Köleci sistemin açık vaat olan zihniyet söylemli, düşüncelerin gerisindeki gizli olanı, kafasının arkasında olan düşüncesi neydi? Hiç kuşkusuz ki köleci ilişkilerdir. Kutsanan, açık olan, adalet diye söylenen sözcüklerin altında güdülen ve sürdürülen amaç köleci ilişkilerle olan sömürünün devamıdır.
1-İslamı vaz edenlerin (İslam’ı ortaya koyanların) şehirlerin anası dediği "ummul kura" sözcüğünün “cürüm alanı” kabilecilik ve kabileci etniklikten öteye gitmeyen bir anlamdı. Bundan ötürü bu vaz edilişin ortaya konduğu alan çok çatışmalıydı.
Nerdeyse tek geliri kervan (tüccar) soygunları ve bir tür ganimet geliri olan (tedip-saldırı-keşif-korkutma yıldırması olan) seriye saldırıları nedenle alanın içi çok kaoslu olan bir durumdu. Yarımada da vekaleti peygamberlikler cirit atıyordu. İşte böyle bir durumda şehirlerin anasını oluşan alanın çevresi içinde, kaostan kaçınıp, düzenli enerji salınımları olan bir yapı içine geçilmek isteniyordu.
Düzenli yapı inşası ancak karmaşıklığı veren bu düzensizliği, tevhidi anlayışı ortak birliğine çevirmekle düzene sokmaları olasıydı. Bu çok doğruydu. Tevhit kabileci etnik ve çatışmacı yapının panzehriydi. Tevhit, bir tüccarlar cumhuriyeti olan koalisyonu amaçlıyordu.
Alttan alta da nüfuz alanı çekişmesiydi. Tüccarların hedef kitleleri aynı bölgelerdi. Bu alandaki rekabet kervan tüccarların güvensiz gidiş gelişlerini oluşuyordu. Bu bir nüfuz kavgasıydı. İkinci bir nüfuz kavgası da kutsal yer gelirinden kaynaklı kutsal yerin yönetiminde söz sahibi olmaktı.
Ve de kutsal yerin hac, adak türü ziyaretlerindeki gelirlerinden pay almak ta bu nüfuz kavgasının içindeydi. Dolaysıyla bu nedenler kabilecilik etrafında kenetlenmeydi. Öyle ki Kureyş kabilesinin esenliği ve dirliği için kışın ve yazın rahat seyahatleri sağlandığı için kulluğa çağıran sözler, tevhit ritüelleri içinde okunan kutsal ezberlere dönüşüyordu. Tevhidin başlangıç ikamesi daha çok bu anlayışlarla sınırlı olan mütevazi bir izahla konumlanması olmaktan ibaretti.
Tevhidi vaz edenlerin ve muhalefetin ekserle tümü tüccardı. Tüccar zihniyeti bu tevhit düşüncesi için diğer mesleklere göre açılım olmamakla, ikinci bir kısıtlılıktı. Vaz olunan bu düşünce ilk başlarda kutsal yer korumacılığı olan tevhit anlayışı ile sınırlanmış olmakla da hareket ve geniş alana yayılacak olan bu yeteneğe karşı bir sınırlılık olmakla bu amaçlar büyük hareket karşısında yine bir eksiklikti.
Yapı daha çok o günün tüccar zihniyetine yeten fikri düzenli bir yapıyı oluşmanın üzerine hedefle bir yönelim olan düşünce ve eylemdi. Oysa Ummul Kura olanın kapsam alanı dışında bir dünya vardı.
Üstelik Arap yarımadası olan bu dünyanın dışında da salt tüccarlardan, kutsal korumacılığı olmaktan öte çok karmaşık oluşumları bağrında taşıyan ve üzerinde alabildiğine yayılmaya uygun bir iklim şartı taşıyan Bizans-Sasani iklimi vardı. Bizans ve Sasani iklimi bu yayılmaya neden uygundu ileride birkaç örnekle söylenecek.
O gün de dünya bugün gibi sömürgeci, iş birlikçi, emperyalist bir dünyaydı. Arap Dünya’sının yanı başında Bizans ve Sasani gibi iki sömürge temsilcisi olan imparatorluklar vardı. Ama kolay lokma olma durumundaydılar. Hazır konjonktüre göre olan yeni olan tevhidi düşünce karşısında tutunmaları çok zordu.
Aslında yeni düşünce dediğimiz oluşum, imparatorluk denen, yöneten bu dünyanın çok gerisindeydi. Eh birçok eksiği yanında, diğerlerinin yorgun ve adeta çökmeye hazır durumda oluşu karşısında tüccar mantalitesi ile açılım, olabildiği kadar oluyordu. Yeninin tek seçeneği vardı. Kendisi için yeni olan imparatorluk bakiyesi pek çok kurum ve yapıları korumakla ancak yayılıp kök salacak; etkileyecek ve etkilenecekti.
Çelişki şuydu. Üzerinde fazla zorluk çekmeden emperyalist (fetihçi) heveslerle yayılacağınız bir dünyaya karşın, bu dünyayı taşıyamayacak darlıkta bir kabileci Arap düşünce sistematiğinin hala haşmetini koruyan dünyanın içine dalmasıydı. Kendi içinde bir büyüme gelişme ve yeni olan bu inşa sürecine dıştan baktığımızda, bu yeni düşünce sanki yayılmamak üzere doğmuş bir düşünceydi.
2- Özyineli süreçler zıtlar üzerinde kendisini çağırıyordu. Kendi kendisini çağırma süreçleri iniş çıkış üzerinde olduğu gibi çıkışın da iniş üzerinde kendisini çağırması şeklinde oluyordu. Yine öz yineli süreçler (yinelgen işlevli süreçler) tokluğun açlık üzerinde, açlığın da tokluk üzerinde "kendisini çağırıp", "geri bağlanımla olan" bir kendi kendisine organize oluşuyla yinelgen bir durumla işlevdi.
Sosyal bağ kendisini kabilecilik üzerinde çağıran bir öz yineli süreçtir. Tevhit birçok öz yineli sosyoloji bağıntısına entegre bir duyuş üzerinde kendi kendini çağırabilen yapı olmasıyla her zaman yenidir. Siz doğada bile olan kopya bir rekursif yansımayı, farklı farklı kurallarla sosyolojiniz içine katıyordunuz.
3-Siz ne yaparsanız yapınız. Öznel de olsa nesnel de olsa “süre durumlar” olumsuzuyla olumlusunu veya olumlusuyla da olumsuzunu çağırıyordu. Bu nedenle bir inşa oluşum içinde hep geriye veya başlanışa hep bir atıf vardır. Bu atıflar nedenle süre durumlar kendisini çağıran yinelemeleri içinde kendi tekrarlarını oluşur.
4 Arap burjuvası tarımcı vassallerden çok tüccar lümpen sınıf üzerinde belirimle tüccarları daha çok finanse ediyordular. Bu nedenle de yöneten Arap aristokrasisi de hep tüccar sınıftan oluşuyordu.
5-Ve yine bu nedenle de İslami tevhit içinde olan panteon birliği fikri gerek Hz. Muhammed ile. Gerek Hz. Ebu Bekir’i ile. Gerek Hz. Ömer'i ile Osman ile vs. inşa tarihselliği kadar hep bir tüccar sınıfın dünya bilinci içinde olunmakla da doğmuştu. Bu nedenle yeni düşünce, bir yandan da inşası tüccar mantıklı bir zihniyetti.
Diğer yanda inşanın geri beslenim kaynağı olan ve inşanın kendi kendisini çağıran süreci de kabilecilik kültürü içinde olan bir ganimet edinme anlayışıydı. Bu nedenle yeni düşünce 90’ın üzerinde seriye (saldırı-tedip) savaşları yapmıştı. İslam’a emeği geçen ana inşacılarının tümü tüccardılar.
6-Yani bir yandan da yeni söylemlerin "kendi kendisini çağrışması" tüccarlık kavramları üzerindeydi. Bu dünyada yitirdiklerinizi; bu dünyada çalışarak ya da bu dünyayı kaybederek “ötede olan dünyayı kazanmanızla, olasıydı”. Bu tür kayıp kazanç söylemli anlatımlar tümden tüccar mantığını ele verirler.
7-Bir seriye hücumuna ya da bir savaşa çıkılırken, savaşacak sosyolojik tabana tüccar bilinciyle hitap ediliyordu. “Cennet karşılığında canlarınız ve mallarınız satın alınmıştır” deniyordu. Hatta “yaptığınız bu alışverişten dolayı size müjdeler olsun! Budur gerçekten çok büyük kazançla çok büyük başarı", diyordu mücahit cengâverlere.
8-Yine aynı tüccar kültürlü bilinçle "Sizi elem verici bir azâbdan kurtaracak bir ticaret yolunu size göstereyim mi?" diyerek söyleme başlıyor ve bunu o kültür içinde bilinen örneklerle destekliyordu.
9- Kendi tevhit bilinçlerini pekiştirmek için sosyolojik bilinç içinde anlatılan karşıt düşünce gruplarını ifade eden anlatımlar aynı tüccar bilinci ve tüccar dili söylemi içinde olunmasıyla şöyle diyorlardı. “Ant içiciler ahit sözlerini çok küçük bir fiyata sattılar” diyen söylemden sonra konuyu ticari söylemle şöyle bağlıyordular. “Hakikaten bu ahde vefasızlar ne kötü ne zararlı bir alışveriş içindeler!"
Kâr zarar mantığı kökten bir sömürü ve karşı tarafı aldatma mantığıdır. Kâr zarar denerek üstü örtülen gerçekler vardı. Bir üretim karşısında, o üretime kendi emek üretimini karşılık söylemek, emekleri değişim takasına sokmak daha doğru bir yaklaşım olurdu.
Yeni olandan bu beklenirdi. Oysa burada eskisi gibi kâr zarar söylemi içindeki ticari yaklaşımlar olan köleci düzen de yeni olan düşünceye daha sıcak, daha çekici geliyordu. Kâr zarar mantığının duygusu altına gizlenip köleci sisteme bir şeyler söylemek, ancak tüccar bir burjuva aristokrat mantığıyla olası olurdu.