RAMAZAN İBADET AYIDIR
İslam şeairleri dediğimiz, yani;
İslam’ı açık ve net bir şekilde insanlara gösteren, hatırlatan; ezan, namaz,
oruç, cami, hac, umre gibi sembollerden, nişanlardan en önemlisi: Ramazan
ayında tutulan oruçtur. Çünkü oruç haricindeki diğer ibadetler, her ne kadar
toplu halde yapılabilse de; insanlar, günlük telaş içerisinde ve çeşitli
sebeplerle cemaate yetişemeyip çoğunlukla o ibadetleri bireysel olarak eda etme
yolunu seçerler. Cemaatle kılınan namazlara; hac, umre gibi ibadetlere bile; kadın-erkek
tüm mü’minler, bir arada ve aynı zamanda katılamazlar.
Ama Ramazan ayı öyle değildir! Bu
mübarek ayda bambaşka bir atmosfer oluşur.
Oruç vesilesiyle, İslam âleminin istisnasız
olarak tamamı, aynı zaman diliminde, muntazam bir ordu gibi hep birlikte
hareket eder. Koca koca memleketler aynı anda iftar, sahur yapar. Dünya
üzerindeki tüm şehirler, tüm kasabalar, köyler; sırasıyla oruçlarını açabilmek
için iftar saatine yakın, sofralara oturur ve beklemeye başlar. Her Müslüman, önünde
çeşit çeşit yiyecekler bulunmasına rağmen elini atıp da bir lokma yiyemez. İşte
o an, nimetin kimden geldiğini, diğer zamanlara oranla daha iyi anlar. O nimetleri
göndereni ister istemez hatırlar. O’nu anar. O’nun izni olmadan sofraya el
uzatamayacağını anlar. O hal sayesinde maneviyatı yükselir, ibadetlerini
hakkıyla yerine getirebilmenin hazzına ulaşır. O nimetleri, rahmetiyle gönderen
Rabbini daha iyi tanıyabilme yolunda büyük bir adım atmış olur.
Aynı anda minarelerden duyulan
ezan sesleri ile birlikte evlerden yükselen çatal, kaşık sesleri birbirine
karışması, herkesin aynı anda, aynı işleri yapması; Cenab-ı Hakkın varlığını ve
de birliğini göstermesinin yanı sıra; gerçek hüküm sahibinin de O olduğunun herkes
tarafından hissedilerek anlaşılmasına sebep olur.
Bu haliyle Ramazan ayının;
Hem, Cenab-ı Hakkın Rububiyetine,
yani; tek mutlak Hakim olduğuna,
Hem, toplumsal hayata,
Hem, insanın kişisel hayatına;
dolayısıyla nefsinin terbiyesine,
Hem, Rahmet-i İlahiye ’den gelen
nimetlerin şükrüne bakan, birçok faydaları vardır.
Bunları kısaca özetleyecek
olursak…
Cenab-ı Hakkın Rububiyetine bakan yönüyle: Diğer zamanlarda, hayat
akışı içerisinde, günlük koşuşturmalarla meşgul iken; nimetlerin kimden, ne
şekilde geldiğini gaflete dalarak unutan insan; ancak oruçla bunu anlayıp o
mutlak güç sahibine karşı olan görevinin bilincine varabilir.
Toplumsal hayata bakan yönüyle: oruç tutan insan; diğer zamanlara
nazaran ihtiyaç sahiplerinin durumunu daha iyi anlar. O bilinçle, onlara daha
çok yardımda bulunmak ister.
Ayrıca Ramazan ayına has bir
ibadet olan fıtır sadakası ile yardımlaşmalar olur. Bunun yanında çoğu
Müslüman, zekâtını erteleyerek veya alışkanlık edinerek Ramazan ayında vermeye
çalışır ki; hem fakir mü’minler ihtiyaçlarını kolayca karşılasın, hem de
kendisi sevabından daha çok faydalansın. Bu vesileyle de ihtiyaç sahipleri
Ramazan ayında iftarlarını, sahurlarını kolayca geçirirken, zengin olanlar da
mali ibadetlerini yerine getirmiş olurlar. Ayrıca yardımlaşma duygusunun etkisiyle,
zengin-fakir arasında sosyal bir köprü kurulmuş olur. Zengin, fakirin halini
anlamaya başlar. Birbirlerine karşı şefkatle, muhabbetle, hoşgörü ile
yaklaşmayı ve paylaşmanın, bu duygular üzerindeki önemini öğrenmiş olurlar.
İnsana bakan yönüyle: oruçlu kişi; yemek içmek gibi günlük
ihtiyaçlarını bir tarafa bıraktığından, şahsi ibadetlerini arttırır. Bu ayda
camilerde okunan mukabelelere katılarak, Kur’an okumaya; teravihlere giderek,
nafile namaz kılmaya daha çok vakit ayırır. Rabbinin rızasını kazanmak yolunda
daha çok çaba sarf eder.
Ramazan ayı; aynı zamanda bedenin
temizlenmesi ve dinlenmesi için de bir fırsattır. Nasıl ki; evimizin, arabamızın,
çevremizin ve hatta dış bedenimizin belirli aralıklarla temizlenmeye ihtiyacı
vardır; 365 gün boyunca, günde yirmi dört saat, hiç durmadan çalışan
bedenimizin ve dolayısıyla iç organlarımızın, yılda en az bir ay temizlenmeye
ve dinlenmeye ihtiyacı olduğu, bilimsel olarak da kanıtlanmış bir gerçektir.
Nefsin terbiyesine bakan yönüyle: Nefis hiçbir zaman emir altında
olmak istemez. Sürekli serbest hareket etmek ve hoşuna giden her şeyi rahatça
yapmak ister. Şiddetli bir hırs ile dünyaya saldırır ve ne kadar çok şeye sahip
olursa olsun, doymak bilmez. Dünyanın tüm lezzetlerini helal haram demeden
tatmak ister. Kendini ölümsüz sanarak, sürekli dünyada yaşayacakmış gibi
davranır; yaratanını unutur, ahiretine önem vermez. İşte oruç; açlık vasıtasıyla
nefsin bu arzularını dizginleyip haddini bildirerek, ona başıboş olmadığını
hatırlatır. Cenab-ı Hakkın (cc) mülkünde yaşadığını ve her istediğini dilediği
şekilde yapamayacağını bildirir. Bunu da; oruçlu iken bir yudum su içmesine
izin vermemekle, bir lokma yemek yemesine müsaade etmemekle, bizzat yaşatarak ona
hissettirir.
Rahmeti İlahiye ’ye bakan yönüyle: oruçlu mü’min; nefsini açlıkla
terbiye ettiği için nimetlere olan şükrünü arttırır. Oruç olmadığı zamanlarda, bazen
beğenmeyip yemediği yiyeceklerin değerini, fazlasıyla anlar. İftar sofrasındaki
bir parça kuru ekmek bile, o anda; baklava, börek gibi gelir. Cenab-ı Hakkın yeryüzü
sofrasında bizler için hazırladığı sayısız nimetin kıymetini bilmeye başlar.
Onun izniyle yiyip içtiği nimetleri, yine onun sofrasında oturarak yediğini
anlar. Gerçek mülk sahibinin kim olduğunu aklı ve de kalbi ile idrak etmeye
başlar.