Zan koy, sus bil, ses et, sağdan sola
say birer birer.
Tefekkürde bir çağrı, radyoda
çalmayan şarkılardan derlediğim buketin iki yakası bir araya gelmez iken
emeklinin pazardaki ifratı.
Zırnık selam vermeyen düş bekçileri.
Kapıda nöbette, sihri yine saklı yürekte… kamberli düğün her şiir, her şehir
bir de kafir gölgelere sor beni.
Anne… tahakküm zincirine son darbe.
Dost denen yegâne bedelde saklı tut
sevgini de ökçeni de dindir aşağıya, sev bile bile sevilmediğinin hatırına
kapıp koyuver de yaşlarını, tüm yaslarını saklı tut can pazarında ölü
seviciler, ihanete uğrayan eşler, babasının nezdinde milyarlık yüzüklerle
anneye en ufak hediye yine özel yine özenti tine özerke yine evet, yine… zinhar
yalan/mış sevgiler… deme sakın, tut içinde nefesini boğulacağını bile bile yut
büyük lokmayı yeter ki ses etme.
Kaçıncı koğuş?
Kaçıncı terane?
Kaçıncı istihbarat?
Kaç kere ölür insan üstelik
Süreya’nın şiirlerinde o derin yakarış anneye ve kadına.
Tanrı hatırına sus, tut dilini ama
salıver gözyaşlarını.
Hazin çok çok… hazan yerine geçmiyor
artık dört deli mevsim: her gün sen gibi ve her gün sensizlik, her gün düne
gebeymişçesine an’da saf tutan saat dilimi… böl, böl ve çarp üstelik sıfırla çarp;
çarp ki yutsun sıfır kainatı.
Yuttum.
Yutuyorum.
Unuttum gitti.
S/ağır gölgelerde kayıp mecalim.
Ağır aksak adımlarında yorgun
eşrafın.
Umudun dirildiği son hücrem, içine
kapandığım tek hücre.
Ölen hücrelerim, ölen yetilerim, ölen
çocukluğum…
Ölümüne sevdalıyım hüzne demek mi
kırık tekeri döngünün?
Sürç-ü lisan eylediğim her şiirden her
şehre merhaba yine tutarken İstanbul’un güncesini sen düşlerle, bensiz hangi
kelamsa andığım ve arındığım bir şiir daha hele ki bir de İstanbul tadındaysa
vay halime…