VİCDAN MUHASEBESİ
Büyük patlamalar yaşanmıştı iç dünyamda,
binlerce yaralı vardı,binlerce şurunu yitirmiş hücre....
Kalbim kırgınlık,hissizlik,zulüm,esaret ve öfke enkazının altında kalmış garip bir depremzedeydi,
tam yüreğimin ortasında kasırgalar esiyor,
boynumdan beynime giden damarlarıma yıldırımlar düşüyor,
toprak hattı olmayan elektrik sistemi gibi kısa devre yapıyordu.
Şakaklarımdan giren ağrı beynimi kemiriyordu...
Mevsimlerden bahardı,her yıl çiçeklerini kainata seren,ama bana hiç uğramayan,kapımı çalmayan bahar....
Ağlama hissi hakimdi bende,
Yüreğimden kopan tufan, gözlerimden taşıyordu,
sesler uğultu şeklinde yankılanıyordu,kulağıma...
Hayatımın eksiksizliğine rağmen mutlu değildim!
Sanki görevimi unutmuşçasına bir vicdan azabı,büyümüştü içim de,
Ödevini yapmamış öğrencinin,öğretmeni karşısında ki utancı hakimdi gözlerimde...
Perdeleri sıkıca çekmiştim,
Artık ne güneşin doğmasını istiyordum, nede baharın gelmesini...
Derler ki insan ölünce ne yapacak kutu gibi kabirde,
Daralmaz mı insan?
Boğmaz mı toprak,aklını başından almaz mı?
Ben ölüm için söylenenleri nefes alırken yaşıyordum,
Her yer dar,karanlık ve kasvetliydi benim için,
Sanki hücrelerim başka birşey arzuluyor,başka birşeye aşeriyordu!
Ruhum,kıtlık sonrası bir lokma için etrafı talan eden binlercesi kadar açtı...
İlk defa ruhum acıdı hissettim,
Nasıl açlıktan karna sancı girer,aynı sancıları ruhum yaşıyordu.
Bir yandan açlığın sancısı, bir yandan kan kokusu ,felç etmişti hayatımı...
Ölüm kokuyordu her yer,esaret kokuyordu!
Bombardıman sonrası, çocukların çığılığı gibi bir çığlıkla ,oda da , delirmişcesine,koşuyor ve zalim olduğum için öfkeden çılgına dönüyordum,
Hem kendime zulüm etmiştim,hem de zulmedene,sulh etmiştim....
Her gün iyi insan rolü yapan,yalandan gülücükler saçan ,oskarlık bir oyuncuydum...
Açlıktan ölen onlarcasını duydum,tok uyuduğum her geceye lanet okudum..
Bana hayatı hep toz pembe anlatan anneme kızdım,
Gözümden akan bir damla yaş için , günlerce ağlayan babama;
Dünyada ki yetimler için,savaşta,hapisane köşelerinde yillarca tecavüze uğrayıp ,istismar edilen,karnında veled-i zinayı, takdiri ilahi diye aylarca utançla karnında taşıyan kadınlar için kaç gün ağladığını sordum.
sustu...
Sonra devamettim
İyi okullarda okumam için günlerce dua eden,iyi insanlarla karşılaşmam,iyi bir evlilik yapmam,iyi bir iş sahibi olmam için Allah'a yalvarak dua eden anneme ;
Irkları,renkleri yüzünden canlı canlı ateşe atılıp yakılan, inançaları yüzünden kurbanlık koyun gibi boğazları kesilen binlercesi için ne kadar yalvardığını sordum.
sustu..
bir müddet bende sustum...
Çünkü verecek cevabımız yoktu!
bizler ya tacir hesabıyla yada köle hesabıyla dua ediyorduk...
Kölelik kalkmış,insanlar birey olarak eşit hak ve özgürlüklere sahip,özgürlük kavramı her birey için geçerli ,diyenlere cevabım; hikaye!
bizler hür olamamış,ego tatmininden etrafa bakmaya fırsat bulamamış,tutku ve heveslerimizin aciz köleleriyiz,
bizler köleyiz...
İçimde köpüren deniz azda olsa dinginleşmişti ama içirildikten sonra can yakmasın diye kusturulan ,
hem içerken ve hem kusarken can yakan zehir gibi yakmıştı canımı gerçekler...
bir gecenin ve bir vicdan muhasebesinin ardından ,rütbe olarak iflas etmiş ,kazançsız, ahmak bir tacire düşmüştüm...
Kalbimde kalan ufak tefek umut kırıntıları ve kazançlarıma'da vicdan muhasebesinde el konmuştu.....
Fatıma Betül Sayöz