim. Ayrıca Ustamın ailesini gözü yaşlı
görmeye de dayanamıyordum. Şimdi epey rahatlamış olarak, artık onu ziyaret
edebilirdim.
Akşam evde Mine ile konuşurken ustamla
ilgili olanları anlattım, o da üzüldüğünü söyledi. Yanına gideceğimi söyleyince
neden olmasın git ama dikkatli ol.
Konuştuğum her insan bana neden çok
dikkatli olmam gerektiğini söylüyordu? Gündüz Amir Bey, akşam Mine. Endişe
etmemek elimde değildi, bu nedenle kafama takılan sorulara bir cevap bulmak
umuduyla Mine’ye dönerek:
---Mine
ben tehlike içinde miyim, neden bana öyle söylüyorsun, bilmediğim bir şeyler mi
var?
---Yok,
onu demek istemedim, önceki kocam gibi senide kaybetmek istemiyorum aşkım.
Canını sıkma elimde değil, korkuyorum işte.
Bu cevap sorumun tam karşılığı olmasa da,
şimdilik daha fazla üzerine gitmek istemedim.
Birkaç gün sonra Bolu’ya gitmek için evden
çıkıp, Bolu arabalarının yanına geldiğim zaman, garip bir hisle takip edildiğim
şüphesine düştüm. Dikkatle etrafıma bakındım ama önemli bir şey göremedim. Minibüse
binerek Bolu’ya varmış, cezaevine giden yolda yürüyorum.
Şu an Ustam ne durumdaydı acaba, kapalı
yere alışmış olmalıydı. Olmayıp da ne yapacaktı ki, kendi cezasını kendi
elleriyle vermişti. Bu taş duvarlar arasında özgürlükten mahrum yıllarca kalmak,
ah şu özgürlük! Allah kimseyi buralara düşürmesin diye içimden dua ediyorum.
Cezaevine gelince, görevlilere görüşme isteğimi
ilettim. Düzce’de Amir Beye uğradığımda Amir Bey bana bir isim vermiş, yoksa
kolaylıkla görüş yapamazsın demişti. Bana yardımcı olacak kişinin adını verdim,
biraz bekledikten sonra beni içeri alarak görevli bir gardiyanın yanında, Amir
Beyin bahsettiği memurun yanına varmıştık. Yetkili biri olduğu için özel odası
vardı ve beni içeri alıp neden geldiğimi sordu. Bende, Ustamla olan ilişkimi
kısaca anlattım.
---Tamam
evlat, sana müsaade edeyim. Ancak her zaman olmaz, madem buraya kadar geldin, Cemal
Amcanla görüş.
Beni getiren gardiyanı çağırıp ona bir
şeyler söyledi. Ardından Gardiyanla birlikte görüşme yapılacak yere doğru
kapalı koridor, merdiven ve odalardan geçtik. Burası Düzce cezaevine
benzemiyordu. Eski taş bir bina ve pek de büyüktü. Kocaman demir kapılar, kalın
duvarlar, loş bir hava, derin bir sessizlik insana korku veriyordu.
Birkaç dakika sonunda görüşme yapacağım
yere gelince, küçük bir odaya girip beklemeye başladım. Az sonra Cemal Amca gardiyanla
birlikte içeri girdi. Bu sefer gardiyan dışarı çıkmamış bir köşede bizi
izliyordu. Ustam beni görünce durakladı, mahzun bir halde öylece bana baktı.
---Hikmet
oğlum, geldin ha!
---Evet
Usta, ben geldim elini öpeyim.
Ben
elini öperken oda yanaklarımdan öpmüş, beni çok sıcak bir şekilde karşılamıştı.
---Usta
nasılsın, iyi misin?
---İyiyim
Hikmet, duydun mu epey ceza aldım?
---Evet
duydum, çok vermişler be usta.
---Ne
yapalım oğlum, Allah sağlık versin geçer gider.
Hayret, Ustam ne kadar rahattı böyle, belli
ki yaşadığı bu hayata alışmış, kaderine razı olmuştu. Olmasa ne yapacaktı ki, kendimi
onun yerine koydum bir an. Burada bulunmak, duvarlar arasında yaşamak çok zor
olmalıydı, bir an içim ürperdi. Ama Ustamın sakin hali de beni de rahatlatmıştı.
Sağdan soldan laflarken, eşini çocuklarını anlattı. Görüşmeye geldiklerini
söyledi. İyi halim olursa memlekete daha yakın bir cezaevine nakil
isteyebileceğini söyledi. Süre kısıtlı olduğu için çok fazla kalamadım ve buruk
bir şekilde Ustama veda ettim.
Akşam eve geldiğimde yemek yerken Ustamla
geçen görüşmeleri anlattım. Mine sakin bir şekilde dinledi, sonunda:
---Hak
eden mutlaka cezasını çekmeli Hikmet, suçlular mutlaka bulunup yaptıklarının
bedellerini ödemeliler.
Bunları söylerken anlayamadım bir hal almış,
bakışları değişmişti. Bu görüntüden ürkmedim desem yalan olur. Onu tanıdığımdan
beri böylesi bakışlarını hiç görmemiştim. Bunun nedeni ölen kocasının acısı
mıydı diye düşündüm? Öyle ya kocasının katili hala bulunamamıştı.
Mayıs ayı ortaları olmasına rağmen bahar yağmurları
hayli uzun sürmüş, neredeyse her gün yağmur yağıyordu. Bu bölge zaten yağmuru
bol olan bir yerdi ve bu havalar da bana da oldukça sıkıntı verirdi. Böyle
günlerden birinde öğlen sonu evde otururken bahçeden küfür dolu sesler gelmeye
başladı. Dışarı çıktığımızda iri yarı bir adam elinde uzun bir bıçakla bahçe
kapısından girerek, evden birkaç metre uzakta durmuş, Mine için ağır sözler söyleyerek küfürler ediyordu.
---O..pu
nerdesin çık dışarı, çık dışarı dedim, duymadın mı kaltak?
Kimdi bu adam, ne arıyor burada, neden kötü
sözler söylüyor, Mine’yi nereden tanıyordu? Şaşkınlık içinde adama baktım, biraz
içkili gibiydi. Kabadayı birine benzediği her halinden belliydi. Beni kapıda
görünce iyice azgınlaşarak…
---Seni
kimseye yar etmem anladın mı, kocan gibi bu piçi de doğrayacağım O…pu.
Allah’ım
bu adam ne diyordu, Mine’nin peşinde dolaşan adam bu muydu yoksa? Birde kocasını
doğradığından bahsettiğine göre korkunç bir katille karşı karşıya kaldığımızı anlamıştım.
Sonunda bela gelip beni buldu diye şaşkınlık ve endişe içinde ne yapacağımı
bile bilmiyordum. Mine dişi bir kurt gibi adamın karşısına geçti:
---Katil
herif, kocamı sen öldürdün, bilmiyor muyum sanıyorsun? Aylardır bu anı
bekliyorum.
Mine’nin
söylediği bu sözleri düşünmeme fırsat kalmadan, adam bir iki adım atıp Mine’ye
yaklaşmak istediğinde, elimde olmayarak hızlı davranıp Mine’yi geri çektiğim
anda, bu iri yarı adamın elindeki kocaman bıçağıyla karşı karşıya kaldım. Dövüşmeyi
bilirdim, ancak karşımda bıçaklı ve kabadayı biri vardı. Ne yapmam gerektiğine dahi
karar veremeden, adam birden bıçağı karnıma doğru salladı. Beklemediğim bir
anda bıçak karnıma girince derin bir acı duydum. Bende güçlü biriydim fakat
gözü kararmış bıçaklı bir katille karşı karşıyaydım, buna rağmen var gücümle bıçaklı
elini tutarak bıçağı bir kez daha kullanmasına fırsat vermedim ve diğer elimle
vücudunu kuvvetli bir şekilde geriye itekledim. İçkinin de etkisiyle olacak geriye
doğru tökezleyince olduğu yerde şöyle bir döndü, arkası bize dönük halde kütük
gibi yüz üstü yere düştü, bıçaklı eli vücudunun altında kalmıştı.
Korkunç bir ses çıkartmaya başladığında
vücudu da kasılıp duruyordu. Adama kötü bir şey olmuş olmalı diye düşünerek ne
olduğunu anlamak için bir elimle kanayan karnımı tutarken diğer elimle uzanıp
adamı yan çevirdiğim an, korku ve hayret içinde olduğum yerde donup kaldım. Bıçak
adamın göğsünün tam ortasından yarısına kadar girmiş, girdiği yerden oluk gibi
kan fışkırıyor, boğazından kısık kısık böğürtü, konuşma karışımı sesler
çıkıyordu. Mine adamın yanına gelerek:
---Namussuz
adam, aylardır bu anı bekliyordum, bak seninle baş edecek birini nasılda
bulmuşum değil mi? Şimdi istediğin kadar böğür, domuz herif, geber geber…
Adam titreme nöbetleri geçirirken Mine ona
vuruyor, tekmeler atıyordu. Ben şaşkınlık ve halsizlik içinde diz çökmüş
vaziyette olanları izliyorum. Karnımdan akan kan kısa zamanda üzerimi kırmızıya
boyamıştı. Kötü yerimden yaralandığım halde Mine’nin sözlerini çözmeye
çalışıyorum. Bu adamın kocasını öldürdüğünü biliyor ve onun hakkından gelecek
biri olarak beni seçtiğini söylüyor. Allah’ım, yoksa bu kadın beni intikam için
mi kullanmıştı? Kullanılmak…Ah!.. Önce polisler, şimdi Mine. Yüzümdeki derin
şaşkınlık ve acılarla tekrar Mine’ye baktım, bana bakan o sevgi dolu gözler
gitmiş, yırtıcı bir kuşun bakışlarını andıran bakışlarla karşımda duruyordu. Yok
dedim içimden, Mine beni bilerek yem yapmamıştır, bu kadarı olamazdı. Bunca
sevgi, muhabbet aşk, sabahlara kadar süren sevişmeler yalan olamazdı. Elimle
karnımı tutarak zorlukla Mine’ye seslenmeye çalıştım:
---Mine,
Mine, beni bu adamın karşısına çıkarmak için mi seçtin? Ne olur doğruyu söyle?
Bana
bakan o vahşi bakışlarda ne sevgiden, ne aşktan zerre yoktu. Bu tanıdığım Mine
olamazdı, çok farklı biriydi.
---Ne
o koca bebek! Seni bunca zaman boşuna mı avuttum? Başka ne bekliyordun aptal
çocuk, yıllar, aylar bu anı bekledim, bu köpeğin ölüsünü görmek için.
Sözlerinin sonunda hıçkırıklar içinde
kalmış, yerde hareketsiz yatan adamın başında ona beddualar ediyor, vurduğu
tekmelerle canını yakmak istiyordu. Duyduklarımdan mı, yoksa akan kandan mı
başım dönüyor, midem bulanıyor, büyük bir şok yaşıyorum. Hiçbir şey duymak,
görmek istemiyor bir an evvel buradan kaçmak istiyorum. Zorlukla ayağa kalkıp
bahçe kapısından çıkarak uzaklara doğru yöneldim. Mine’nin sözleri
kulaklarımda
uğulduyordu…
‘’Koca bebek’’
‘’Aptal çocuk’’
Yaşadığım bu anları unutmak ister gibi bir
an önce buradan uzaklaşmaya çalışıyor, zorlukla yürüyor, bazen duruyor, bazen
düşünüyorum. Mine nasıl olur da bu oyunu bana oynar, beni insafsızca böyle yem
yapardı. Bunca sevgi, aşk bir intikam için miydi? Ağlamak geliyor içimden ama
nafile, bu halde nasıl ağlayacaktım? Belki de ölecektim, ölüm aklıma geldiğinde
vücudumu soğuk bir ter bastı. Çok sevdiğimi sandığım birinin bana yaptığı bu oyun
ölmekten de kötüydü. Keşke adamın bıçak darbesiyle o an ölseydim de bu sözleri
duymasaydım.
Bahar
yağmuru hızını artırmış, toprağa akan kanımı anında yıkıyordu. Neden böyle kötü
bir olayı yaşamıştım, delice sevmenin sonu böyle mi olmalıydı? Bilemeden büyük
bir günah mı işlemiştim?
Toprak yol çamur halini almış, artık yürüyemiyor,
nerede olduğumu bile bilmiyorum. Kullanılmanın, ihanete uğramanın acısı içimi
öyle acıtmıştı ki, bağırmak, haykırmak istiyorum. Yüreğim kin ve nefretle
dolmuş ama ben hala olanları rüya sanıyorum, kötü bir rüyadayım…
Gücüm kesilince çamurların içine diz üstü çöküp
kaldım. Gözlerim kararırken, garip garip hayaller görüyorum. Birileri karşıma dizilmiş
acıyan gözlerle bana bakıyorlar. Karakol Amiri:
---Sana
demedim mi oğlum? Bu kadından uzak dur.
Bakkal
sırıtarak, bana manalı manalı bakıyor.
Anneannem
onun yanında:
---Oğlum
sana demedim mi’’Güzel kadınların peşinde koşan çok olur.’’
Onların
yanında bu güne kadar yüzünü dahi hatırlayamadığım annem:
---Gel
oğlum, yanıma gel, çok çektin sen, kurtul artık yaşadıklarından.
Herhalde
ölüyorum diye düşündüm, annem buraya gelmiş, beni yanına çağırıyor.
Yağmura rağmen çok terlemiştim, susuzluktan
yanıyor, yüzümden akan yağmur suyunu dilimle yalıyorum. Son bir güçle başımı
kaldırıp uzaklara bakmak istedim ve derince bir nefes aldım.
Yakınımda bir yerde gökkuşağı çıkmış, rengarenk
güzelliklerini sergiliyordu. Yağmur sesleri ırmağın seslerine karışmış gibi kendimi
ırmak kıyısında hissediyorum.
Yaşadıklarımın
hepsi bir rüyaydı ve ben suların sesinde uykuya dalmış, istemediğim kâbuslarla
boğuşuyorum. Son bir defa daha gökyüzüne baktım, gökkuşağına dokunmak, onu
tutmak ister gibi elimi ileriye uzattığım an çamurlarla bütünleştim.
Kısım
sonu.