SALT OLANA ÖVGÜ


                                                     Önce geçiciliğin hüznü çöktü yüreğime. Bir’den biten her şeye yas tuttu ruhum. Ben, yiten ve yitişinden yenilenen bir mahluğum…


 


                                                       Yaşanan anlardan kalan anılardan örülen bir sır idi yaşam. Bünyesinde biriktirdiği ölüşlerle tükenişe giden bir kısır döngüden başka neydi?


 


                                                       Öyleyse bu döngüde dönen ben, her an değişen ve yenilenen düşüncelerden ve idrakten, her an ölen ve doğan hücreler bütününden,  her an akan yaşam ırmağına ikinci kere aynı beden ve ruhla giremeyen ben, değişim üzre kurulu, değişimi anlık ölüşlerle ve doğuşlarla dolu, bu evren içre bir evren…


 


                                                   Öyleyse ben, geçip giden, akan evrenimde, tükenişe endeksli bir varoluş biçiminden başka ne olabilirim? Nasıl olabilirim?


                                                     Benim olmam, ölmem demektir her an; ve sırf bundan, ölmem, ne olmamı yok edecektir; ne de olmam, olamayacaktır asla, ölümü barındırmayan.


 


                                 Böylece, değişim büyüsünü sürdü yüreğime… 


                                                Ve anlayan ben, tükenerek türemek, olmak demek olduğundan olsa gerek, olmak, değişmektir, dedi başlı başına…


                                              Ve anlayan ben anladı ki, değişimden uzak, salt bir oluş, yokluktan, ölümden, geçip gitmelerden münezzeh Mutlak varoluş, hep uzak olacak kendinden, evrenden, ve her şeyden…


                                                  Tüm oluşları besleyen


 


 


                                                                    DAĞ


Adam, cennetin cehennemin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Ona dediler ki, uzak bir ülkede yüksek bir dağ vardır. Bu dağda derin bir mağara… Öyle derindir ki bu mağara, yerin, bir insan için inilebilecek en derin yerine iner. Orada bir bilge yaşar. Cehennemi en iyi o bilir. Ve o dağ, öyle uludur öyle uludur ki, zirvesi, yerin bir insan için çıkılabilecek en yüksek yeridir. Orada da bir bilge yaşar. Cenneti en iyi bilen de odur.


 


Ve adam gitti uzak ülkeye. Buldu ulu dağı. Mağarasına girdi. Günlerce indi yerin içine. Ve en karanlık, en alçak yerde, bilgeyi buldu. Sordu ona, cehennem nedir? Bilge şöyle bir baktı karanlık gözlerle adama. Baktı. Cehennem nefsindir, dedi. Ve karanlığa sindi der demez, kayboldu gözden…


Adam cevabı düşünerek mağaradan çıkmaya koyuldu. Günlerce ilerledi yine. Ve çıktığında, birkaç gün dinlendikten sonra dağın eteklerinde, zirveye tırmanmaya başladı. Cehennemi anlayamamıştı. İnşallah cenneti anlarım, diyordu içinden. Günlerce tırmandı. Ve güneşe en yakın, en yüksek yerde, bilgeyi buldu. Sordu ona, cennet nedir? Bilge şöyle bir baktı adama ve dedi ona parlayan gözleriyle, cennet nefsindir. Ve ışıkta kayboldu.


 


Adam şaşkın, kalakaldı. Büyük bir hayal kırıklığı içindeydi. Bunca yolu bunun için mi aşmıştı. Anlayamadığı şeyleri duymak için. Neden sonra inmeye koyuldu zirveden. Dağın eteklerine yaklaştığında bir çobana rastladı. Selamlaştılar. Çoban, nereden geldiğini sordu yabancıya. O da anlattı hayal kırıklığını. Çoban elbette öyledir, dedi bilen gözlerle adama, neden anlamadın ki. Bilmez misin, küçükken bana babam söylemişti, ona da babası söylemiş, bu dağ nefsindir.

( Mana Aleminin Gücü - Meseller 6 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 3.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu