Titrek izlekleri var
olmazın oluru üç beş cümle iken cihana değişmediğim ve körelen umutlar kadar da
kaygan bir zeminde satılmış sıfatları tüm o nüansına kırık çanağın tef tutan.
Adamların sancıları var
oysaki doğmaz sanırlar düşleri.
Kadınlar ise iflah
olmaz bir yorgunluğu gölgeleyen şiddetli kovuşturmalarla fink atmakta
mutluluğun pergel bellediği o hezeyana yenik düşmüşken.
Birbirini sevmeyen
adamlar ve kadınlar.
Sevginin meyvesi olmaya
ant içmiş sübyanlar.
Tınısı fazlasıyla
değişken o çatal sesleri devrik mizaçlar iken ayan beyan satılmış bir şarkıyı
bellemiş iken mihenk taşı oysaki taş yerinde ağarır, dediklerine şapka çıkartan
evrenin huzmesi ve saf kan yalnızlığı mecazi aşkların…
Görücüye çıkan ne çok
cümle.
Söz kestiğim ne çok
şiir.
Edim bildiğim bir
kanatta yol almak ise pervasız yarınlara hibe ettiğim ne çok düş/üş.
Kırık zincirleri ve
paslı pedalları ile özgürlüğe kanat açtığım kırık bisikletim.
Saf kan yalın ruhum.
Baş göz ettiğim
doğmamış çocuklar ve evrenin istikrarına atıfta bulunan nice münafık ki
aldatılmışlığın çetelesini tutmaktan yorgun düşmüş olsa da şeytan iz süren
meleklerden kesmemişken umudu Tanrı.
Düşüngeç simsarları.
Aşk pazarı o
yalıtılmışlığı ile nöbet tutan aşk bekçileri ve aşka dair bir özlem yine
beşerin telaşında nükseden hüzünlü bir şarkı…
İsyanları saymıyor/um
bile: Öncesizliğin yoksunluğunu giymek olsa da tek coşkusu beynamaz gölgelerin,
indinde saklı onca nidayı da savuruyor gök kubbe ve ıslaklığı rahmet bilmenin
verdiği huzur ile kanatlanıyor günce yüklü ikbaline sığdırdığı maziyi de yâd
etmenin verdiği haz ile döküldükçe dökülüyor yaprakları boynu bükük ağaçların.
Çalıntı aşk kimisinin.
Kadehler dolup
boşalıyor.
Ruhlar zaten delik.
Ve irdeledikçe aşk’ı insanoğlu
işin içinden çıkamadığı o hezeyanda katlanıyor benlik ve yürek.
Sıradan olmamalı oysa
adına aşk dediğin.
Pespaye bir gölgede
rehin verdiğin cümleler ise kaderini ören ve pişkin bir silah ise beyan
edilmemiş her sözcük yüreği delen, tüm insanlık tehdit altında.
Göreceli bir sağanak
belki de tutulası hele ki hazana atıfta bulunan gıybet kuşları iken rötar
yapan.
Bir tehdit belki de bir
imge ve sırdaş bir yalnızlığa tünemişken yürek hem de sağalttığı ile yetinmeyip
acıyı yutkunmaya doyamazken titrek yürek.
Sefil bir im’in terk
edilmişliği ve kayıtsızlığı boca etmekle eş değer yine sancılanırken gece.
Soyut cümlelerin
damarlarında dolaşıyorum.
Aklı evvel imlerin
tezahüratında sancılandığım doğumların minvalinde kırık belki de sıra dışı bir
günden arda kalan.
Edimlerin silik
izleklerine sığındığım yetmezmiş gibi mecburi istikametlerin de en kıdemli
yolcusuyum.
Sarmalında iklimlerin
ve sarıp sarmalamak kadar da akılsız bir imin tehdidine aldanıp koyduğum
kaçıncı nokta.
Sıradan hayatların sıra
dışı hikâyeleri kadar da aklın almadığı ve bir bir irdelerken kaderin telaffuz
ettiği onca acıdan da nasiplenip.
Bir kereden ne mi
çıkar, demek asla da akıl karı olmamalı.
Dünden kalma olmalıyım
ama midem de boş ruhum da o denli sırnaşık bir tekerlemenin muzipliğinde demlendikçe
günbegün.
Yeni yetme bir düş
olmasını dilediğim ama kemale eren gerçekler demektense boşluğun girdap
bellediği tevafukun da yardımıyla yükümü taşımaya dair her densiz günde
eklenmesini arz ettiğim ki beyanatsız olsam da buyur edilmediğim ne çok sofra.
Mükellef bir sistem ve
eklediğimden ziyade sınır dışı edildiğim belli ki ihlal edilesi bir duygu kadar
da karmaşık zihnin akıl oyunları.
Tik tak.
Tek bir ritim…
Tıp tıp tıp.
Bozuk düzenin gözyaşları.
Tık tık tık…
Merhaba: Ben hüzün,
evde misin?
Belki de belirsizlik
iken hüküm giyen hangi sağanağı yok saymak olası ölesiye severken hayatı.
İkilem yüklü bir sevda: Ölümüne sevmek ama vazgeçmemek yaşamaktan…