Güdümlü yolculuğumun
anlamsız haykırışında ne varsa gözümden sakınıp yere göğe sığdıramazken.
O hülasa tedirginlik
peyder pey tüketildiğim evrimin saklı mizacında yüklenmişken korkuyu ve öfkeyi.
Kırılgan bir devinim, muğlâk bir sancı gönlün yortusu aslında şu güz nöbetleri…
Şekillendirildiğim gölgeleri
mademki sığınak bilmişim neyin telaşı neyin derdi de sakınıp bir köşede nöbet
tuttuğum.
Islak kaldırımlar belli
ki eşlik etmekte ekimin çığlıklarına bir nebze de olsa dokunan elime hele ki hüzün
bulaşmışken yüzüme.
Mevsimler yas tutar mı
sevgili ve yaşlara boğulur mu bir çocuk öldüğünde? Tefekkürü mabedi iken
yüreğin tecellisi sadece şükür kırık olan o zincire eklediğim her bir halka
kadar sıra dışı ve muğlâk içimde kaynayan fokur fokur.
Sen bakma sessizliğime
ve görme de yaş yüklü gözlerimi.
Anma adımı hatta inkâr
et varlığımın tüm dirayeti sınanırken gök kubbede Tanrı’nın idame ettirdiği şu
döngü mademki rahvan bir dokunuş biz kullara sığındığım kelimelerin yüzü suyu
hürmetine haşmetli varlığı sadece dilimdeki tek kelime, hecelerken teker teker.
Kırgın yeryüzü, şiddet
yüklü insanoğlu yine de umut beslediğim anlık varoluşların gizemi kadar
yeknesak emsalsiz varlığım. Yeri geldi mi bir karınca kadar zararsız yeri geldi
mi akbabaların pençesinde sürgün edildiğim cehennem yüklü göçüşler
anlamlandıramadığım, biteviye kaybolduğum…
Gölgede kalan bir dünya
benimki: hani kanmazlıkla içerken duyumsadığım bir acı kadar yeknesak…
Kısa bir mola versem de
kendimi alamadığım bir buhran ile yüklü şu garip gönül medet umarken yine de
ser verip sır vermediğim münafık eşkâlli imgeler.
‘’Önce insan ol’’ diye
bağırdı Tanrı. Beyhude bir düşmüş meğer her yeni gün uyandığım o belirsizlik. Belli
ki sevme yeteneği bahşedilmemiş çoğu insana her ne kadar Tanrı bile pişmanlık
duysa da. Nasıl oluyor da cennet minik bedenlerle doldu, demek kadar akıldışı
olduğunu bilsem de yadsıyamayacağım o gölgelerden nasıl da muzdaripim.
Önemi yok, demeyi çok
isterdim payidar kırgınlığımın yükünü taşımaktansa haykırmayı ne çok isterdim. Sessiz
çığlıklarım çarparken boş duvarlara boş bir çuvalın ibresi şu fani bedenim yine
de alıkoyamazken düşünmekten düşkün kılındığım ne varsa yok sayıldığım tarafınca.
Hür coşkusu yaşama
sevincimin, sığınak bildiğim kolları Tanrı’nın tüm çırpınışı ölüme eş değer bir
mefta olmanın verdiği huzur kadar akıl almaz olsa da…
Öfkeli kibirler ile
paye biçseler de elbet yola gelecekler günün birinde tüm yoldan çıkmışlığı bir
meziyet bilmişken efkârı bir gün elbet tadacaklar.
Sözcük ve imge
birliğinin sırdaş çatısı altında soluklandığım ve sonbahar hüznü iliklerime
kadar işlemişken ben hala umut ediyorum. Ne gam, dediğini duyar gibiyim. Varsın,
varsıl bir görüntü olayım şu savruk ruh hepten görünmezden gelinirken.
Yüreğimin vuruşları
saatin sarkacında saklı bir nefes ne de olsa zaman değil mi insan merkezli bir
dünyanın metaforu…
Demli bir yalnızlık
şarkısı ruhuma pelesenk olmuş ve tek kişilik coğrafyamın o boyutsuz yolculuğu.
Yazgımla baş edemezken
ve her yeni gün kerelerce ölüp can bulurken, bilincime rest çektim yine. Ve yeni
baştan yazıyorum hikâyemi her yeni şafakta tüm edilgenliğimi imgelere yükleyip
sırdaş bellemişken yitişi.