Şu bile bir gerçek ki; "cami eksenli tavırları kullanıp ta sonra da unutmuş gibi olan hareketlere düşünen biri oluşla isyan ediyorum" yargısını söyleyen analiste ait söylem, eni boyu analitik olmayan maksatlı karma katma bir yargıdır.

Söz gelimi Anzavur ayaklanmasının da; Delibaş ayaklanmasının da; Bolu Düzce ayaklanmalarının da; Şeyh Sait ayaklanmasının da vs. dini kullanmış olmaları nedenle ayaklanmaları meşru bir ayaklanma mıydı?
Bu ayaklanmaların da dini kullanmakla genel yararın aleyhine oldular. Meşru olan yurt savunmasına karşı ihanet içinde oldular.

Neden "sanki bunlar yokmuş gibi düşünen biri oluşla" isyan etmiyordunuz? Bunları dini anlayışın kendi mantığıyla söyleyelim. Din; kefere dediği ya da haçlı zihniyeti dediği düşmanların yurdumuzu işgaline cevaz mıdır?

Yurdun Kurtarılması Düşüncesi içindeki kurmayların halka aktardığı dinamik düşünceler vardır. Dinamik düşüncelerden birisi de önem olanla, önemli olandı. "Kurtuluş hareketinin ihmalci olmasına! insan olmakla tepki gösterdiğini" söyleyenlerde bu mantık yoktu. Bunlar igfali (igfal edilmiş) olmalarının dışında, mantıkça da kara kucaktılar.

Kurtuluşlu Düşünce içinde dini esas alan çalışmalar bir önemdir. Ama önemli değildir. Kişiler ister dinli olsundular, isterse dinsiz olsundular; önemli olan vatandı. Vatan dediğiniz de üretim ve paylaşım alanınızdı. Yaşama alanınızdı. Yaşam bulma alanınızdı. Hayatınızı güven içinde idame ettirmenin yeri olmakla; işgale karşı yurdun kurtarılmasının eylemiydi.

Yani önemli olan yanında önem ittihaz (sayma, kabul etme) olunmaz. Önem olan şey, sürecin asıl nedeni değildir. Çünkü önem herkes için (yurt savunması gibi-hava alma gibi-yaşama gibi vs.) önemli değildir. İşte düşünen olduğunu söylemekle, kurtuluşlu kurmaylara ve devrim süreçlerine isyan edenlerin analiz edemediği yer burasıdır. Bahane neden olanı, şahane neden olan yerine koymalarıdır.
 
“Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe verişle, Allah'ı ve dinini; toplumun Müslüman kimliğini kullanan, Kuvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar, hiç olmamış gibi anlayışça düşünmeler karşısında insan olarak, düşünen olarak tepki gösteriyorum” diyen mantıktı.

Bu türcü söylemler en cahil söylemlerdir. 1000 yıldır halkı ümmetçi yapı içinde tutumla tınışlarla, ümmetçi bir mantıki anlamalarıyla ve ümmetçi inançlı bir mantıki söylemlerden oluşturduğunuz insanlarınızı, her halde; insan hakları beyannamesi ile izafiyet teorisi ile evren sel ilkelerin ışığı ile kurtuluşun felsefesini inşa etmenin birliğine çağıramazdınız. Ümmetçi anlayışa göre mülk, Allah’ındı. Mülkün sahibi, mülkü dilediği gibi kullanır ve tasarruf ederdi.

Mülkün sahibiyetliği, Allah eli ile önce peygamberlerindi. Peygamberler eli ilende peygamber soyu halifelerindi. Bunlara itaat edilir. Bunların çağrısına uyulurdu. Bu Tanrı sözüne uyma hükmündedir. Bu türden’ ulül emre itaat’ zorlaması, bu tarzdan bir sözdür. Bu bir mümin için yükümdü de. Tanrı’nın olan yönetme hakkı ve egemenliğin (otoritenin) gücü, halifelik makamı yoluyla Osmanlı padişahının olmuştu! Bu çağrıyı padişah yapacaktı, ama orada ses yoktu!

3Tehlike altında olan mülkün, tehlikede olduğunun kararını da, mülkün savunulması çağrısını da, din (şeriat, Tanrı, Tanrı adına halife olan padişah) yapardı. O günlerin sevgili Mustafa Kemal’i halife de olmadığına göre, halkı savunmaya nasıl çağıracaktı Savunmanın meşruluk mantığını halka, nasıl gerçekleyecekti?

Halk, yurt ve mülk sevgisini bu ümmetçi sembolizm üzerinde ancak kavrıyordu. Gazide bu inanç mantıklı aracı ve bu aracın yayıcısı icracıları olanlar eliyle iş birliği yapacağı, apaçık değil mi? Bu tür yollar, sizin geçici kiralık konutlarınız gibidir. O günlerde, halkın direnişe, bu semboller üzerinde çağrılmasından doğal, ne olurdu ki? Zaten aksi tavır içinde olmak, akla muhal olurdu.

Böylesi aidiyeti söylemlerle halka seslenmek, halkın deviniş kavramı içinde içkin olan bir potansiyeldir. Ve böylesi seslenmenin de halkı, toptan harekete geçiren anlayışlardan birisi olduğu da, çok açıktır. Böylesi ortam sözleri, halkın kendisince alışılmış inanılmıştır. Halkın belli değerler etrafında, harekete geçer olmasındaki, bu gerçekliği de bu eylemleri belirtmektedir. Bu söylem aynı zamanda da zımnen de olsa halkın bir izansızlığını da ortaya koymaktadır!

Bu tür söylemi yapanlar bunun farkında mı acaba? Aynı zamanda bu demektir ki eğer halk; ’Cami, Allah, Kuran denmese idi, hiç bir zaman kimse davranmayacaktı! Bu insanlar da ne vatan sevgisi vardır ve ne de vatan savunması, fikri yoktur!’ Gibiden çıkarımların denir olması da, yukarıdaki sözün açıkça ve gizli söylenmesi kapsamında olan, imalar yapar olma, anlamına da gelmektedir.

İşte bu tutum da, süreci tam anlayamayıp, karşı hareketi, sürece monte eden, genellemeli yanılgı ve diretmelerden bir örnek tutumdur. Bir kere, hiç bir din kalıcı bir uluslaşma süreci yaratamaz. Ancak bu uğurda siz genellik taşıyan bir karar almışsanız, bu aldığınız kararın yayılma ve yaygınlaşmasında kullanılabilir.

Bu kararın halka kabul ettirilmesinde ve kararın vektörel bazdaki, aidiyetçe eksenleştirmesiyle, bu alanın içine inançlı kişilerinizi katıp, halkı yönlendirir olabileceğiniz yollardan, tutulacak yol araçlarından, sadece birisi de inanç olabilir.

Şiir içindeki, şiir boyunca süren, ironiyi görmezden geliniyor. Şiire değin eleştiri olan konu, din ve cami eksenine çekiliyor. Konu insanlar düşüncesinde hassas olanın konumuna oturtulmaktadır. Bu türden anlaşmazlıklar, bu tür çalışmayı, ziyan okumaktır.

Bu tür gayretler kendi kendimizi paralize etmektir. Uyuşmaktır. İnandırılmış olmamızla yüzleşip, kendimizden ürkmektir. Şiir çalışmasının içeriğinde bu tür hassaslığı hedef alan konu yoktu.

Hiç söz konusu da olmadı. Düşünmedim bile. Ama bu vesile ile ben de bu konudaki fikrimi belirteyim. Çünkü bu türcü sığ anlamalar, ileride karşı devrim olacak bir yanılsatma, olmaktadırlar!

Eğer siz Kurtuluşlu süreci bu türden din, cemaat söyleyişle olan ekseni bakışlarla anlarsanız süreç farklı yansır. Kurulan cumhuriyetimizi, özgürlüğümüzü ve dahi bağımsızlığımızın felsefesini; kendi gayesini, kendisine odaklı nesnel bir eksenleşme olaraktan göremez isek yanılırız.

Yani Kurtuluş savaşımız bize rotasız ve direksiyonsuz bir süreçmiş gibi görünür. Direksiyonsuz süreci bir araba gibi düşünürsek; arabanın tekeri, aksı, şaftı, rotilleri vesairesi taşıtı bir yere doğru götürürdü. Ama araç nereye giderdi?

Sonuçta arabanın kendi kendisine işleyişi aracı uygunsuz olacağı bir yere doğru götürür. Araba dereye giderdi. Ya da, az ileride; kitlelerin gayesi olacak yoldan, çıkardı. Hedefsiz bir sürükleniş olurdu. Direnişlerin; vatan vaazlarının; komutanların tutumlarının böylesi rotasız oluş içinde kontrolsüzlükle, her kafadan çıkan bir sesle; bir hareketin gideceği hiçbir yer yoktur.

Görülmektedir ki bu tür söylemler, din iman eksenli, dünyayı tek tip at gözlüğü ile gören bilinçsiz söylemdirler. Daha baştan bu tür eylemlerin çekim alanının olduğunu görememektir. İkinci olaraktan da, bu tür eylemler odak eksenli olduğunu bilseler bile, kendi amacını ve gayesini taşıyamayacak sanıp süreci mutlak keşmekeş olur sanmaktır. Gibisinden anlamalar çıkarmak olasıdır.

Böylesine rotasız hareketler, fevri ve akim kalmaya mahkûmdu. Hareketin yönetimsiz işlemesi, bu gibi örgütlenmeler kendiliğinden hiç bir işe yaramazdı. Ancak böylesi bir girişme, kurucu iradenin konuya yoğunlaşmasıyla süreç belirgin olacaktır. İleride bu kurucu iradenin ortaya çıkışına değinilecektir.

Sevgili Gazi’nin hareketi, bir karar kılıştır. Ve yönlendirir, oluştur. Yani açıkça rotadır. Diğer unsurlar bu hareketin izleğinde olmakla rota ile uyumlanmış olup görevce yüklenimdirler. Diğer unsurlardan kastımız halktır, ordudur, camidir ve din iman hitaplı söylemleriyle diğer fevri direniş örgütleridirler. Donanıma finansör oluşlardır. Bunlar işin organizesi gereği, yönetimle paylaşılan, uzlaşıcı tedariktirler.

Elbet, sayılan bu sosyal oluşumlar olmasa, süreç de hiç yaşanamazdı. Ama sürecin yol alması için gayeye uygun malzemenin, amaç doğrultusunda kullanılma bağıntısı unutulmamalıdır. Nedenli oluş görmezden gelinirse; elbette böyle bir kusurlu genelleyici uslamlamaya da, gidilirdi. Aksi halde, organik unsurlar, denetimsizken başıboşken, genelce amaçları olamaz ve fevridirler.

Kendiliğinden oluşlar kontrol fren mekanizmalarını oluşamazlarsa verimsiz olurlar ve genel amaç doğrultusunda çalışamazlar. Kontrol fren mekanizmalarını direksiyonla, rotayla yön alırlar.

Kontrol fren mekanizmaları tıpkı PC deki işlemci gibidir. İşlemci olmayınca, bilgisayar çalışmaz mı? Rahat çalışır, ama işlemlerin ve işin ne şekilde yürüyeceği; işin nasıl ve hangi sıra ile hangi zamanda ortaya çıkacağı ve amaca uygun çalışıp çalışmayacağı, hiç bir zaman mümkün olmazdı. Bir bilgisayar da işlemci denetimi olmadığında programların birden bire, aniden belirmesi ile trafik kilitlenirdi.

Akmayan bir yolda kontrol fren mekanizması olan trafik polisi bir işe yaramazdı. Akan bir yol da, trafik polisi olmadan kilitlenirdi. Yani işlemcinin bu işleri yapabilmesi için de, diğer bilgisayar donanımlarına (halka, maliyeye, orduya, cami örgütlerine vs.ye) şüphesiz ki en tabiiden ihtiyacı vardı.

Elbette cami hutbeleri de, genelin amacı doğrultusunda yol tutacaktı. Bu camiye verilen söz değildi. Yurttaşlarıyla birlikte onurlu bir yaşamın var olmasıydı. Dahası işlemcisi Mustafa Kemal hareketinin yönlendirmesi sonucunda bir görev alıştırlar.

Ve milli oluşum ile yararlı faydalı şekilleniştirler. O gün iki rotalı, iki başlı idik. Birisi Anadolu yönetimiydi (İşlemcisiydi). Diğeri de asıl sorunun kendisi olmakla payitaht ta denen İstanbul yönetimi de olan (işlemci-direksiyon da olan) padişahtır.

Unutulmasın ki padişah iradeli işlemci rotası da camiye vaaz verdirip; şunu söyletiyordu.  “Kuvva hareketi, Moskof hareketidir. Bir dinsizlik hareketidir. Bu nedenle katledilmeleri vaciptir” deniyordu. "Padişah, şeyhülislam imzalı talimatlarla " kuvvacı hareketi asice bir isyan gösterdiler. Ve bu kutlu isyana ihanetçi eylemler kalkışması” dedirttiler. Bu tür olumsuz ihanetçi düşünceyi halka yaydılar.

Sevgili Gazi’ye olası olacak teveccühü de böylece önleyen fikirleri camiye lanse ettirdiler. İşte kimi camiler padişahın güdümünde iken, kimi sağduyulu cami yönetimleri de halk hareketinin yanında idi. İngiliz uçağı ile ve de şeyhülislam eli ile din adamlarına ihanet bildirileri dağıttırılmadı mı? Bu tür cami hareketlerinin elbette tüm camilere şamil bir ihanet olduğunu söylemenin toptancılığı yapılamazdı.

Elbette ki böyle bir yaklaşım akla ve gerçekliğe aykırı olurdu. Olaylar gösterir ki cami hareketleri hangi irade adına konuşurlarsa konuşsunlar bir türden irade içinde olmayacaklarının açık kanıtıdır. Bu deney camilerin dahi bir tek odak ekseni estiremeyeceklerinin açık ve net işaretidirler.

Bu türden, abartılan cami eksenli anlayışları biz ne çok büyükseyeceğiz; ne de çok küçümseyeceğiz. Sadece yolun kullanım araçlarından birisi olduğunu bileceğiz. İnançlı kitlenin büyük bir kısmının yeni oluşan Cumhuriyet yönetimiyle ve uyumla çalıştığının söylenmesi de, elbette bir erdem ve gerekliliktir.

Burada unutulmaması gereken şey koca hareketin cami mantıklı örgütlenme içine indirgenmez olması değerlendirmesini yapmaktır. Eğer cami bir eksense o zaman komuta kademesine ne gerek var.  Cami savaşmaz ve bağımsızlığın felsefesinin içindedir. Aksi halde bağımsızlığın felsefesi cami ekseni içinde değildir. Bunları karıştırmamak gerekiyor.

( Kurtuluşun Felsefesi 18 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 30.04.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu