Eş zamanlı düşüşlerden
geçen elsiz kahramanı hikâye erbabı düş sakini imgelerin bir de konaklamış
bazense teğet geçen özürlü gecenin dipsizliğine meyyal bir tümcede
kıstırılmışlığı yine insan görünümlü şiir âşıklarının.
Bir beyitte kaykılmış
zamansa artık bir düşten sızan ince aryalar belki kimsesizliğin coğrafyasına
ayakkabısını ters giydirmekle iştigal şeytan görünümlü melek kıvamında harici
gölgelerin.
İçsel dokunuşlarda bir
sureyi sindirmek derinden derinden sonra da kendine Tanrı vasfı konduran gölgeleri
sır belleyip sükûta eren hazin ruhun hacizli sunumu yine ihya edilesi bazense
racon kesen bir kabadayı görünümünde o solmuş gülün iç burkan rengi.
Özrüne vakıf her insan
gibi aslında olması gerekeni es geçip olup ile olmamak arasında gel-git yaşayan
hezeyanlı sancağını tepeye dikme arzusu yine şeytani bir tebessümün yok
sayıldığı mı yoktan var eden Yaratıcını ağrına giden o sunturlu isyanı yine
münafığın dilinden çıkanla yüreğindeki gizem örtüşmezken varlığını inkâr
edenden mi müteşekkil evren?
Bir hikâye ile ne zaman
kesişse yolu anlatıcı dilinde bir anlamsa bulmakla devinmek arasında göreceli
bir tanı iken yine yazarın yalnızlığı.
Bir hutbede tutuklu
yürek.
Bir mevta iken
yazılmaya aday her şiirin cürüm yüklü kanıksadıkları bir de eşkalini verip
sonra da pişmanlık duyduğumuz duygulardan kaynayan bir kazanda biz hala aşkı
eritmekle yalamak arasında bir lolipop ayrıcalığı ile çocuk neşemizi saklı
tuttuğumuz…
Israrcı oysa kalem hem
de nasıl.
Islak bir havluda
kurumaya aday bir yaprak mı da gülün solgun ve ölgün dirayetine toz
konduramazken en dikenli ağıt ve derken tüm görkemiyle evreni sallayan aryaları
İlahi Aşk’a nazire eden bir bedevinin boyutsuzluğunda yine kalburüstü bir imge
arayışında iken hacizli o hikâye mağduru üvey anne…
Göllerin durgunluğuna
aldanıp da… ha, bir de çağlayan pınarları kurutmaya aday iken insanoğlu ve
derken meşakkatli bir sunumu beyan edip şair çekilirken köşesine yanına çentik
attığı her ölümlü aşkı sır belleyip serde de kusur etmezken üstelik yücelerin
yücesi derken kıymet bilmez bir faniye de saygıda kusur etmezken…
Varlık sızıntılı yok
oluşlar.
Yokluk mağduru varlığın
katsayısı ve ince ve de usturuplu bir desturu bağışlarken Yaratıcı…
Ve işte çıkış noktası
yazar kundaklanırken gecenin boykotu tarafından bir de şiirlerin geçkin kadınlara
nazire ettiği o bayat ve ölümlü aşklar…
Tüm gölgelerin canı
cehenneme… demek bile isyan pazarında tövbe misali biz hala kazmaktayken kuyuyu
ince uçlu bir iğne ile ve bir somun hüsran bir de bozuk bir kalıp peynir misali
hala ara öğünleri geçiştirip abanmışken o mükellef ziyafet sofrasına…
Bir yanımız melankoli.
Bir yanımızsa kırgın.
Her yanımız çoktan
bulanmışken aşka ve bir de deminde bir türküyü o çığırtkan hikâye anlatıcısına
bağışlamışken yine çalınmadık hiçbir şarkı kalmamış olsa da.
Tümden gelen ama
damıtılmayı bekleyen belki de hiçliğin vakur tınısında varlığımızı hibe
ettiğimiz ya da yetim bir düşe yelken açan ölümlü bir mayıs gecesi biz ki
kırılgan ve biz ki somurtuk oysak aşkın reveransı ile kucaklarken yeni günü
ılık bir Mayıs sabahı.
Özürlü cümlelerimin
yalancısıyım.
Belki de ölümüne
sevdalıyım hayata tüm siyahını da boykot ettiğim çetrefilli söylemlerin
nazarında başıbozuk bir imge kadar kıymete binmiş olsam keşke.
Ya siz?
Ya sizin maruzatınız
ne?
Ya da boş verin gitsin.
Mayısın yüzü suyu
hürmetine hoşça kal hazanın endamından yoksun olsa nisanda kalan tüm acılar.
Göllerin durgunluğuna
asla aldanmayı ha hem belli mi olur siz de yakalanırsınız arsız bir bahar
aşkına üstelik tümlenen benliğin kıyama durduğu nice surede bir çiçeğe dahi
âşık olmak olası iken tüm hüsranı gömdüğümüz bir karış toprak kadar kutsal iken
sevdalandığımız…