İçimin muğlâk dozajında bir şehir
ölüyor.
Yalpalıyor ayakları ölü prensesin
Aslına sadık bir sevgili diliyor
yürekten
Tanrı’sına vakıf Kül kedi
Zorluktan kasıt
Kolaycılığa kaçtığının resmigeçidi.
Bir şehir büyüyor kucağındaki
düşlerin
Delip geçen gözlerinin mavisinde
kayboluyor adam;
Belki ela ötesi renklerin
Vakur dansı
Yine yeniden, demenin zafiyeti
Ön koşul:
Karşılık beklemeden sevmeyi
Şerh düşen Polyanna.
Aslına direnen şehrin kabadayılarının
Dününü unutan bakir imgelerin
Tasası aslında:
Göl durgunluğunda bir şiire
Sererken umutları…
Zaman yalpalıyor, mirim. Dünde
kaykılmışlığımla sahip çıkmanın tadına varamıyorum artık.
Düşkün mizacında kayıp sevgilimin,
yalın seyri var tebaanın yine direncin izdüşümü sonrasını yok sayan bir zaman
dilimi adeta ölümsüzlüğün pervasız büklümleri sonra da zapt etmek acıyı ve
acımadan sevip, acıtmadan sahip çıkmak.
İçimin ikramlarında çokça ölü var:
ölü doğan çocuklarımdan tut ölümsüzlüğün kulaklarında zil çalan ölü zangoç
belli ki zaman da yalpalıyor yine kördüğüm mizacımın abuksubuk pervasızlığı.
Koruyor titrini sarı laleler.
Buğusunda şehrin büyü var aslıma mukayyet olmak adına yoldan çıkmış
düşüncelerimi kasıntıyla lav etme istemim.
Göğün derinliklerine kulaçlar
atıyorum aklımın merhalelerinde.
Dibi geldi sorularımın yoksa saçlarım
asla boya değil ve kelamım da asla çalıntı olabilir mi?
Gözlerimin rengine boyadım ben
sevdiklerimi: bazen yeşiller bazen ela.
Güneş de pek bir arsız.
Sadık sıcaklığına yüreğimin: o
ısıtıyor ben ise seviyorum sonra yer değiştiriyoruz: o seviyor ben ısıtıyorum.
Rotamı çevirdiğim merhamette
fasiküllerce hikâye derliyorum kimsenin okumadığı belki de okumaya kıyamayıp
yine de yırtmayı düşünmediğim.
Ne çok yırtık etek var ve kaçık
çorap. Ben de kaçtım demin: önce köhne bir lenduhadan firar ettim sonra da
aşkın mezhebinden aşırdım özlemimi.
Kayboldukça büyüyorum ben.
Küçülmekle iştigaldim hâlbuki.
Yine de ortayı bulmalı, deyip bu
sefer gizleniyorum.
Surelerde saklı ne çok İlahi duygu
zira aslıma sadığım belki de sandıklarımla büyüyor ve ket vuruyorum tüm
acılara.
Sanmadıklarım ise sandık sandık.
Dün menşeli bir öykü buyuruyor içimin
beyitleri, ölü kahramanlar aniden diriliyor sonrası malum: ölüyorum her masal
bittiğinde.
Kurgulasam da ömrü sadece kâğıtta
asılıyım.
Andıkça adını ölümün, sağ gösterip
sol vuranlardan yana kaygım.
Bir menkıbe olma ihtimalim var
aslında bir redif kadar karışık bir yürek kadar kaos yüklü.
Şimdi ne dedim ki?
Yol yorgunuyum.
Sevgi mağduruyum.
Aşkın cüssesine sadığım elbette
oysaki kendi cüssemde cübbeler uçuşuyor yine aklımın mücbir sebeplerle
yitirdiğime kani sonrası malum.
Ezkaza kaybolsam da yoksa kayıp
addedilen hikâyelerde mi büyüyorum? Astığı astık kestiği kestik biri de değilim
hani bu yüzden sus’larla büyümek pek bir makbulüm.
Öğretiler.
Öğrencilerin tek kaygısı iken sınıf atlamak
ben sadece mutfaktaki rafları atlıyorum.
Dün de öğrenciydim ama asla bir üst
sınıfa geçmedim.
Büyüdükçe küçülmek ne hoş/muş zaten
gözümde büyüttüklerim değil mi kimliğimi sorgulamama vesile?
Bir zaman diliminde bir dirhem soru
ile örtüyorum ayıplarını tüm kayıp cevapların.
Körebe oyunun adı belki de saklanıp
sonsuza kadar gitmeye ant içmiş.
Annemden emdiğim süt de nasihat de
hala kursağımda ne zaman acıksam ve canım yansam yudumluyorum usul usul.
Kuytularda hoşluklar saklı ve
hoşluklarda gizem.
Uyudum işte.
Uyuttum da düşlerimi.
Ölmenin tadı mademki böyle çıkıyor/muş…
dokunmayın asla cümlelerime ne de olsa onlar benim vicdan yastığım hem ölümü
tensiye ettiğim hem de unutulduğumu unuttuğum saçmalıklarım, saçma yemiş
yüreğimde kalan son izleri aslında gerçeklerin, hiçbir gerekçe göstermeden
yazmakla iştigal sevda masalım…