‘’Acının kirvesi yalnızlığın sağdıcıdır şairler. Ve zaman en puslu gece de, acısı demlenen yüreğin katili...’’
Gamlı dağlarıma bile karlar yağarken, ben içinden çıkılmaz bir ruhi sıkıntılar ile boğuşuyorum. Yokluğuna bin delil getirebileceğim varlığımla başım dertte. Ne zaman bir avuç sevgi istesem, en önce ben terk ediyorum bulunduğum gemiyi. Aklımın ve gönlümün kamarasındaki yolcular şaşkınlık içinde. Sahiciliğine inandığım ve çoğu kez boş çıkan kış güneşi suretindeki hayallerimde bir başıboşluk. Geçecek dedikçe kalmaya meyil ediyor yüreğimdeki acılar.
Kavgaların ortasında kalan çocukluğum gözlerimin önünde. Kendisinden başkasına bir fiske bile vurmayan çocukluğum. Ve arka bahçesinde o bakir mutluluğun. Hiç bitmeyen bayram sabahları... Arkadaşlarla yapılan muhabbet. Demini tutan çaylar. Ah ne acıdır geçmeyen geçmişlerin yâdı.
Tükenmez ümitler biriktirdikçe içimde. Dertlerde artarda geliyor. Kalakalıyorum ortasında kederin. Kulakları sağır eden bir uğultu beynimin içinde, sabaha bir şey kalmaz dedikçe, en çokta sabaha denk geliyor hüznümün kal hali.
Zamana yayıyorum yaşadığım ne varsa. Keşkeler içinde bir çöp yığını acı geçmişim. Yeni yeni toparlıyorum ömrümün iskeletini. Yaşamadığım ne varsa yaşamak istiyorum. İçimde delice bir arzu beliriyor. En zoru da, seni ayakta tutabilecek tek dalında çürük olması. Daha ilk fırtına da inceldiği yerden kopması…