Kısım 4
Gerçekler
Vücudum
rüzgara kapılmış yaprak misali, derinden derine hiçbir şey hissetmeden uçuyor
ama nereye? Tatlı bir boşluk içindeyim. Nerede ve olduğunu anlamaya çalışarak bu
rüyadan uyanmak istiyorum. Yavaşça gözlerimi açtım, yan tarafımda çalışan
makinelerin dışında etrafım çok sesiz.
Kafamı oynatıp bakmak istedim, fakat boynumun
dönmediğini fark ettim. Yukarıda ışık yanıyor ve sadece yanan ışığa
bakabiliyorum. Bir odadayım ve neler yaşadığımı hatırlamak istiyorum, aklımda
sadece bir cümle:
---Usta üzerimize geliyor, dikkat!!!
Kafamı biraz daha zorlayınca Mehmet’in ‘’Allah’’
diyen sesini hatırladım. Gerisi yoktu.
Neler olmuştu da ben bu odadaydım, ya Mehmet!
O neredeydi? Bu oda da neyin nesiydi? Yan gözlerle etrafımı iyice araştırdım, burası
ev değil, bir hastane odasına benziyordu. Tekrar aklımı toparlamaya çalıştım, herhalde
kaza yapmıştık. Öyle ya, yoksa burada ne işimiz vardı.
Tekrar uykuya dalıyorum, kabuslar içindeyim.
Üzerimize ışıklar geliyor, geri çekilip tekrar geliyor, bağırmalar, tuhaf
sesler, büyük bir gürültü, sonrası yok. Aynı kabuslarla defalarca ayılıp tekrar
dalıyorum, ancak tam olarak bir türlü aklımı toparlayamıyorum. Vücudum yok gibi,
tatlı bir hafiflik içerisindeyim.
Karşımda
beyaz elbiseler içerisinde birileri konuşuyorlar. Birisi eğilip gözlerimin
içine baktı, sonra diğerleri. Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımı görünce durup
tekrar baktılar. Bana bir şeyler söylediler, anlamamıştım. Bir kez daha gözlerimi
açıp dikkatlice yüzlerine baktım.
---Nihayet, hele şükür.
---Evet Hocam, nihayet kendine geldi.
Kendine gelen kimdi diye düşündüm, kimin
hakkında konuşuyorlar.
Ben miydim yoksa? Off! Şu kafamı bir toparlayabilsem
diye düşünüyorum. Tekrar dalıyorum, ışıklar, sesler, geçen zaman ve sonrası.
Birinin elimi tuttuğunu anladığımda, yeniden
kendime gelerek ona bakmaya başladım. Daha dikkatli baktığımı görünce sevinçle:
---Bakın kendine gelmeye başladı, bakın!
Ben de, karşım da durup bana bakanları daha iyi
seçmeye başladım. Beyaz elbise içinde birkaç kişi bana bakıyor ve kendi
aralarında konuşuyorlardı. Bir şeyler demek ister gibi ağzımı oynatmaya
başladım. Dudaklarım susuzluktan kavrulmuş gibi yanıyor vücudumdan sızılar
geliyordu.
---Neredeyim?
Diyebilmiştim. Hepsi dikkatlice bana bakarak yanıma
geldiler. İçlerinden biri daha yakına gelip:
--Beni duyabilecek misin bakalım?
Duyduğumu anlatmak için gözlerimi kapatıp açtım, anlamıştı.
---Geçmiş olsun, kurtuldun gibi, iyi dayandın, şimdi
iyice dinlen sonra tekrar konuşuruz.
Herkes
gittiklerinde odada yalnız kalmıştım. Ah bir kafamı oynatıp etrafıma bakabilsem!
Sadece tavana bakacak vaziyette yatıyorum ve vücudumdan gelen acıları yeni yeni
hissetmeye başladım. Her yanımdan ağrılar ve acılar geliyordu, buna rağmen hiçbir
yerimi oynatamıyor, tavandaki lambanın dışında herhangi bir şey de göremiyorum.
Yine uyku,
yine kâbuslar. Her defasında daha fazla şey hatırlamaya başlıyorum. Mart ayı
ortaları, yanımda muavinim Mehmet’le Ankara’ya gidiyoruz. Elma dağı rampalarını
çıkarken akşam vakti olmuş, zamansız yağan karlı bir yolda yavaş yavaş yol alıyoruz.
Birden karşıdan gelen aracın hızla kayarak bizim yola girdiğini ve benimde
arabamızı yolun dışına attığımı hatırladım, sonrası yoktu. Ben kendime gelmiş,
hastanede olduğumu anlamıştım, yanımdaki Mehmet, ona ne olmuştu? Son olarak
Allah diye bağırdığını hatırladım. Oda başka bir odada olmalı diye düşündüm. Ben
yaşadığıma göre herhalde ona da bir şey olmamıştı. Uzun yıllardır bu yollarda
çok tehlikeler atlatmış, fakat kaza yapmamıştım. Şoförlükten usanmış olmama
rağmen yapacak başka işimin olmaması, hem de yola gittikçe içimde biriken
boşluğun bir şekilde dolması nedeniyle dişimi sıkıyor yola devam diyordum. Dolaşmak
bana iyi geliyordu. Memlekette biraz fazla kaldığım zaman, aklım her an içinden
çıkamadığım düşüncelere dalıyor, geçmişle boğuşup duruyordum. Yalnızlığımı
paylaşacak birisi de olmadığı için sürekli kendimle mücadele ediyordum.
Aklım yerine geldikçe, yaşadığım yılları,
anıları, hayalleri, bilinmeyenleri, hatırlamaya başlamıştım. Tekrar tekrar uykuya
dalarak çok zaman geçirdim. Sabah saatleri olmalı ki yine beyaz elbiseli
doktorlar gelmişti. Artık onları daha iyi seçebiliyordum. Üç veya dört tane
doktor vardı, içlerinden biri hayli yaşlı. Diğerleri ona hocam diye hitap
ediyorlar. Yanıma geldiklerinde Hocaları:
---Uyanmışsın, bu gün nasılsın bakalım?
---İyiyim, iyiyim.
---Ooo dilinde açılmış. Dedim ya çocuklar, baksanıza
bu adam ne badireler atlatmış, vücudundan belli. Demek ki zamanında hayli
sıkıntı çekmiş ve kötü olaylarla karşılaşmış, böylesi az bulunur. Bunu iyi
anlayın, bazı vücutlar ölüme son derece dirençli olur, kolay teslim olmazlar. Bu
hasta da onlardan biri.
---Ağrıların var mı?
---Biraz.
---Olacak o kadar, herkes senin kadar şanslı
olamıyor.
---Ya Mehmet?
Yüzüme dik,
dik bakarak:
---Bir haftadır burada yatıyorsun, nihayet tam
olarak ayıldın. Seni başka odaya alacaklar, orada daha rahat edersin.
---Mehmet dedim, Mehmet?
Bana cevap bile vermeden yanımdan ayrılıp
gittiler. Demek beni duyamadılar diye düşündüm, yoksa niye cevap vermesinler. Öyle
ya mademki ben kurtuldum Mehmet’te kurtulmuştur. Evladım, canımdı o benim,
yıllardır yanımda kendi oğlum gibi severek büyüttüm onu. Çok saygılı, akıllı, becerikli
bir oğlandı. Beni çok sever, bir dediğimi iki etmeden her sözüme koşardı. Öz oğlum
olsa bu kadar sever miydim acaba? Daha kaç yaşında yanıma gelmişti ki? Yıllarca
benimle yatıp kalktı. Kaderlerimiz birbirine çok benziyordu, çünkü oda benim
gibi yetim kalmıştı.
Yakında
askere gidecek, onu çok güzel bir törenle askere uğurlayacağım. Neyse, buradan bir
çıkalım, memlekette iyice dinlenir, ondan sonra askere uğurlarım. Hayattaki tek
dert ortağım can yoldaşımdı. Genç bir çocuk olmasına rağmen çok akıllı ve
anlayışlı biriydi. Zaten bu yüzden onu çok sevmiş, kendi oğlumun yerine
koymuştum. Ufak tefek bir yapısı vardı ama yapısından beklenmeyen kuvvet ve beceri
sahibiydi. Arkadaşlar onu kendi yanlarına almayı istedikçe ben asla olmaz
demiş, o da benden vazgeçmemişti. Onunda aradığı sevgiyi ben de bulduğuna
emindim. Ona nasıl değer verdiğimi çok iyi biliyordu.
Uykuyla
karışık geçen zamanın ardından hastabakıcılar geldi, beni yeni odaya götüreceklerini
söylediler. Hiç hareket edemediğimi bildikleri için kalabalıktılar. Hep
birlikte bir sedyeye koyarak, beni başka bir odaya götürdüler. Bu oda daha ufak
fakat diğer ses çıkaran aletler yoktu. Aman! İyi ki o aletler bu oda da yok, insanın
sinirini bozuyorlardı. Bu arada kolumdaki serumu da çıkardıklarına göre demek
ki yemek yiyebilecektim.
Birazdan
bir hastabakıcı elinde bir tepsiyle odama geldi, bir tabak içinde çorba vardı. Yatağımın
arkasını kaldırarak çorbayı içirdi. İşi bitince ona bir şey sormak istedim.
---Bakar mısın? Benimle buraya gelen genç bir delikanlı
olmalı, o nerede?
Adam manalı
manalı yüzüme bakarak:
---Bilmiyorum, Doktorlara sorun.
Dedi. Aklıma kötü kötü şeyler gelmeye başladı. Allah
Allah, Mehmet nerede olmalı, niye yanıma gelmiyor? Yoksa o da mı yatıyor? Anlaşılan
o da yaralandı, kalkamıyor diye düşünmekten kendimi alamadım. İyi de neden hakkında
kimse bir şey söylemiyor, başka taraflarda yatıyor herhalde. Saatler geçtikçe sıkıntım
artıyor, hele kalkamamanın verdiği ıstırap ile daha çok bunalmaya başlamıştım. Ne zaman sonra nasıl oldu bilmem, ellerimi
oynatmaya başladım. Yavaşça yukarı kaldırıp indiriyor, parmaklarımı büküyordum.
Ya ayaklarım! Onlar nasıldı acaba? Biraz sızı vardı ama herhangi bir hareket
yoktu. Birde şu boynumu kımıldatabilsem derken elimle boynumu tuttuğum zaman,
boynumda bir şeyin bağlı olduğunu anladım. Boyunluk takmışlar ve
çıkartmamışlardı. Anlaşılan bu nedenle boynum tam olarak dönmüyordu. İyi dedim kendime,
yakında onu da çıkartırlar rahatlarım biraz.
Uykulu uykusuz geçen saatler sonunda sabah
olmuştu. Bir müddet sonra Doktorlar gelerek beni muayene ettiler. Ellerimin
oynadığını görünce:
---Tamam, boyunluğu alın bakalım, durumu şimdi
nasıl?
Boyunluk çıkartılınca rahatladım, usulca
başımı sağa sola çevirdim. Hocaları olan Doktor yanında duran genç ve güzel bir
Doktor kıza dönerek:
---Bak Sevgi, bu hasta bundan sonra senin, ben fazla
gelemem. Sen durumu bana anlatırsın tamam mı? Nasıl kanını verip kurtardıysan, iyileştirip
ayağa kaldırmakta senin görevin olsun.
---Tamam hocam.
Sonra bana dönerek,
---Bundan sonra Doktorun bu
kızım.
Dedi. Ardından hep beraber
odadan çıktılar. Söylenenlere şaşırıp kaldım. Bu genç Doktor kız bana kanını
vermiş, kurtulmamı sağlamıştı. Nasıl bir işti, bu kimdi bu kız ve neden bana
kanını vermişti? Hele bir daha gelsin, anlarız o zaman.
Böyle düşünceler içerisinde dalmışken kapıdan
o genç Doktor girdi ve yanıma geldi.
---Merhaba, nasılsın bakalım?
---Merhaba kızım hoş geldin, şu yatağımı biraz
kaldırır mısın?
---Tabii hemen.
Yatağımın kolunu çevirerek beni oturur duruma
getirdi, karşıma geçerek bana bakmaya başladı. Ben de dikkatli bir şekilde onun
yüzüne baktığım an, gözlerine, saçının rengine, bakışlarına takılıp kaldım.
---Ne o Amca, neden öyle baktın?
---Amca, sana diyorum sana?
---Kusura bakma kızım, öylesine dalmışım, hele şu
sandalyeye otur da anlat bakalım şimdi?
---Neyi anlatayım?
---Bana sen mi kan verdin?
---Evet.
---Neden?
---İçimden geldi
---Nasıl yani?
---Belki inanmayacaksın ama size anlatayım. Annem,
sıkıldım diyerek bir süreliğine memlekete gitti. Annemin gidişinden sonra evde
yalnız kaldığım an bilmem ki nedendir, içimde bir sıkıntı vardı. O gün nöbette
de hayli sıkılmış oturduğum yerde uyuklarken, ani bir şekilde irkilip korkmuştum.
Elimi yüzümü yıkayıp ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir kaza haberini aldık. Bir
müddet sonrada siz ve yanında birisi ile buraya getirildiniz. Sizin durumunuz
ağırdı ve acilen kan aramaya başladık, kanın zor bulunan kandı, kan gurubumuzun
uyuştuğunu bildiğim için kan bulamayınca, hiç düşünmeden size kanımı verdim. Verdiğim
kan işe yaradı ki, hayat tutunmayı başardınız.
---Size bir can borcum var o zaman.
---Önemli değil Amca, kurtuldun ya.
---Size Sevgi demişti Hocan, doğru mu duy muşum?
---Evet Amca, adım Sevgi.
Yüzüne tekrar baktığım zaman, uzun yıllar öncesinden
birini hatırlatmıştı bana. Bir an karşımda sanki Mine’yi görür gibi oldum. Ne
kadarda benziyordu ona, saçları bile aynısıydı, ya gözleri! Koyu yeşil, sanki
kendi gözlerim gibi. Aklım karışmış, şaşırmıştım. Yok canım! Bu kadarı da
fazla, kendi kendime neler de düşünmüştüm. İnsan insana benzeyecek elbette.
Buna rağmen genç kısa karşı içimde tarif edemediğim bir yakınlık, sevgi
tomurcuğu yeşermişti.
Düşünceli
halimi gören Doktor:
---Ne oldu Amca, neden sustun?
---Hiç kızım, önemli değil.
---Amca, ben şimdi gideceğim, sonra tekrar gelirim. Hocam
emretti ya artık sizden sorumluyum, yoksa canıma okur.
---Tamam kızım, şimdi asıl sorumu sorayım da öyle
git.
---Söyle bakalım.
---Yanımdaki yardımcım Mehmet nerede kızım?
Ayıldığımdan beri onu göremedim, o da yaralı herhalde, yarası çok mu ağır?
Yaklaştı, elini omzuma koydu, tatlı bir sesle:
---Haberiniz yok değil mi?
---Neyden kızım?
---Maalesef onu kaybettik, başın sağolsun.
Bir an Dünya tersine dönüyor sandım, nefes kesilir
gibi oldu, zorlukla:
---Şaka yapma kızım, ne olur?
---Böyle şeyin şakası olur mu Amca?
Her yanımı saran şiddetli bir titreme ile
gözlerimden yaşlar boşaldı. Ne dediğimi, ne diyeceğimi bilemeden öylece
ağlıyordum. Uzun yıllardır akmayan yaşlarım gözlerimden boşalmaya başladı. Bir
kez daha kadere yenilip yalnız kalakalmıştım.
Genç
Doktor gördüğü hazin durum karşısında, vücudumun verdiği tepkiden çok
etkilenmiş olacak ki, beni sakinleştirmeye çalışırken, herhangi bir olumsuzluk
yaşamamam için odadan çıkmadı ve beni teselli etmeye başladı.
Yattığım
yerden cama doğru bakmaya başladım. Bunaldığım anlarda her zaman uzaklara bakar
rahatlardım, şimdide elimde olmayarak gözlerim uzaklarda bir umut arar gibi hem
ağlıyor, hem bakınıyorum.
---Seni de kaybettim ha evlat? Neden hep sevdiklerimi
kaybediyorum Allah’ım? Niye ben yok olamıyorum?
Sözlerimi
yüksek sesle söylediğim için genç Doktor da duymuştu, uzanarak elimden tuttuğu
an gözlerimdeki hüzün ve yüreğimdeki hicran bir an yok olur gibi olmuş, vücudumun
her yanını ılık bir sıcaklık sarmıştı. Bana ne oluyor Allah’ım, Doktor kızın elimi
tutmasından neden bu kadar etkilenmiştim?
---Allah’a ve kadere isyan etme Amca, biz insanlar
acılara dayanmak üzere yaratıldık, sabret, elbette’’ O her şeyin en iyisini
bilendir.’’
Genç
Doktordan duyduğum sözler beni kendime getirmeye yetmişti. Bu genç kız, böyle
sözleri ne de güzel söylemişti. Kendini çok iyi yetiştirmiş olmalı diye
düşündüm.
Gözyaşları
içinde ne yapacağımı bilmeden başımı yastığa koyup gözlerimi kapadım. Yaşadığım
uzun yılların arasında sıkışıp kaldığım, karmaşık düşüncelere daldım. Doktor kız
sakinleştiğime karar vermiş olmalı ki, beni yalnız bırakıp gitti.