Mutlandığımdan da yoksunum, ölümle
eşleşen kâbuslarımda yalın bir rüya tasviri gibi kekelediğim her uyku ertesi.
Kanatsız doğasında aşkın belki de
uzayan o sessizliğe hürmeten ben havsalama sığdıramazken gecenin dökümlerini…
Soytarı bir yaftalanmışlık h/asıl
olan ve tefrikası mabedimin az sonra doğacak güneşe hazırlık yapan bir esinti
gibiyim ve mezarımda fazlaca huzursuzum ne zamanki uzansam sessizlikte hâsıl
olan o gürültü nereden geldiği belli olmayan çığlıklar belki de çemkiren laneti
iblisin, gecenin ilham doğuran nidasında saklı sırların da ipe serildiği…
Meylettiğim ne bir ölüm ne de yakarış
mutluluğa ne de olsa beni ben yapan bir minval içimde aksıran o niyaz.
Öğretileri sahiplendim ben bir ömür.
Kim böyle buyurduysa, deme hakkımı da
elimden aldı madem Zerdüşt.
Maviden yana renklerin coşkusu ve en
nefret ettiğim de kanın rengi hele ki kansız nidaları çemkirirken kötünün ve
zalimin…
Kaybolan bir masal gibiyim belki de
masal prensesi aslında ayağımdan çıkan ayakkabının suçu yine içimdeki
nasırlaşmış acıya bir numara büyük gelen öyküler.
Derdim tasam bir gün evvelime üstün
gelmek üstelik her açıdan…
Daha çok sevebildiğim ve aç ruhumun
girdabında beyaz boşluğuna attığım o uçurum kâğıt denen sihirli dünyanın da
kilidini açan kalem iken.
Yoksa elemi mi demeliydim? Hele ki
yazmadan geçen bir günün ertesi hortlak gibi gözüktüğüm ve kendimden nefret
etmeye yeltendiğim oysaki ne zaman yazmaya dursam rükû ediyorum adeta
bilinmezliğin feri asla sönmeyecek gibi nakşederken yüreğimin esintisinde.
Öykündüğüm ise sadece hiçliğim ve
hiçliğimi doya doya yaşadığım yazmadan geçecek ömrün aslında bir an evvel sona
ermesi gerekliliği.
Hastalıklı bir rüzgârım ben içindeki
neşriyatı peyda eden o beyaz sayfanın verdiği huzuru hiçbir şeye değişmediğim.
Bir minval.
Bir öğreti.
Bir ikbal.
Aslında imkânsız addedilen tıpkı
karşılıksız sevdiğim ömrün yetilerinde saklı beyitlerin bir çiçek bahçesinde
nakşeden büyüleyici güzelliği…
Aşkın taşkın zafiyetleri.
Aşk durağında beklemeye aldığım bir
duygu filan da değil hani bilakis beklemektense bekletmeyi benimsediğim.
Aşkın huzuruna ne zaman çıksam elimde
kalem ve yüreğimde büyüteç.
Aşkın nidalarını ne zaman duysam
şükre doyamadığım ve İlahi Gücün varlığına gitgide inanılmaz bir şevkle nail
olup içime huzurun dolduğu ki huysuz bir insan olmamın da meali aslında için
için içimdeki çocuğu azarlayıp hala neden büyümediğini sorgulamak ve bitimsiz
bir meşk az evvel bastıran o sağanakta ıslanmışlığın nasıl bir rahmet olduğu
gerçeğine vakıfım yaza yaza, kendimi evrenden ayrı tutamadığım oysaki bir ömür
evrene ait olmadığım dürtüsünden de uzak kalamadığım.
Gönül rotamda imkânsızlığın şerhi
aslında imkan dâhilinde olan hiçbir şeyden de haz etmediğim ve içimdeki sayısı
ben ile iştigal bir muafiyet sunduğum; bir koza ördüğüm; bir bulmaca çözmektense
daha da karmaşık hale soktuğum.
Okun saplandığı.
Derinlerde bir kesik.
Bir kesit aslında aşkın ve hüznün
patavatsızlığı ile cümle âlem muhalif iken aşka ben onsuz bir ömür geçirmenin
vebali ile sarsıldığım bir akım içli dışlı dünyaların da az uzağında ve
içimdeki kimliğe kızgın.
Kızgın olsam da kendime en azından
kırgın değilim içimdeki çocuğa lakin o çocuk neredeyse tüm evrene kırgın.
Yapı taşım.
Yapı taşlarımız.
Soytarı bir dünyanın da saltanatını
süren Sağır Sultan ne de olsa duymazlığında mutlu o ve sevginin eşkâlini veren
kalemimle de ben mutluyum ne zamanki gizemi tetikleyip aşka da tornistan,
dediğim.
Beylik bir cümle gibi gözükse de
hayra alamet değil bunca taşkınlığım önce rahmete odaklanıp sonra da hüzünle
istişare ettiğim.
Makamı olmayan bir tutanak aslında
aslı astarı olmayan hikâyelerin en gerçekçi yanı iken canı yanmış bir kalp.
Öykündüğüm hangi güzellikte mi
saklıyım?
Ölümüne sevdiğim hangi edimde daha
farklıyım peki?
Sanrı durağında biteviye ve alâmetifarika
benim hüsranım.
Şimdimden mademki ayrı kaldım
yarınlarda bir yerde sözleşelim sevgili kalem.
Tası tarağı toplayıp da gidelim matem
evinden ve sonramızı ad daha istişare edelim bakalım yarın kimlerin yerine
sevip iyi niyetimizi de armağan edeceğiz cihana?