USTA BİR PORSİYON ÇÜRÜK!

     Adana’dan Kırşehir’e gelmek için bindiği otobüsle birkaç yerde mola verdikten saatler sonra Kayseri’ye gelebilmişti. Yıllar evvel belkide bir yaşındayken başkalarının kucağında Kırşehir’den Adana’ya katettiği bu yoldan şimdi” başına örülen bir çoraptan “dolayı yirmi altı yaşında kendi başına tekrar Kırşehir’e dönüyordu.

      Askerliğini yapıp geldikten iki-üç yıl sonra kapısına gelen bir polisin “asker kaçağısın” deyişine kadar iki nüfus kağıdıyla yaşadığının bilincinde değildi.

      Şakir’i babası henüz on üç-on dört yaşında iken “gelin hanımım Nürey e ev işlerinde yardım etsin “diye çok erken evermişti. Gelin çocuk,oğlan çocuk;derken bir yıl sonrada bunlardan olunca bir çocuk ;evde oldu üç çocuk..Neşet ağa torununu çok seviyordu,adını babasının adı olan Nuri koyduğunda hanımı Nürey buna “illa benim babamın adı olacak “ diye itiraz etse de nafileydi.

      Şadiye gelin ev işlerinde kaynanasına yardım ederken bıyıkları henüz terleyen Şakir’de babasına dükkanda yardım ediyordu.

      Gelin henüz çocuk yaşta olduğundan işleri kaynanasının buyurduğu şekilde yapamıyor ,bu yüzden de aralarında bazen huzursuzluklar oluyordu.Zamanla buna fazla dayanamayan Şadiye kucağındaki çocukla birkaç kez baba evine küs gittiyse de aracıların araya girmesiyle tekrar ikna edilip getiriliyordu.

       Bir gün Şadiye kaza ile bir kova sütü devirince kaynanasından hem azar,hem de birkaç kötek yedi.

Bu durum bardağı taşıran son damla olmuştu.Artık daha fazla katlanamazdı,kucağındaki altı aylık çocukla baba evinin yolunu tuttu.

       Şadiye’nin babası Çelebi usta çok fakir birisiydi,inşaat ustalığıyla ailesini zar-zor geçindiriyordu,çocuğu kabullenmedi,bir yakını ile Nuri’yi dedesi Şakir’e gönderdi.Çocuğu iki aile de kabul etmiyor,gelgitler arasında çocuğun nazik bedeni yara bere içinde kalıyordu.

       Çelebi’nin ev komşusu Sultan’la Celal evleneli kaç yıl geçmesine rağmen bir türlü çocukları olmuyordu. Gitmedikleri doktor kalmamış,mahallelerde ebeyim diye geçinen kadınlardan dahi medet umar olmuşlardı.

       Celal dokumacı Ziya’nın yanında çalışıyor ama doğru-dürüst maaş alamıyor bu yüzden de boş zamanlarında amelelik yapıyordu. Çelebi’nin torununun düştüğü durumu zamanla duymuşlardı,araya adam koyarak çocuğu evlatlık almada zorlanmadılar.Adını dahi sorup öğrenmedikleri çocuğa Celal’in babasının adı olan Osman’ı koydular.Günün birinde sonradan Adana’ya göç eden bir akrabaları evlerine misafir oldu.Adam ailenin fakir oluşundan çok etkilenmişti.Onları Adana’ya göç  etmeyi akıl etti.Gece yarılarına kadar-“şöyle olursa  bu, böyle olursa şu “diye tartışarak bir karara vardılar.

       Celal Adana Sümer bank’ta  işe başlayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Küçük saat civarında bir evde oturuyorlardı.Celal işine gittiğinde Sultan’da ev işlerinden artan zamanını  Osman’a ayırıyordu.Karı-koca onu bir evlatlık gibi değil de sanki kendi bedenlerinden olmuş gibi “gözünü budaktan esirgemeyi” ihmal etmiyorlar,oyuncakların en iyisini,giysilerin en kalitelisini alıyorlardı.Sanki evlatsız geçen günlerin ahını çıkarıyorlar,adeta mutluluktan uçuyorlardı.

        Geçen zaman içerisinde Osman’ın öz babası Şakir askere gitmeden önce tekrar evlenmiş,askerden geldiğinde  de annesinin kucağında oynayan iki çocuk bulmuştu.Çocukların okul vakti gelmişti.Onlara nüfus cüzdanı çıkartırken yıllar önceki oğlu Nuriyi de unutmamıştı.

        Babasının işte çalışması,annesinin de “ev sahibi olacağız “ diye gündeliğe,temizliğe gitmesinden dolayı Osman’la pek ilgilenilmemiş,bu yüzden çocuk ilkokulu zar-zor bitirmiş,babası Celal’de onu evlerinin yakınındaki bir ayakkabı tamircisine çırak olarak vermişti.Yıllar ne çabuk geçiyordu.Osman büyümüş,serpilmiş zamanla akranları gibi askere çağrılmıştı.Acemi eğitiminden sonra Kars-Sarıkamış’ta askerliğini tamamlayıp teskeresini alarak Adana’ya dönüp tekrar çalıştığı tamircinin yanında usta olarak işe başlamıştı.Bir müddet sonra ustası ona; “ oğlum ben artık yaşlandım,burayı sana devredeceğim “ dediğinde adeta gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

        İş güç sahibi olan Osman’a babası Celal ; “Osman;oğlum artık evlenme çağın geldi geçiyor,bir an önce seni everip yuvanı kuralım,artık annenle biz torun sevmek istiyoruz “ dedi.Osman evlenmiş bir de çocuğu olmuştu.Bütün aile artık sahibi oldukları evde bir arada gül gibi geçinip oturuyorlardı.

        Osman “muhannete muhtaç olmayalım “ diye işine adeta dört elle sarılıyor,gece yarılarına kadar çekiç sallayıp sökük dikiyordu.Ogün çok yorgun olmasına rağmen işlerinin çokluğundan dolayı yinede dükkanını  erken açmayı ihmal etmemişti.İşine öyle dalmıştı ki duyduğu bir selam sesiyle başını kaldırdığında karşısında duran polis memurunu gördü.Adamın eline baktı,kağıt tomarından başka adamın elinde bir şey yoktu,pek öyle ayakkabı tamir ettirecek birine benzemiyordu.Hafif şaşkınlıkla “buyurun memur bey “ diyebildi.Memur elindeki evrağı göstererek “ Osman Gerçek sen misin?” diye sordu.Osman’ın şaşkınlığı daha da arttı “ buyurun benim “ derken sesi titriyordu.Polis elindeki kağıtlara bakarak “ peki  Nuri Sapar’ı tanır mısın?”Osmanın elleri terlemiş ,yüzü kızarmıştı,” ben ne bilirim elin adamını,burada böyle birisi yok “ derken, bedenini bir korku sarmıştı.Polis; Osman peki sen askerliğini  yaptın mı?”diye sordu.Osman ;” tabi ki yaptım, hem de Kars-Sarıkamış’ta”..Şimdi şaşırma sırası polisteydi.”Vallahi bendeki tutanaklara göre sen askerliği Osman Gerçek olarak yapmışsın ,fakat senin adına Kırşehir de Nuri Sapar adıyla bir kayıt daha gözüküyor,O kişi yani sen ;asker kaçağı olarak aranıyorsun “dedi.

       Meğer Nuri’nin Kırşehir’deki kayıtlarına göre on sekiz yaşına bastığında askerlik yoklaması çıkmış,şubeye gitmeyince yoklama kaçağı olmuş,askerlik vakti gelip gitmeyince de asker kaçağı olarak aranmıştı.Baba adresi tespit edildiğinde de öz babası Şakir ; Nuri’nin evlatlık verildiğini,onlarında Adana’ya göç ettiğini,adresini bilmediğini ifade edince Kırşehir-Adana polisi uzun araştırmalar sonucu gerçeğe ulaşmıştı.

      Osman görevli polisçe önce askerlik şubesine,sonra polis karakoluna daha sonra da nöbetçi hakim karşısına çıkartıldı.Hakim’in eline verdiği bir dosyayla gerçeğin ortaya çıkması için Osman’ın Kırşehir’e gönderilmesine karar verildi.

      Kayseri-Kırşehir arası yolcu   taşımacılık yapan Necati Çavuşoğluna ait otobüse binip Kırşehir’e geldiğinde vakit öğleye yaklaşıyordu. Osman’ın karnı çok acıkmış adeta açlıktan zil çalıyordu. Açlıktan puruşan gözlerine kapısında içleri su dolu sıra sıra dizilmiş boz ve kırmızı testiler ile çanaklara dikilip etrafına mis gibi kokular saçan rengarenk çeşitleriyle adeta insanı büyüleyen bir lokanta ilişti.

      Kapıdan içeriye girdiğinde loş bir ışıkla aydınlatılmış, dışarısında olduğu gibi içerisinin de çiçeklerle donatılmış olduğunu fark etti. Gözlerini üfeledikten sonra mutfak bölümüne yöneldi. İçerdeki yemek kokuları birbirine karışmış,ocaktaki ısınan yemeklerin çıkardığı buhardan çeşitleri ve başındaki aşçıyı görmede zorlansa da az sonra gözleri ortama alıştı.

      Ocakta uzun boylu, başında beyaz aşçı kepi, bunu tamamlayan beyaz önlüğü ile babayiğit, palabıyıklı elindeki çömçesiyle yemekleri karıştırmakla meşgul olan aşçıya parmağıyla göstererek “USTA BANA BİR PORSİYON ÇÜRÜK ! ÇEKSENE “dedikten sonra masasına oturdu. Çok yorgundu. Uzun süre beklemesine rağmen masasına siparişi bir türlü gelmiyor, bunun aksine diğer masalara garsonlar servis yetiştirme de zorlanıyorlardı.Buna bir anlam veremiyor, kendi-kendine “herhalde beni sıraya koydular ,sıram gelince çorba gelir “diye yorum yapıyordu.

       Açlıktan burnunun direği sızlıyordu, garsonu yanına çağırıp ”kardeş benim çürük siparişim ne oldu” diye sorunca garson doğru aşçının yanına varıp ona kendisini göstererek bir şeyler söyledi. Osman ara-sıra aşçıya bakıyor, aşçının da ona baktığında “az sonra gelip elindeki kepçeyi kafasına vuracakmış gibi bir davranış içinde olduğunu” görüyordu.

       Biraz sonra servisi sakinleşen aşçı hışımla masasına geldi,”ulan sen nerelisin?”diye çıkıştı. Osman aşçıdan çekinmişti,titrek bir sesle “ustam Kırşehirliyim “ dedi.Aşçı ; “seni bura da hiç görmedim , daha tadına bakmadan sen benim paça çorbama nasıl ‘ ÇÜRÜK ‘ dersin,ayıp değil mi ? “diyerek sert konuştu.Osman şimdi daha çok korkuyordu,yarı anlaşılır bir ifadeyle adını sonradan öğrendiği aşçı Topçu ustaya utana-sıkıla” usta ben Adana ‘da yaşıyorum,oralarda çorbanın dil ve ayaktan pişirilmeyip etlerin döküntüsünden pişirilenine ‘ÇÜRÜK’ denir , ben ne bilirim burada ona paça denildiğini….”

       Şaşırma sırası şimdi topçu ustadaydı , karşısındaki gençten utandığından yere bakarak “bu yaşa geldim ,onca yıl aşçılık yaptım paçaya çürük denildiğini ilk defa senden duydum,oğlum,çok özür dilerim” derken Osman’dan para almamanın hesaplarını yapıyordu.

( Usta Bir Porsiyon Çürük başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 6.02.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu