Sığındığım o sureden
çıktım yola, geç kalmışlığımın hicap yüklü bekleyişinde, gözlerden ırak olmanın
umuduyla sarıldığım gölgende…
Miadı dolmasa da
benliğin fazlasıyla ağır çektiği.
Aşk’ a yüklediğimden
çok azına haiz olsam da…
Gömülü dünlerden artık
nasıl medet umuyorsam ve nasıl sırnaşıyorsa imgeler ki tekelinde hacizli bir
sağanakta, umduğum değil bulduğum ama yine de yetinmeyi bilmediğim. Oysaki
solumda şükür ve umut, sağımda olmazın oluru bir peyzajda boydan boya renklendirdiğim
gök kubbe. Yine de… Devamı yok, inan ki gerçi inanıp inanmamandan ziyade ifade
edebildiğimden çok çok fazlası yine sökemezken okuyamadığım aşkın alfabesinde
buharı üstünde bir yalnızlık tarafınca kuşatılmışlığım…
Bilemezler. Bildiğimden
çok fazlası belki de içimdeki coşkunun rencide edilen kahkahasına atılan bir
okkalı bir sille.
Şimdi diyeceksin:’’Amma
da boş boğazlı!’’
Sorun addedilenden
ziyade çözümsüz kalmışlığın coğrafyasında hangi tekerleme ise oyun arası bağdaş
kurduğum imlerin tehdit yüklü o maruzatı biraz ben gibi ve de hayata dair.
Çekincelerle saklı
yarınların indine dâhil olmaktan alamazken kendimi.
Gözlerin feri mi
yansıyan yüreğin ikbal bildiği bir hutbede mi saklısın yoksa?
Saklı ya da sakıncalı
yine de onca sanrıyı görmezden gelen gerçekçiliği aklın hükümranlığında,
yığdığım sayısız domino taşı.
Ben evet, sadece ben
diye ayyuka çıkan nidaları elimin tersiyle itiyorum ki iteklendiğim de gün yüzü
görmez sefaletimin rahmet okuduğu bir ikindi vakti, demli bir bardak çaya eşlik
eden gözyaşlarım. Soğuttum ve içmediğim çay mı yoksa soğuyan içim kadar buz
kesmiş gözlerine sığdıramadığım bir peyzajda mı saklıyız hem de olmazın oluru
bir düş’e düşe kalka hidayet ve ikbal yüklediğim…
Sandığımda saklı
tuttuğum yoksa Pandora’nın kutusu addettiğim üryan zihnimin asılsız ve sayısız
nöronlarına tıkıştırdığım hatırat yüklü bir ömrü çalakalem yaşamaya kalkışıp
anlaşılma ihtiyacı ile yanıp tutuştuğum.
Sobelendiğim hangi
izlekse ve hangi replikse kulağıma çalınan ya yüreğin isi ne olacak?
Bir kolâjda saklı
tuttuğum ve tutuşturmakla yükümlü kılındığım hangi yüreğin çeperi ola ki
ıssızlığın teğet geçtiği yorgun argın uzandığım o atlas sevi huzmesi. Aşka
ramak kala, demeden miadı dolan bir takvim yaprağına doldurduğum hükümler mi de
yükümlü tutulmakla yok sayılmak arasında geçiş yapıyorum ve debdebeli o mutlak
çığlıklarını es geçip rehavet konuşlanmışken, adımlamakla kalmayıp bir de yana
yakıla çentik atıyorum her hor görüldüğüm sureti kovuştururken yüreğin
tecellisinde hangi izlekse artık rahvan bir koşullanmışlıkla biteviye
sürüklendiğim hayat pazarı.
Tezgâhlarda satılık
rüyalar, çeperinde mabedimin isyan yüklü imlere rast gelip de ansızın haiz
olduğum bir ağaç dibindeki yuvaya sığınmayı marifet bildiğim.
Ne koşullandığım ne de
konuşlandığım ama yeri geldi mi gerisin geri kaçmaktan kendimi alamazken.
Yollar kayıp.
Yol yordam bilmediğim
onca mecra.
Kayıtsızlığın ibresi
işaretlerken en münafık sancıyı hem de belirsizliğin kıskacında denk düştüğüm
en sübyan imge ki teselli bildiğim o dokunaklı şarkıyı çoktan gömdüm derine.
Mahrem düşlerin
sakıncaları belli ki aklın kancalarında çoktan sallandırılmış.
İhya edilesi
pervasızlığı ise gömülü hezeyanlardan sızan pek de akıl karı değil doğrusu her
hangi bir sekmede takılı tutulduğum yine de en izbeye kaçmakla tehdit
edildiğim. Nasıl bir hikmetse haiz olduğum ve hangi rötuş ise bir sınırı ihlal
etmekten de öte bir sarkacın devindiği o rakıma düşmüşken yolum.