Ortak sırlarımızı satılığa
çıkartıyorum olmadı kiralayabilirim de. Belki ufkumda belki utkumda yoksa
içimde ukde kalanlardan mı korkmalıyım?
Zaruri ne ise başımın üstünde yeri
var: önce ahlak bekçilerinin sonra gotik tanrıların sonra da hiçliğimi öğüttüğüm
ben-merkezcil ruhumda soyut bir aktarım adına.
Matematiğin soyut gerçekçiliği ve
somuta dayalı sunumu.
Zıt kavramlar ve zıt kutuplar belki
de kutuplaşmanın çatlak sesi.
Neyi ne amaçla yaptığımız değil
neyden kaynaklanan bir duruş bozukluğudur içimizin Şimali, göğün yalnızlığı ve
şairin kırptığı yıldızlar.
İç sesimin durağanlığında geçen kırk
yılın nihayetinde yazarak evrim geçirdiğim şu asırlık kaygılarımı da tümleyen
bir tümceyi ruhani bir edim belleyip, zafiyetlerimi dondurduğum.
Çömez şiirlerime çömeldiğim, kanatsız
meleklerime dua ettiğim aslında severek dirildiğim; surelerde hidayete
dokunduğum ve aklımın katmanlarında üreyen deyişler yine el yordamı dokunduğum
ve sevdiğim nice insan ve cehaletimi yargılayıp, bir tını kondurduğum hayatın
da durağanlığına rest çektiğim…
Kerelerce yanılmış olmak belki de
miadı dolmuş bir ülkünün değiş tokuşu yine o izafi yörüngemde, kâh çatık
kaşlarıma astığım notalar ya da ansızın içimden süzülen bol neşeli kahkahalar:
belki duyulmadığım bir ömrün de izdüşümü gerçeklerin gerçek dışı uzamında hayal
yüklü heybemi de boşalttığım şu izafi satırlar.
İyilerin resti belki de ve kötülüğü
mimlerken masumiyet, ben hala nasıl oluyor da korumacı bir kurama yaslanıp,
zayıflığımın gücüne de ortak çıkabiliyorum?
Kafa karıştırıcı olsa da bu ikilemler
sayesinde ayaktayım gerçi çömeldiğim ve güncellediğim rotam pek de abartı değil
lakin hafif meşrep söylemlerini cihanın görmezden gelip dayatıyorum iç sesimi
ve çömleğimde ne varsa bir bir alıyorum boşluktan ve asıyorum duvarına içimin
beyazında koyulmaya yüz tutmuş bir isyanı da bastırıp af dilediğim Yaratan
sayesinde düze çıkmanın verdiği huzurla, bir bir donatıyorum içimin
konfetilerine sahip çıkmak şöyle dursun sancağımı da diktiğim içimin en yüksek
tepesinde Kaf dağından uzak bir bölgede yine alçak bir rakımda sadece ve sadece
kendimle cebelleşip içimin kurağını bir ovaya dönüştürebilmenin verdiği haz
ile.
Ne de olsa insanlığın yapı taşı bunca
meziyet belki de yorgun ahkâmlardan arakladığım o iç ses ile tüm menfi
yönlerini içimin dalgalarına buyur ettiğim göreceli bir sığınak iken yine
düştüğüm yollarında hayat denen mecranın, mutluluğun da pek uzak olmadığına hem
fikir hele ki mevzu bahis; içimin ırmaklarında süzülen yetilerimin gölgeli
sağanağı olsa da bir tsunami kadar kendini bilmez lakin kendimi anbean bulmanın
verdiği şevk.
Zamanın tarhında, ödünç aldığımız mı
hayat yoksa bire bir sunduğumuz bir süreç mi? Göreceli zamanın görkemli kaybı
aslında kazanım babında her yeni yenilgi ve nihayetinde vakıf olduğumuz
gerçekler üstelik burnumuzun ucunda gelin görün ki; kaybettikten sonra kıymete
binen.
Sanatın dokunuşunda yine insan ruhuna
hitap eden o dingin mecra belki de Tolstoy’un bir söyleminde rastladığım şu
ufku engin o derin cümle:
‘’Sanatın asıl amacı, insan ruhuna
dair hakikatleri söylemektir, gündelik sözlerle söyleyemeyeceğimiz bütün sırlar
dile getirilmelidir.’’
Ortak sırlar.
Kolektif bilinçaltı.
Depresif bir tını mı yoksa kelam
üsteledikçe bizler de bir ömür iteklenmenin acısın satırlardan çıkarırken?
Gizemin da ayak sesleri hani;
söylenmedik ne kaldı diye düşünürken ansızın fark ettiğim o İlahi açılım: henüz
ne anlattım ki?
Sanat.
İnsan.
Birbirini tümleyen ya da ayrı bakış
açılarının dengeye geldiği yine de ikilemlerin ruhuna bolca rahmet
gönderdiğim/iz.
Ola ki izah edeyim; aklımın
kıvrımlarında dans eden buğulu bir düşünceyi biliyorum ki; tanı anında
konulacak sanırım hassasiyetin ölçümü bir anlamda ölçemediğim ya da tahmin
etmeyi sonlandırdığım tepkiler üstelik boyutsuzluğum zaman zaman şahsımı dahi
ürkütürken.
Hezeyanların dibinde körelmek hem de
ömür boyu ve basit detaylar yine ölçümün ifrata kaçtığı bu anlamda sayısız kere
terk edildiğim ve muteber sıfatlarla yolumun kesişip kaygılarımın da göğe
uzandığı ve derken aklımın çatı katında İlahi Gücün temasına haiz olup kendimi
unuttuğum belki de ertelediğim nice gölge ya da kaçındığım bu anlamda
yalnızlığın sunumu ile çoğaldığım gerçeği yine yazarak yine severek belki de
korktuğum yoksa sevip sevip sevilmekten yana mı korkularım?
Hayal kırıklığına uğramak şöyle
dursun hayal kırıklığı yarattığım ve içimin deforme olmuş katmanları ve parçalı
bulutlu göğün şanına yaraşır şekilde gerisin geri kaçtığım sonra da sözüm ona
sevginin çıtasını yükseltip, ya ‘’yeteri kadar sevmeyi beceremiyorsam’’
kaygılarım çıkmışken ayyuka.
Sefer tasına koyduğum dünün
kalıntıları ve küfleneceği yere kıymetlenen iç sesimle ortak bir dil geliştirip
kilitlendiğimden de medet umup, yüreğimin paslı kilidini teslim ettiğim
okuyucu.
Hoş bir enstantane.
Okuyucu kimliğimi erteleyip yazmanın
keşfine çıktığım kısıtlı bir zaman dilimi sanırım verimli olmasını arzu ettiğim
bir sarmalda ben hala neyin kavgasını veriyorsam üstelik içimin çatışmalarında,
o küçük kız çocuğunun ürkek bakışlarına da toz konduramazken…
Belki de yazarın o şaşalı ikilemi:
‘’Kötülerden tiksiniyorum. İyi
olmaktan da usandım. Bu ikilemi istemiyorum artık. Ama ahlak devrimini de
beklediğim yok. Şimdilik tek tesellim sanat, özellikle de edebiyat. Ne
yapabilirim bu durumda?’’ (Alıntı)
Biliniz ki son cümle benim eklediğim
bir soru ve eki idi sanırım tevekkül etmenin de gücünde ben yine yazarın
sorusunu yanıtlamak isterken.
Belki evreni ve olanları değiştirecek
güçten yoksunuz lakin bu demek değil ki; takılıp kalalım anda ve dünde.
Fevri bir sunum da olabilir yüreğin
akıbeti hele ki mevzu bahis; ufkun nazarında çıktığımız yolculuğun sarsıntısı
ile içimiz iki büklüm olurken.
Nedenler, niçinler.
5N1K.
Sanırım eklememiz gereken bir sorudan
ziyade cevapların olmadığı soruları yok sayıp ürettiğimiz hayallere sahip
çıkmak tıpkı ortaya çıkan sırlar gibi.
Beyazın siyaha çalımı.
İyinin kötüyü yok sayması belki de.
Muhatap olduğumuz yine içimizin
karesinde sunmak varlığımızı belki gecikmeli belki gereksiz ama bir şekilde
sunmak ve sınamak yine benliğimizi üstelik sınandığımızın da bilincine varmadan
hele ki en büyük düşmanımız nefsimizle olan restleşmemiz iken.
Bilmek aslında tek gerçeği ne de olsa
ipucu yine içimizde saklı üstelik bireysel kaygılardan arınıp sosyal
güdülemenin de bir sonucu iken varlığımızın şekillendiği.