Malın, mülkün hemen hemen her şey olduğu bir sistem içinde; malı mülkü olmayanların (poşet içinde verileni irade oluşla tanımak dışında) ne iradeleri olurdu ki? Poşet türü inayetlere ikna olmazla tarihi bilinç sahibi on kişi olsun. Yüz kişilik bir etki alanı içinde tarih sellikten yoksun, dogmacı ve fatalist (yazgıcı) olan 90 kişilik irade karşısındaki tarihsel bilinçli on kişinin iradeleri, ne ola ki? Bir şey olabilecek düzeye gelindiğinde de süreç, bambaşka frekans salınımlarına geçmiştir.


İlahi dinler de tıpkı köleci sistem gibi ön ittifakın insanına, insan demeyecekti! Çünkü dinlerin kendileri dahi, savundukları köleci sistemin mana anlayışı olmanın ürünüydüler. Köleci sisteme karşı çıkmıyordu. Sadece köleci sistemin sertliği içine acıma, merhamet, sadaka, bağışlama gibi köleci basıncı düşüren anlayışları ikame etmekle; kendi dinamiği içindeki sıkışmaların "islimini atmakla “El” muktedirliği yeni" oluyordu.


Yeni olan El, davetini; yine El baal, El-ilah, El Hübel- El uzza, El Lat üzerinde ki kimi çevre kültürleriyle uzlaşarak yapıyordu. El, bu alana, bu mana isimleriyle seslenemez ise zaten hiç bir şey yapamazdı. Alan içindeki öznel zihin kalıpları El anlayışına göre biçimlenmişti.


El çevre kültürleri içindeki Kudüs panteonlu tapınak çevresine de seslenecekti; Kâbe panteonuna da seslenecekti. Kendilerine gelen zamana göre anlam içerikleri unutulmuş olan eski topluluk adı olan söylemler içinde insan tanımı olan; incire de, hurmaya da, zeytine de ant (kasem) edilip; kisraya da; Roma lejyonlarına da El ağzıyla hitaplı olunacaktı. Merkezden çevreye doğru yayılmacı siyasetin kuralı buydu.


İnsandaki tarihsel inşacı insan olma bilincinin El inşacı olan mana anlaması içinde ön ittifaklı insanın tanım anması; köleci kul kavramıyla asimile edilmekle, unutturulacaktı. Ön ittifakın ayrılık gayrılık olmadan ortak aşma yapması içinde mana veya anlam olan insan tanımı; 1789 hareketinden günümüze kadar siyasal, sosyal ve giderek ekonomik eşitliğini aramakla hala bulmuş değildi.



Eşeği bulunca sevinecektik. Ama yiten eşek, onca kutsal değerler altına gizlenmişti. Olup biteni görmek son derece tarihsel bilinç isterdi. Tüm kutsallıklar büyük oranda eşeği gizlemek için ortaya konmuştu. Yitirtilen bulunamayacaktı. El inşacı mana anlaması içinde ön ittifakının insanına artık kul-köle anlamına nas diyecekti


Âdem dahi kendisine köleci tanımlı insan denmemesinin geleneği içinde sanki ön ittifaklı insan olmasını unutmuştu. Âdem’e "eleste birabbikum" deniyordu. Grup temsilciliği hüviyetli olan O da çoğul biçimde “evet sen bizim rabbimiz (sahibimizsin) diyordu. Buna karşın Âdem ağzındaki seslenişle grupça bölük bölük iman eden her bir totem gruplar da, ön ittifakı olmuş ilahi gruplar da, kendi kendisine yetkilenen El divanında; “ biz de senin kullarınız veya köleleriniz” demekteydiler.


Adam aitli soyun ilah mantığı; köleci inşa bilinci olan El mantığı içinde kişi sel mal mülk sahipliği oluşun mana inşasına dönüşecekti. Her biri bir El, olan egemen sınıfla kulluk kölelik sözleşmesi (iman mukavelesi) yapıldı. Bu imanca ahit mukavelesi boyunca ortaya konan süreç çelişkileri karşısındaki direnciyle Adam soyu iman ahdini unutan kişiler soyu temsilcisi olmakla mana edildiler.


Adam söylemli manadaki tümledir kasıttaki adam sözünde gerek ön ittifaklı ahit imanını; gerekse köleci sistemdeki El manalı ahit imanını unutur olmanın nisyanlıkları ile malul; olduğu söylenecekti. Adam, “beşerdi bu ahdi vefa imanını da şaşardı”. Bundandır ki köleci mana ve onun öğreti kutsamaları adama ve adam aitlerine ön ittifaklı tanımla insan demeyecek, Âdem ve Âdemoğlu diyecekti. Siz bakmayın şimdiki ha âdemoğlu, ha insanoğlu denişlere. Burada tarihi bir bilinç kaybı vardır.


Daha sonrasının çatışmasını uzlaşmak; çatışmayı yakınlaştırmak için efendi köle ayrımlı sınıf farkını yumuşatmak için ön ittifakın insanına aynı kökten gelme, birbirine yakın olma anlamına uns, ins, unase gibi anlamlar söylenecekti.


Bu uns, ins sıfatı insana köle olduğunu unutturmuyordu. Çünkü ins kavramı kul olma anlayışı üzerindeki devinimleriyle ifade ediliyordu. Daha önce belirttim; bu koşullu öğrenmeydi. Yani insan insanlığını kul olmasıyla birlikte kavrıyordu. Kul insan olmayı pekiştiren olmakla daha önde bir baskı ve basınçtı.


Bu tür manalarıyla koşullandırmalar, köleci düzenli alan etkisinin içinde köleci alanın maldan mülkten yoksun insanıyla; mal mülk sahibi insanların birbirine olur çelişikliklerini söyleşiyordu. Bu çelişkin karşıtlıkla söylemler içinde birbirine karşı her duruma açıktılar.


Bu açık oluş halli koşullarda duyulan tedirginlikleri nedeniyle “aynı kökten gelmeyi söyleyen ins veya uns” ulamları alan içindeki sınıfsal tedirginliklerin üzerini örtmek için de söyleniyordu. “Aynı kökten geliş” olan ins ile hem insan olmada eşitlik fikri; hem de sınıfsal çelişkiyi örtme gayreti ortaya konacaktı. Bu gayretle sözcüklerin her iki anlamı içeren alan yansımaları içinde kullanılmalar olmalarıyla bu kavramların anlamca geliştirilmelerine başlanacaktı.


( Alan Etkisi Ve İnsan 7 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 2.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu