An’sız ve mekânsız
cümleler dolandıkça ayaklarıma, hükmünü yitiren rahvan imgeler seğirtiyor bir
yakamdan ulaşamadığım diğer yakaya. Tenezzül dahi etmediğim ışıksız ve coşkusu
yitik akşamlarda sağaltıyorum yankısız acılarımı. Acıtan ve iştahımı kabartan kifayetsizliği
doğurgan yeryüzünün ket vurdukça istimlâk edilmiş ve boyutsuz aşklara
çoğalttığım hüzün yüklü rahvan ve ergen düşlerim sağanak misali kıblemi daha da
mahrem kılmakta.
Bakımsız tümceleri
güzelleştirme gayreti içerisinde sarılıyorum kaleme ve etmediğim ne kadar kelam
varsa ömrüme sığdıramadığım, sırıtık bir endamla akıtıyorum yaşlarımı yas
addedilen ölüm iken dirayetimi sınayan.
Sığıntı olmayan
varlığım amaçsızca gölgelenen kuytularda nöbette: sükûtum ne ikrardan ne de
yalandan. Bu yüzden uzağındayım yalan dünyalar çalkalarken büklüm büklüm
çaresizliği teğet geçip de delerken yüreği en derinden ne de olsa he ne kadar
atıfta bulunsalar da köşesinden bile geçmediğim o karanlık sokağın bil ki; en
sadık yerleşkesine konakladım biriktirdiklerimi görmezden gelen kim varsa.
Iskaladığım belki de ıskalandığım ve hırpani körelmişlikleri ile seğirttikçe
akıl melekeleri sonlandırıyorum o amaçsız seyrini gönülsüz imgelerin.
Tüme varan bir yanılgı
hatta dipsiz bir öfke bağırlarına bastıkları nefret gibi bir ikilem iken
sığındıkları daha da seviyorum benliğimi. Mademki tefekkürü yüklemişim yorgun
ruhumun atlasına kem gözlerle soldurmaya çalıştıkları o çiçeği daha da özenle
saklıyorum bir ömür korumakla mükellef olduğumun bilinciyle ne de olsa
atalarımdan miras her ne kadar çoktan galip geldikleri gibi bir yanılgıyı
teselli bilseler de.
İzafi bir yörünge
tecelli eden ve boyutsuz bir aşk benimki sürrealist imgeleri gökkuşağına
hapsolmuş. Gönül yorgunu bir pervasızlık nüksettikçe gecenin bir vakti hayatı
anlamlı kılan o hüzün yağmuruna bile yeri geliyor şükrediyorum. Tek tesellim
belki de o rahvan gölgeler mabet bildiğim gönül otağımda sürgün bir aşka
sığındıkça ve yetilerim el verdikçe vuruyorum gönül telime defalarca
yadırgandığımı bile bile sığdıramadıklarımı bir ömür boyu, bu sefer
hapsediyorum beyaz sayfaya anamın ak sütü kadar helal bir mutluluğa haiz
olacağımın beklentisiyle gönül birlikteliği ettiğim her kim varsa gözümün nuru
addedip doya doya ağlıyorum yeri geldi mi katıla katıla boğuluyorum kahkahalara
katık yapmışken aşkı.
Satırları arasında
kaybolduğum o cümleyi dilime pelesenk yapmış bir imgelemenin ışığında
yadsıyamadığım yaşama sevincim ne zamanki tökezlese sarıyorum filmi en başına:
‘’hayatın diş ağrıları ya da nasırları olarak kabul edelim hepsini…’’(alıntı)
Söylemin sahibi belki
de irdelediği hayatı kendime en yakın hissettiğim ki her bir cümlesi bir
külliyata tekabül eden…
Kavradıkça hayatın
anlamsızlığını anlamlı kılan kanatıyorum yaralarımı kanadıkça çoğaldığım ve
kandıkça daha da mutlandığım.
Ölmüş kim varsa bilfiil
seğirtirken yakınımda uzak kılıp, devingen ruhum her ne kadar muzdarip olsa da
göğüs çeperim genleşen bir hidayetle göz göze geliyorum gizem yüklü o seyirlik
gökyüzüyle bir anlamda gerçeğime nail olmanın verdiği o coşku ile güdümlü bir
rehavet çörekleniyor en derine ve en bilinmeze.
Hissettiğim acı her ne
kadar soyutlasa da somut bir döngüye müdahil olmanın verdiği heyecan ile
uzağındayım tüm hezeyanların ve maliksiz yalanların ne de olsa erbabıyım
güzelin ve aşkın tek bir çiçekte bile duyumsamak iken biçilen payıma.
Sevip dibe vuran bir
buhranmışçasına yaşananlar sevmekten muzdarip ve bitap düşmüş iken kara
gölgeler, sığındığım masumiyet ve beyaz en bariz yanılgı kimine göre ve
addedilen hangi sıfat ise üstüme alınmadığım. Gıybeti destur bilenlere inat
aşkı yön bilip marazi bir aşka meftunum beşeri bir yanılgıdan çok uzak üstelik
bir gün ereceğim kerevete rast gelecekken aşk yolunda.