Sonlanmasını diliyorum
iyi de başlamamışım bile.
Künyemde sarı benizli
sözcükler, iç kırıntılarımı gagalayan muamma bir yalnızlık.
Teşrif eden hüzünden
dahi alacaklıyım sonra da geçiş yaptığım o katmanlar, azman her biri dalgaların
aslında zamandan yana tüm kaygım, diye haykırmak istediğim. Biliyorum,
biliyorum işte bilmediklerimden bile sorumlu tutulduğumu. Bildiklerimi inkâr
edemem, bilmediklerimi ise sahiplenemem asla. Demek ki aralarda kalmışım: zaten
ne dünyanın merkeziyim ne de kutup noktasıyım Büyük Ayının.
Şimdi ufalma
zamanımdır. Katmanlarımı atıp sokak köpeklerine buyur etme zamanımdır sonra da
leşimi bulunmayacak bir yere atabilirler ve ebediyen yok olabilirim.
Daha dündü sokaktaki
kadınla pay ettiklerim. Bir selam dilenmiştim ve karşılığında ona bir tomar
para verdim. Selamı da aldım sersem sepelek benliğime iğne batırırken çöp
toplayacakları. Ne de olsa yere serili yalnızlığımı mimlediler sonra da
batırdılar beni yerin dibine adım çıkmışken kayıp künyemin suretine bürünmüş
hangi yüksünlük ise.
Mart’ı beklemiyordum üstelik
ama geldi nihayetinde. Gerçi azman oldu mu zaman ve tükenilmişliğin son raddesi
Mart da gelir kış da bastırır yeniden ve kediler tüm yılı torbaya koymuşçasına
ayrılmazlar birbirlerinin peşinden.
Ütülüyorum yorgunluğumu
ama olmuyor işte: hep kırışık hep kırık hep kıtlama yapıyorum ütünün buharı
ile.
Ben çay demliyorum
aklım sıra ütünün buharında güzellik maskemi kondururken cildime ve cilt cilt
kitaplar diziyorum aklımın yorgun raflarına.
Ebegümeci isyanlarımı
demliyorum bir yandan. Derliyorum yeni yeni masallar ve çocuk aklımla dünde
kaykılmışlığımla bir muhbir muamelesi yapıyorum içimin sesine.
Yedi uyuyanlara ek
olarak seyreliyorum gün vakti.
Günü öldürüp geceye
aktarıyorum. İçimin ışıkları aralıksız yanıyor yine de göğün yangını en bariz
parlaklık tıpkı içimde yanan gemilerin yorgun mürettebatına kaptan muamelesi
yaptığım.
Can simidim kayıp demek
ki su alıyor vücudum/vicdanım.
Batma tehlikesine karşı
dualar mırıldanıyorum: aklımın çapası nerede takılı değil de ben nereye demir
atmışım misali derin bir iç geçiriyorum.
Filikalar bomboş tıpkı
kalbim gibi.
Dün tıklım tıklımdı
oysa demek ki aşkı öldürmüşüm ya da aşk beni öldürmüş.
Sevdiklerim hep gitti
ya da tam tersi: gidenleri asla sevmedim zaten onların nazarında bir kör
şarkıcıydım sürekli arabesk nameler fısıldayan sonra da taşa tutulan bir sokak
çalgıcısı yine yüreğime tempo tutan lakin hep ceplerim boş döndüm eve gerisin
geri kaçtığım sokak köpekleri bile bana itibar etmezken.
Yangın yeri.
Aryalar söyleyen itfaiye
erleri aralarında şakalaşıyorlar ve ellerinde tef oysaki tutmaları gereken su
hortumu yüreğimi pompalıyor aralıksız.
Zaman.
Bir tefrika gelip
geçenlerin hikâyesi.
Hala yangın devam
ediyor.
Yalın ayak koşuyorum
suyun püskürttüğü kaldırım taşlarında sek sek oynarken.
Aklımın rıhtımlarında
hulasa bir yorgunluk. Demli notalar ve demli milatlar ve ben üstünkörü cümleler
kurmak istemiyorum.
Ölümüne yaşıyorum,
yaşamına ölüyorum aslında örüyorum zamanı ince uçlu tığımı mütemadiyen
parmaklarıma batırırken. Daha dün pamuk kaçtı kulağıma ve tüm sesler kesildi.
Rahmetli babaanneme de rahat batmış olacak ki elimden kaptı tığı. Neymiş efendim,
ancak o çıkarırmış kulağımdaki pamuğu. İyi de sağır olmayı ben istedim. Bırak
kalayım böyle. Olmaz, dedi. Daha çok gençmişim üç maymunu oynamak adına.
Görmüyorum, dedim.
Demez olaydım.
Sustuğumu gördü bu kez
ve uyardı beni: ‘’Dilini koparırım.’’
Hemencecik okudum
Fatiha ve geldiği gibi döndü mezarına.
Pamuk hala kulağımda ve
gözlerim yanıyor zaten susuyorum da.
Sus armağan etti bana
evren sonra ben de ruhumu armağan ettim evrene.
Al gülüm ver gülüm,
misali yaşayıp gidiyoruz üstelik ısmarladığım ismim de ulaşmadı adresime.
Oysaki adımı kulağıma babam okumuştu omzumdaki melekler de kahkahayı basarken.