OĞLUM
NAMAZ GIL!
“Goynumda avrat, kucağımda çocuk ” !
-İnsanoğlu
yaptığı işi sevmeli, zevk almalı, işin tadı kendisine o zaman bir başka gelir. Ona
dayatmakla “sen şu işi yap” dersen başarı hanesine kocaman bir sıfır
yazmalısın.
-Kılçık
Duran babası gibi şakacı, nükteden biri olmasa da dayısı gibi şık giyinen, eli
bol, toplumda sözü geçen, arkadaş canlısı birisiydi.
-Askerden
daha yeni teskere almış, oranın ortamını bir türlü üstünden atamamıştı.
Havaların soğuk olduğu günlerde köyün kahvesinde vakit geçiriyordu. Lafın
birini bırakıp öbürüne başlarken arkadaşlarını bazen güldürüyor, bazen da
düşündürüyordu!
-Güneş
vicdana gelip ısısını salarsa köyün içinde arkadaşlarıyla tur atıyor, bazen de
güneyin burnunu veya kaya bağları, yayla bağları, kum bağları gibi adlarla
anılan bağlarda geziyorlar, bu arada nişanlı olanlar da bağ bekleyen
nişanlısına ayna tutup işaretleşiyordu.
-Kılçık
Duran’ın babası fakirdi. Oğluna harçlık verememenin ezikliği içindeydi. İki
oğlu Ankara’da işe girmişler onların gönderdiği üç beş lira harçlığa tarladan
çıkan birkaç kile buğdayın parasını ekleyip kıt kanaat geçiniyordu. Bu
durumları bilen Kılçık Duran çalışmayı pek sevmese de arada-sırada köyde kerpiç
kesme, amelelik gibi günü birlik işlerde çalışıp harçlığını çıkarıyordu.
Boş
kaldığı günün birinde yanına aldığı birkaç arkadaşıyla köyün içinde biraz
dolaşmışlar “birkaç salkım üzüm bari yiyelim” diye kum bağlarının yolunu
tutmuşlardı. Mevsim sonbahar’dı. Ağaçlar yapraklarını tek tük dökerken
bağlarında ‘bozum’ zamanı yaklaşıyordu.
Vakit
akşamüzeriydi. Gündüz bağ bekleyen kızlar ortalığın kararmasını beklemeden
köyün yolunu tutmuşlardı. Kiminin elinde su testisi, kiminin başında içi üzüm
salkımları dolu kalbur vardı.
Kılçık
Duran yanındaki arkadaşlarına laf yetirirken keskin gözlerine birden karşıdan
gelen uzun boylu, iri ceylan gözlü bir huri kız takıldı. Bir an göz göze
geldiler. Sanki ikisinde o an nutku durdu. Öylece bakıştılar.
Kılçık
Duran’ın babası hacdan geleli bir yıl kadar olmuştu. Hac arkadaşlarının
oğulları beş vakit olmasada Cuma namazlarını gerek içinden gelerek veya baba
baskısıyla kılıyorlar, bu da adamın zoruna gidiyor arkadaşlarının yanında
kendini “iki paralık, sözü geçmeyen biri olarak” görüyor, bunu oğluna
diyememenin ezikliğini yaşıyordu.
İmam
köyde gezerken rastladığı (!) Duran’a hal-hatırdan sonra vaaz niteliğinde
‘dini’ telkinlerde bulundu. Namazın önemini anlattıktan sonra “senin gibi
gençleri de camide görmek isterim” dedi.
Duran;
abdest, namaz şurda dursun karşılaştıkları o günden beri hep köyler güzeli
Suna’yı düşünüyor, onun hayaliyle yatıp kalkıyordu. Sanki köye ‘bağ bekçisi’
durmuştu. Sabah erken evden çıkıyor, akşama kadar Suna’sına ayna tutuyor,
onunda karşılık vermesiyle “aşk murada” erdi biliyordu.
Suna’nın
bağ beklemeye gitmediği günün birinde çeşme başında buluştular. Kimse görmesin
diye bir yandan da sağı solu da kolaçan ediyorlardı. Görüşmeleri kısa olduğu için
Suna utanarak “baban gil düğür gelsinler” diyebildi.
Kılçık
Duran kendince işi garantiye almış, artık Suna’ya kılçık gibi sarılmış, onu
bırakması mümkünmüydü. Durumu utandığından babasına değil de anası Sarı
Emine’ye anlatmakta bir sakınca görmedi. Akşam yemekten sonra babası abdestden,
namazdan, camiden lafı açmış, Duran’ın aklı nerde, o neler sayıyor. Lafı
Duran’ın dışarı çıkmasıyla havada kaldı.
Sarı
Emine, herif “sen ne diyorsun, oğlan ne düşünüyor, durum böyleyken böyle…”
Ertesi
akşam yanlarına aldıkları birkaç akrabayla Suna gilin evinin yolunu tuttular.
Hoş, beş, hal, hatır derken asıl mesele ortaya atıldığında kız babası ilerde
kızının rahat edineceği düşüncesiyle “kızının ağırlığınca ‘iş olmasın yolundan
giderek’ başlık parası” istedi. Ben haddim olmayarak bu durumdan etkilenip öykü
için aşağıdaki şiirde bir şeyler dile getirmeye çalıştım…
Köyün dilberi'ne ben aşık oldum Kalbim Suna diye küt küt atıyor
Kara
sevda imiş, çekenler anlar Baban başlık diyor güç mü yetiyor
Aşk
denen çileyi yanımda buldum Kaçalım diyorum hepten korkuyor
Günlerce
korunda yananlar anlar Halden fakirliği bilenler anlar
Tahtından-tacından olanlar anlar Aşkı teller ile çalanlar anlar
-Duran’ın
babası Yorgun Ali ve akrabaları kör pişman evin yolunu tuttuklarında fakirliğin
verdiği eziklikle biçare kaldılar. O gece Duran’a sabah ‘düşüncelerinden
dolayı’ bir türlü olmak bilmedi. Ertesi günü köyde biçare dolaşırken
‘babasından öğütlü’ imam tekrar yolunu çevirip camiye diğer gençler gibi
gelmesini salık verdi. Az düşünen Duran “hocam benim zeynim nerde, sen ne
diyorsun. Babama söyle bir daha Suna gile düğür gitsinler, camiyi sonra düşünürüm”
dedi.
Bir
hafta sonra Yorgun Ali’nin aldığı cevap yine aynıydı. Suna’nın babası “Nuh
diyor Peygamber” demiyordu. Yatağa başını her koyuşunda Kılçık Duran Sunasını
bir başkasının kollarında hayal ediyor, hışımla yataktan fırladığı bir
oluyordu. Ailesi Suna’yı artık bağ beklemeye göndermedikleri gibi, başka kızları olsa çeşmeye dahi göndermeyeceklerdi.
Her
şeyi göze alan Duran Suna’yı çeşmeye iki elinde testisiyle suya giderken
çevirip “ben sensiz yapamam, kaçalım, başka çaremiz yok” derken sevdiği kızın
çaresizlikten gözlerinden akan yaşı görmemişti bile.
Aradan
on gün geçtikten sonra Suna bir arkadaşıyla Duran’a “bende her kız gibi anlı
şanlı düğünle gelin olmak isterdim, ama olmadı, falan gün şu saatte gelip beni
kaçırsın” diye haber saldı.
Yorgun
Ali imamdan bir fayda gelmeyeceğini anlayınca oğluyla cami için yüz yüze
konuşmak gereği duymak zorunda kaldı. “Oğlum bak, emsallerin her gün camide,
ben babalarından utanıyorum” lafın gerisini “baba; sen cami, namaz diye
tutturdun, Allah koysun koynuma karıyı, alsın benden rekat rekat namazı, of be
ne rahatladım…” diyen oğlunun lafıyla getiremedi…
İki
aşık kararlaştırılan günde buluşarak kaçmışlar yakın bir köyde gelin olan
Duran’ın bacısının evinde soluğu almışlardı. Bir hafta sonra araya giren iki
ailenin büyüklerinin ısrarlarıyla kız evi ister-istemez duruma razı gelmiş,
sevenlerin evlenmelerine müsaade edilmişti.
Aradan
iki yıl geçmiş olmasına rağmen Duran’ı camide gören olmamıştı. “Olmayacak duaya
amin” denir mi misali bütün ısrarlara rağmen adam ‘inadım inat’ dercesine
camiye gitmiyordu. Evliliklerinden onca zaman geçmesine rağmen Duran’la
Suna’nın bir türlü çocukları olmuyor bu da ailesinde “acaba çocuklardan biri
kısır mı” şüphesi doğuruyordu.
Bir
gün babası; oğlum karı dedin Allah sevdiğini koynuna koydu, ben namaz kıl dedim
alnın daha henüz secdeye değmedi… Utanmayı bir tarafa bırakan Kılçık Duran; "baba, baba; Allah versin kucağıma bir çocuğu, alsın benden fazla fazla namazı…”
deyip babasını kestirip attı.
Allah
zamanla Duran’ın kucağına beş çocuk koymayı nasip etti. Sabır nelere kadim
değil ki…
O
her şeyin ilacıdır. Tabi ki bilene…Kılçık Duran camiye beş vakit gitmese de bayram namazlarında görüldüğü olurdu.