Ölmeli mi iklimin ekim
addettiği duvara çarpıp da?
Gölgelenmeli mi yoksa
kış güneşinde,
Kapı duvar onca hengâme,
Gizeminde saklı adsız
gölgemin yüzsüz seyri.
Patavatsız bir cümleden
alıp da nasibimi,
Zehir zıkkım olmuşken
güzün solgun nefesi
Hatta uyutmayı
denediğim düşlerden de
Ne ise düşen payıma.
Kondurdum işte beyhude
bir fısıltı iken eşlik eden,
Rencide edilmeye
meyilli bir gönle de yüklemişsen
Ömrün gizemini,
Yetmedi çatık
kaşlarının sefil mavisi gizlenmiş
Suretinin nurunu
taşırken asilce.
İç çekişler ki sileceği
kırıldığından beri,
En dokunaklı şarkıda
kondurduğum o sureyi
Yine taşan akın akın,
Yanlı bir aşk’a
meyleden
Biraz da sıradanlığımı
alt eden.
Bir avazda soğuttun
acımdan,
Serin düşlerden düşüşe
geçtim aniden,
Sarkıttığın ipin
dumanına karışmış adının ilk harfi,
Demlendiğim onca sancı,
Dem vurduğum bir
tokadın kırmızı izi
Ve sonrası, dediğime
aldırmadan
Söylemediğin sonu hikâyenin.
Başı var mıydı da
koyultulmuş akşamın
Lacivertine tezat düştü
dişlek düşlerim:
Kırık mabedin dört
duvar yalnızlığı
Yine de bilemezler
gölge kahramanlarımı:
Sen gibi türettiğim,
Senin olmadığın her
yerde düş bile kurmadığım
Ve sensiz cümleler iken
nasıl da cafcaflı çoğunun gözünde,
Bir teselli iken daha
bebekken evlat edindiğim
O hayaller kadar
kalburüstü bir yalanda
Gizlendiği meleklerin.
Hüznü giyindim işte:
Hüzne delalet
yazmadığım her cümle,
Külliyen yalan demeyi
hep istedim:
Uzayan burnumu sen mi
silecektin ve
Her gidişin ardından,
Dönmeye ahdettiğim
Yine de nöbete kaldığım
soluk mezar taşı
Hele ki ibadetimin
telaşı bir surede
Fısıldarken adını belki
de bahtsızlığın
O kıdemli sancısı…
Tümden başa adadığım,
Baştan sona sarmayı
asla beceremediğim
Nice beceriksiz
fiiliyat işte
Şu metruk faninin
gölgesine dahi sahip çıkamadığı,
Deme sen asla deme,
Densizliğimi gölgele de
hacizli yüreğinde
Sakla sadece o sırrı
Vakti gelmeden
dolunayın
Göm beni karanlığın
sukutunda boğulmaya ahdetmişken,
Yeter ki dönme sözünden.
Doğan yeni gün: Isıttığım demliğin en can yakan buharından bile yoksun bir gül’üm sadece. Gülümsemek kadar sıradan bir gün’ün en yalın tezahüründe biriktirdiğim tesellilerden biri daha geceyi delip geçti.
Cepleri delik bir
gömlekten farkım yok: Kâh gölgelik yerine kullandığım kâh yerlerin nemini
sildiğim ki damlayan yaşlardan muzdarip yer gök ve sağanak addettiğim rahmetin
tek tecellisi olmamalı ucu yanık piyesin arka sahnesinde ışık tutan o sıradan
bir işçi.
Sıradan.
Sıra dışı.
Gerçek.
Soyut ve boyutsuzluğun hengâmesinde
göreceli bir kehanet iken kaderin tutturduğu yol harfler yer değiştirmesin diye,
tüm yorgunluğum katlanıyor.