Anlamları karıştırıyorum ya da anlam olmaya
meyleden kelimeleri.
Sıra dışı, kalburüstü satırların
dolduruşuna geliyorum bu sefer kelimelerden yüksünüyorum derken yükselen
mihraba odaklanıyor iç sesim üstelik kesintisiz ve kasıntısız.
Bir yükleme sahip olma isteğim sonra
da yüklendiğim duyguları açık farkla ıslah etmek: önce bana dokunan sonra da
benim dokunduğum.
Sure benzeri aslında içimin yankısı
ya da ben bayat peksimet tadında o reçine misali acıyı ıslıklıyorum.
İfa ettiğim mi ima edilen mi ya da ikrar
yüklenip tüm harfleri ve heceleri tetikleyen mahremiyet mi?
Olması gereken ne ise.
Olmadıktan sonra ben neyin
derdindeyim ya da olmak zorunda olan ne olabilir?
Kuru sıkı bir tabanca misali rahmeti
tetikleyen hüzün sonra da alaylara sebebiyet veren benim dalgın gel-git
hallerim ama alındığım ama alınmak zorunda olmadığım ve her anlamda kendimi
suçlu hissettiğim. Kısaca bir kaos ve ortada çözülmesi gereken bir problem var
mı, yok mu onun da bilincinde değilim.
Sırt üstü tüm meziyetler.
Sıra dışı mekânlar ve cibilliyetsiz,
ihtişamlı kahkahalar lakin insanların kendine değil de çevredeki olaylara
geliştirdikleri o menfi duruş.
Çok kötümser olduğum günlerde,
gündüzü bile lav ettiğim.
Çok iyimser olduğum zamanlarda karayı
beyaza çalan içimin neşesi.
Bir dostun selamı, kelamı.
Yeri geldi mi, düşmancı bir tutum hâsıl
olmasa da içime kapandığım sessiz ataklarım sonra da boyumun ölçüsünün kaça
tekabül ettiğini ölçmek adına teftişe çıktığım saatler ve boy gösterdiğim mekânlarda
zaman zaman kendime yabancı olmanın getirdiği o sıkıntı ve ne zamanki sığınsam
sevdiklerime akabinde eşlik eden hulasa yaşlar ve her nedense kendimi dünyanın
merkezi ve lanet mekanizması gördüğüm.
Sevdiğim kadar da sevgiyi en yüksek
kademe yerleştirip, tutanaklarda kazılı kayıtlar ve meşrepler ve iç sesin
heyecanına yenik düşüp satırlar kazırken, kelimeler kanarken ve ansızın
dinginliğe kavuştuğum…
Göstermelik de değil hani ya da
baştan savma sonra da kuramlar addedilen davranış münazaraları ve bellekte
saklı nice veri ve her nasılsa silmeyi beceremediğim kötü hatıralar hâlbuki
bellek unutma taraftarı her neyse ruhu daraltan ama her nedense aklım takılı,
bilmem kaçıncı senenin kaçıncı ayıysa ve günü gününe hatırladığım.
Mezarında konuşlu kemikler ama
ruhları çevremde ve hazin sunumu dünün: belki babamdan miras belki dünümden
aşırdığım bazense ufak tefek mizahi sunumu günlük hayattan bir mizanseni ben
sererken ortaya aslında sere serpile uyumaktan imtina edip, aklımın serptiği
çakıl taşlarından beni takip etmesini dilediğim iyilik perim.
Biraz araştırma yapmak yine
teknolojinin nimetlerinden boyutsuz faydalanmaktan zaman zaman gocunduğum ve
rast geldiğim iki üç insan yine dünümün kırık tekerine vidalı belki de bir hava
yastığı yine gün içerisinde geçirdiğim duygu kazalarında ben ani bir refleksle
ve ani bir sunumla yine ruhumu korumaktan başka da bir amaç taşımadığım yine de
kendimi üzülmekten alıkoyamazken.
Biliyorum ki; ayrıntılar sıfatlarla
örtüşüyor.
Biliyorum ki; öncelikle kendime
yetemiyorum.
Biliyorum ki; ben her ne kadar
kabullenmişsem eksilerimi çok da önem arz etmiyor çoğu insanın gözünde ve çivi
çiviyi sökercesine söküp çıkarıyorlar içimdeki tuğlaları ve ani bir göçük ve
ani bir düşüş ve ani bir yıkım hem de ölümüne ya da ruhumun solunumunun durduğu
ve beden dilimle her türlü taarruzu alt etmek adına yine disipline ettiğim
nefsim, irade gücümü sonuna kadar zorladığım yine de mutsuzluktan fazlaca
nasiplendiğim.
Göze görünen.
Ve yüreğe iyi gelen.
İşte çıkış noktam.
Savunma mekanizmam nasıl ki çöküyor
ben de çömez bir çırak oluyorum yine gönül dostu tabir ettiğim hangi hümayun
ise ve ben hangi yürekte hangi kelimeye ve sıfata denk düşüyorsam.
Asıl kaygı işte burada hâsıl oluyor:
kimin gözünde neyle eşleşiyorum ya da bir yabancı bile beni karşıdan nasıl
tanımlayabilmekte?
Zorluk katsayım sonsuza devinen bir
yoğunlukta ve elimde binlerce bilinmez varken karşılığında çözmem gereken
sadece bir denklem var: düşünebiliyor musunuz ki binlerce bilinmeze karşın aynı
sayıda denklem kurmam gerekirken elimde sadece bir taneyle yetinip tüm
matematik kuramlarını ihlal ediyorum. Mekânı cennet olsun… Böylesi bir sunumda
okuduğum rahmet kime olabilir ki? Elbette hayatımda ve eğitimimde önemli roller
üstlenen sevgili matematik öğretmenim hatta bir iş görüşmesinde bana referans olup
yine işe girmeme vesile olmuştu. Gerçi ben sadece bir ay çalışıp başka bir
sektöre geçiş yapmıştım ve geri de dönememiştim rahmetliye.
Şekil A’da görüldüğü üzere; eklenen
yeni bir denklem ama sayısız da bilinmez.
Misal…
Çalıştığım o şirket hala
mevcudiyetini koruyor mu?
Matematik öğretmenimin ölümünden niye
geç haberim oldu?
Yaşasaydı ona neler anlatırdım?
Anlattığım şeylere ek olarak
sorularıma yanıt verir miydi?
Gün dönümü.
Gecenin rehaveti.
Saatin kaç olduğunun da hiç önemi yok
hele ki kullandığım bilgisayarın saati bile geri kalıyorsa…
Yetindiğim kadar ve yetebildiğimden
de fazlasını yarına depoluyorsam ve çerez niyetine okuduğum kitaplarda rast
geldiğim hayatlara niye benzemiyorum?
Devingen ruhun vurduğu kıyıdaki o
ritmik dalgalar fazlasıyla gürültücü ve yıpratıcı bu anlamda kendimi tekrar
atıyorum derin sulara.
Sakin bir hayatın deli vuruşları
belli ki; mizansen kaygımda ben bir mevta rolü üstelenip, günü ve hayatı bile
tehir ediyorsam ve akla zarar ayrıntıları tek tek işliyorsam alt belleğime… ve
rüyalarımdan gerçeklere uzanan o metaforları yeknesak bir veri olarak görüp
yazdıklarıma yansıtma ihtiyacı hissediyorsam ve gidişattan bile kendimi mesul
görürken…
Aradığım tüm verileri aslında dün
yuttum ve henüz bedenimdeler bu yüzden asla ve asla açlık hissetmiyorum.
Nefsime sahip çıkmanın getirdiği o huzur derken belleğime attığım veriler ve
pekişen duygularım yine karşılaştığım ne ve kim ise ben bir şekilde katma
değerini alıp toptan hesaplıyorsam ömürlük gelir ve giderleri… sonuç mu?
Yaşadığım ve yazdığım sürece o makûs
sonuca ulaşamayacağım çok bariz bu anlamda geçici bir bütçe ayırdım günlük iç
sesime hele ki mutlak mutluluk yine yüreğin ibresinin takılı olduğu o bilinmez
de ben hala sır gibi saklarken tüm verileri belli ki yüreğimin külliyesi benden
bile mutlu ve bahtiyar ve ben öğüttükçe kaygılarımı, dirilen bir çiçekten de
farkım yok gün sonunda oysaki uyandığımda ve güne başladığımda boynunu bükmüş
ve susuzluğun da seyrindeyim yine günlük kaygılarım uzaklaştıkça ve sevginin de
dibine vurmuşken, daha ne isterim Allah’tan? Sevdikçe dirilmeyi meşk edinmiş
cüz-i irademde hangi fasılsam artık ömürlük direncin her şeyin çok çok üstünde
olduğu…