İçimin ihlalinde bir beyit saklı
aslında kaportasını düşlerimin yeni tamir ettirdiğime dair bir lal acı.
Sulu sepken nidaları ile kesişti
yolum her aksayan şiirin cereyan yüklü dizelerine teslim ettiğim bakir ruhum.
Bir kanadın meşrebinde, yorgun
kuşların uykusuna tanığım bir de yalancı seyislerin bineği hangi halet-i ruhiye
ise, ben cepkenlerinde ömrün dörtnal gidiyorum bir ahkâmın peşinde kundaklanan
benliğim bir de sureti sarı benizli adamlarla çevrili istilası gölgemin.
Yandığıma biat içemediğim buzlu su
bir de kaynar suyun altında günahlarımı yıkayıp arınmakla iştigal beşi bir
yerde kaygılarım.
Zaruri bir edime teslim ediliyor
içimdeki yaralı dil sonrası malum: bir kelama yenik düşen avangart yankısı
içimdeki diri özlemler şaha kalkmışken…
Hangi dar cepheli mesken yine
korunaklı bir dünyaya teslim olmak gayretiyle, düştüğüm bu tali yol.
Kötü yola düşen mısralardan çekmedim
mi en kötü elemle sırnaşık bir hüzne çanak tuttuğum geniş mezhepli bir ürkeklik
ile deli fişek gölgeler oynaşırken içimin aksıran aksanlarında…
Bizim muhite geldik madem şimdi
ayrılma vaktidir: yolcu yolunda gerek… dememe ne hacet? Artık hangi yolsa
düşkünlüğümün geçtiği; hangi ırmak ise kuru hecelerime ilham…
Düşünmekle yapmak arasında gidip geldiğim
ve ansızın seğirten bir metazori gülümseme: güllerin şahı hangi daldaysa benlik
bir güdüm ile kopartmalıyım dalından ve yeniden batmalı dikenler en derine ve
derime boydan boya yine hicabın inkılâbında bir geveze bülbül musallat olmuşken
başında musalla taşımın…
Taşıma suyuyla ne dönüyorsa ve hangi
atıl kapta kaldıysa bir yudum su ne de olsa şimdime öykünmeyen bir dün’ün isim
annesiyim.
Şehla beyitler fink atıyor boş
sayfada ve boş gözlerle etrafını süzen genç irisi imgeler zevkten dört köşe
oysaki hüzün vaktim ve gel-geç olası ne ise aşkın rahmetine delalet ben bir
körebeyim içime düşkün dışımda kayıplar ötesi kazanım babında bir gül daha
biterken kökünü kurutamadığım yedi verenler mağarasında yedi uyuyanlarla
hasbıhal ettiğim gönül pazarına serdiğim acımaklı düşlerimin bir alıcısı yok
iken.
Zamandan yana kaygımı dünde bıraktım
sanırım bir lahit benzeri esefle içimdeki kıyıma dur, demekten imtina edip
devam ettim garip bir devran; gaipten gelen seyrüseferi mabedimin tapınağında,
zaruri bir iştigal için için öykünüp, düşlerim semirirken ve kurdeşen döken bir
cümleye acil müdahale yaptığım.
Öncesi sarıp sarmalıyorum sonra da
boğazına sarıldığım her kelimeyi cımbızla çekip bir bir seriyorum sayfaya:
sayfa da sayfa hani: kelamın esareti bitmeden, yılkı atlarının kişnemesi
dinmeden…
Gölgelerimi dün aldırdım gerçekler
dünyasında ve bayat ekmeği doğradım gözyaşıma muhtaç o kuruluğu ile nemli
beyitlere can olmak adına.
Kölesiyim madem bunca duygunun,
hayatın rehavetine nasıl toz kondururum?
Göğün aralıklı gürültüsüne tanık gece
ben zaten kuramlara inat kura çekiyorum aklımın iplerinde salınan ümit benzeri
bir terennümle ne zamanki kesişse yolum.
Hünkârıyım ömrün ve sultanıyım
yüreğin belki hiçliğime atıfta bulunduğum her günü mimlerken Tanrı, ben sükûtun
tok sesiyim yine afakî bir sancıdan çıkıp da yola varmak değil de varmamak
takıntıma sahip çıktığım.
Külleri uçuşuyor madem içimdeki
mamalarla büyüyen o minnacık çocuğa giydirdiğim kefenle ben bir büyüteç görevi
görürken her şiire bir bir musallat olan iç sesimde depreşen o yanılgı.
Gizemin iç sesiyim; aşkın bam teli ve
üstüme ne zaman serildiyse ölü toprağı canlandığımın kanıtı her gece güne
varmadan geceyi boykot ettiğimin de resmigeçidi adeta yazmakla mükellef ve
memnuniyet dolan ruhuma iştiyaklarla bir bir müdahale etmekten haz aldığım
basit bir denklem içimi dışımla çarpıp, aslıma vakıf ve düzene inat, düştüğüm
yolda düşmeyi değil de uçmayı şiar edindiğim tıpkı marazi bir kanatta takılı o
umut zerresine haiz olmanın verdiği haz ve müteşekkir olduğum Rabbimin de bir
sunumu iken ihlâslı yüreğim.