Vakitlerden bir vakit; takvim dışı... Mekânlardan bir mekân; akıl dışı... Kahramanlardan bir adam; olağanüstü...

            Kadının biri, bir adama aşık oldu; yıldırım aşkıydı bu. Öyle haybeden değildi; bir şimşek çakımı kadar hızlı, bir dip akıntısı gibi içten ve bir kaya parçası gibi sertti bu aşk.

Anlık olduğu kadar yıkıcıydı ve bir o kadar da kıyıcıydı. Görür görmez aşk derler ya öyleydi.

            Gel gör ki buz gibiydi adam. Ölü gibiydi, gömülü... Sanki bir kalıp buza dönmüştü ve yeryüzüne konmuştu. Heykel gibi duruyordu, buzdan bir heykel gibi. Güneşten uzak, aydınlıktan azade... Hisler derin dondurucuda yani his kaybı en son haddindeydi. Onu gören ondan hiçbir elektrik alamazdı. Hiçbir şey hissetmezdi, yaşıyor yaşamıyor anlamazdı. Bir insan nasıl bu hale gelir akıl alacak gibi değil! Kadın her ne gördüyse buzdan adamdan, neyinden etkilendiyse, nasıl aşık olduysa? Kör de değildi hani, aptal da! Ama aşka bir sürü sıfat bulabilirsiniz, başka isimler de takabilirsiniz. Aşk bu yüzden aşktır, anlaşılmadığı için, tarif edilmediği, bir sonraki adımı tahmin edilmediği...

            Adam, bir kapalı kutu, bir açılmaz kapı, bir çıkılmaz kayalık... Ama kadına göre tam da sevmelik, sevdalık... Bir aşklık suda boğuluyordu kadın farkında değildi. Aşk deryasında yüzme de bilmiyordu.

            Adamın gözleri sabitti, bir noktaya bakıyordu sürekli. Hüzünlüydü ve ağlamaklıydı. Yine de gözyaşlarını dökmemek için içten içe direniyordu. Bir iç savaşın içindeydi. Dudaklar suskundu. Dişler kanatacak denli ısırıyordu o dudakları, belliydi. Belki de bir aşk artığıydı adam, aşk yaralısı... Aşk yarasaydı böyle olmazdı. Hani dişlemese dudağını, dünyayı sağır edecek kadar haykıracak gibi duruyordu adam. Bir yanardağın patlama öncesi kaynaması... Bir okyanusun tsunami öncesi dipten dibe dalgalanması... Sakallar kirliydi, adam basbayağı koyuvermişti kendisini.. Dünya gamdan ibaretti, hüzünden müteşekkildi. O da bu gamlı ve hüzünlü dünyanın en güzel yüzüydü bana göre.

            "meczubum ben aşkın sahrasında

            sonsuzluğun izinde yalınayak dolaşıyorum

            bir ceylan oluyorum aslanlar peşimde

            soluk soluğa kalıyorum

            kum deryası az sayılır hüznümün yanında

            gözyaşlarım  yağmurdan daha çok ıslatır

            yeryüzüne hüzün tohumlarını serpen benim

            her yanımdan hüzün dökülür

            ve gözyaşlarımla sularım onları

            dal dal büyütürüm, salkım saçak, çiçek çiçek

            diken diken" gibiydi adam baştan ayağa, sağdan sola, el ele, kol kola sarmaş dolaştı hüzünle. Akrandı gözyaşıyla, safkandı hüzünde!

            Adam o kadar doluydu ki hani şöyle bir dokunsanız boca edecekti içindeki bütün ağrıları, acıları, hüzünleri ve zehirleri...  Hani şöyle bir değseniz ruhuna dalgaları yerle bir edecekti her yeri. Adam hüzün tanesiydi  aşk harmanında, savursanız ondaki hasadı havaya yeryüzü hüznü kuşanırdı.

            Kadın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Adamı tanımaya, sevmeye, anlamaya... Bir sevda uğruna her şeyi gözü almaya hazırdı. Çünkü adama vurulmuştu. Sevdanın mantığı yok, aşkın izahı ve nedeni...  Gelir kurulur kalbe, düşer akla...  Gel de çık işin içinden, anlayabilirsen anla, değiştirebilirsen değiştir! Mümkünü yok.

            Derken bir mucize oldu. Adam etrafında pervane olan kadına elini uzattı. "Tut" dedi, "Yalvarırım sımsıkı tut. Bugüne kadar tutunamadım hayata, sen tut da ben de tutunmuş olayım sayende yaşama." Gözleri ilk kez baktı kadına. İçinde cenazeler defnediliyordu bir bir. Kaç kez ölmüştü bu adam, aman Allah'ım! Kadın bakamadı daha fazla adamın gözlerinin içine. Dayanamadı adamın bu viran haline.

            Ne kadar giryandı.

            Ne kadar nalandı.

            "Ağla" dedi gayriihtiyari adama kadın. Çivi çiviyi sökerdi. Kalpteki aşk kirecinin çözücüsü ise tertemiz gözyaşlarıydı.

            Kadın adamın içini dışına çıkartıp bir güzel sterilize edecekti.

            Ne yaşadığını umursamadan ona kucak açacaktı

            Onu saracaktı kendi yarasıyla.

            İyileşeceklerdi.

            Kabuk olacaklardı yaralarına.Örteceklerdi mazilerini, sileceklerdi hafızalarındaki isimleri. Sarsıla sarsıla seveceklerdi birbirlerini. Katıla katıla yaşayacaklardı hayatı.

            Adam bir ağladı okyanuslar kadar, titreye titreye ağladı. Kuruyuncaya kadar yaşları gözlerinde, bitene kadar... Bir hayat belirtisiydi bu, bir umut... Kadın ellerinden tuttuğu adamla umuda yelken açıyordu gözyaşlarıyla oluşmuş okyanusta. Nereden geldiklerini unutmayacaklardı. Acılar denizinde buluşmuşlardı. Adam iliğine kadar sevilmemişti, kadın ise geceler kadar sarılmamıştı hiç kimseye. İki yorgun ruh, iki firari kalp ve iki yaralı yürek birbirlerine panzehir oluyordu.

            Ve gecenin en koyu vaktinde bir çift yıldız doğuyordu aşkın has bahçesinde.

            Bir adam acemice gülümsemeye çalışıyordu, unuttuğu gülümsemeyi.

            Bir kadın özümsemeye çalışıyordu hüzünlü bulduğu adamı.

 

 

( Tutunamayanlar başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 24.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu