M.
NİHAT MALKOÇ
Ölümle
birlikte hayatın kepenklerini kapatırız farklı bir boyuta geçene kadar... Fakat
insana verilen sonsuz yaşama arzusunun elbette bir karşılığı vardır ötelerde.
Lezzetleri acılaştıran ölüm, en büyük adalettir aslında... Zira hiç kimseyi
ıskalamaz. Makamımız, mevkimiz, şöhretimiz, zenginliğimiz her ne ne olursa
olsun o, vakti gelince mutlaka uğrar kapımıza. Efendi-köle ayrımı yapmaz. Ölen
kişi bir yanımızı da alır götürür beraberinde, ortak hatıralar toprağa taşınır
bir anlamda. Dünyadaki kişi, ölen dostuyla birlikte ortak paylaşımlarını da
toprağa gömmenin derin acısını ve sızısını yüreğinin derinliklerinde hisseder.
Bu durum, geride kalanların acısının katmerleşmesi neticesini de beraberinde
getirir.
Ölüm,
diriler için bir ayna hükmündedir. Ölümlere üzülmemiz biraz da kendi
akibetimizi bu aynada görmüş olmamızdandır. Bu trajik merasimlerde fani
yanımızla yüzleşiriz. Aslında hayata maddi pencereden baktığımız için ölüm
karşısında vaveylâlar koparırız. Oysa ölüm dediğimiz şey, ölümsüzlük kapısının
eşiğidir. Mevlâna'nın “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim
mezarımız ariflerin gönüllerindedir...” deyişi, ölümle manevî anlamda
ölümsüzlüğe kavuştuğumuzun işaretidir. Ölümden kaçış mümkün olmadığına göre onu
bütün hücrelerimizle özümsemeliyiz.
Ölüm
ölmüyor, bu kutlu kervan sürüp gidiyor. Görünen o ki ahiret sabahına kadar da
bu yol ve bu yolun yolcuları hep var olacaklar. Yakın ve uzak çevremizde hemen
her gün birilerinin ölümü, bizi ölüm konusunda düşünmeye, bu hususta tefekkür
etmeye zorluyor.
Bir
gönül insanını daha ebediyete uğurladık. Bir can daha vuslata erdi. Mütevazi
kimliğiyle ve gür sesiyle adından söz ettiren şair Abrurrahim Karakoç'u
kaybettik. Aslında gerçekte kaybedilen bir şey de yok, o sadece tebdil-i mekân
ederek en sevgiliye kavuştu.
Türk
halk şiirinin, adından sıkça söz ettiren en gür seslerinden biri olan üstad
Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932'de Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesine bağlı
Cela köyünde dünyaya gelmişti. Babası Ümmet, İstiklal Savaşı gazilerindendi.
Karakoç, ailenin beş erkek çocuğunun ikincisiydi. İlkokulu köyünde bitiren
Karakoç, eğitimine devam edememiştir. Çünkü o zamanki mevcut şartlar bugünle
kıyaslanamayacak kadar kötüydü.
Karakoç
ailesi şiire adanan insanlarla doludur. “Şairlik bu ailede irsiydi” dersek
sanırım yanılmış olmayız. Zira şairin dedesi Karakoçoğulları sülalesine mensup
'”Balcı Fakı'” olarak tanınan Mehmet Efendi bu ailenin şair ruhlu insanlarının
ilkidir. Okuma yazmayı sonradan öğrenen baba Ümmet Karakoç da dahil olmak
üzere, aile fertlerinin hemen hepsinin şiirle bir şekilde ilişkisi vardır.
Fakat ülke genelinde şöhret kazanan ve şiirleri geniş kitlelerce okunan isimler
olarak Abdurrahim Karakoç’la, ağabeyi Bahaettin Karakoç’u görüyoruz. Soyadı
benzerliği olmasına rağmen Sezai Karakoç’la herhangi bir akrabalık ilişkileri
yoktur.
Türk
halk şiirinin köşe taşlarından biri olan, şiir alanında güzel örnekler bırakan
Abdurrahim Karakoç, bir konuşmasında hayatına dair ayrıntıları şöyle dile
getirmiştir:
“Ebedî
kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim.
Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o
günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var?'
diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük
yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç, şiir yazar. Bu tutku başka
bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de
avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar
yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Bana gelince: Sağ olsunlar,
iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları,
'bilimsel' cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete
parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden
hukukçular, dalkavuklar, üçkâğıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir
malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr
etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının,
yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın
kuvvetlenmesine vesile oldular.”
Merhum
Abdurrahim Karakoç, Anadolu insanının sesi ve yüreğiydi. Bu güzel coğrafyanın
vicdanı onda atıyordu. Acıları, hüzünleri, sevdaları Anadolu insanıyla
müşterekti. O, baştan ayağa kadar her şeyiyle yerliydi, bizimdi, bizdendi.
Hiçbir zaman geçici bir heves uğruna ecnebi akımlardan etkilenmedi. Zamana uyup
politik davranmadı. Mevlana’nın tabiriyle olduğu gibi göründü, göründüğü gibi
de oldu. Bu samimi duruşu sayesinde hep sevildi, sayıldı ve hürmet gördü. Fakat
her insan gibi onu da sevmeyenler ve fikrine saygı duymayanlar da vardı. Zaten
herkesin sevdiği insan olmak ne mümkündür, ne de gereklidir.
Karakoç'un
halk tarzındaki şiirlerine tamamen millî ve İslamî renkler hâkimdi. O şiiriyle
bir çeşit tebliğ vazifesini de görüyordu. Zira düşüncelerini şiirine başarıyla
yansıtıyordu. Halkımız onu daha çok, Musa Eroğlu’nun bestelediği “Mihriban”
şiiriyle tanısa da o, duygu ve fikir yoğunluğu bakımından bunun çok daha
fevkinde şiirler kaleme almıştır. Fakat sığlığımızın bir yansıması olarak ona
“Mihriban Türküsünün Şairi” der geçeriz.
Merhum
Abdurrahim Karakoç şuurlu bir Türk milliyetçisiydi. Fakat o hiçbir zaman
ırkçılığa meyletmedi. Türk-İslam ülküsünü en iyi idrak eden vatan
sevdalılarından biriydi kendisi... Onun düşüncesini ve hayata bakış açısını
öğrenmek isteyenlerin oğlunun adını öğrenmeleri bile yeterlidir. O, oğluna
“Türk İslam” adını koyacak kadar bu davaya yürekten sevdalı biriydi. 1990 öncesinde
Türk kökenli milletlerin Rus ve Çin zulmü altında yaşaması, onu derinden
üzmüştü. Bu derin üzüntünün akislerini şu mısralarında görmek mümkündür:
“Bilir
misin gardaş Türk illerinde / Havada yıldızlar dağda kar üşür / Tutsak
soydaşların türkülerinde / Dört mevsim ötede bir bahar üşür // Ezanlar buz
tutmuş minarelerde / Yaylalar dermiş ki töremiz nerde / Yolların hasretle
bittiği yerde / Her dağ yamacında bir mezar üşür // Ses verir aktıkça
ağlarcasına / Göl olur gözyaşı gönül tasına / Her sabah kuşların uyanmasına /
Her köyün bağrında bir pınar üşür // Kara pas bağlamış ozan dilleri / Ayıya in
olmuş Bozkurt illeri / Ulu Tanrısına açmış kolları / Kökü Türklük olan bir
çınar üşür”.
O,
halk şiirimizin yaşayan tartışmasız en büyük üstatlarından biriydi. Fakat
geleneksel halk şairleri gibi saz çalıp söylemezdi. Modern şiire yönelişin
yaygın olduğu günümüzde halk şiirine ve onun millî ölçüsü olan heceye nefes
aldırmıştır. Geleneksel şiirin kalıplaşmış imgelerinin yanında, şiirimize dil
değmemiş imgeler ve özgün söyleyişler kazandırmıştır. Halk şiirnin konu ve tema
dağarcığını zenginleştirmiştir. O, Türkçenin doğru ve yerinde kullanımı
konusunda çok hassastı; kullandığı kelimeleri adeta kanatlandıran, onlara hayat
veren ince bir dil işçisiydi. Bazı şiirlerinde Karacaoğlan gibi sevdalara
tutunurken, bazı şiirlerinde de Yunus Emre gibi sevgiyi ve uhrevî hissiyatı
bayraklaştırdı. Çoğu kere de Şair Eşref gibi açtı ağzını yumdu gözünü; fakat
hicvederken bile edep dairesinden çıkmamak için gayret etti. Çünkü onun engin
ruhunun beslendiği kaynaklar buna müsaade etmiyordu.
Usta
şair Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde hiciv apayrı bir yer teşkil eder. Onun
şiirlerinde nükte, hiciv ve ironi başköşede oturur. Usta işi şiirlerinin
çoğunda bu hiciv havasını soluruz. Abdurrahim Karakoç, tabir caizse günümüzün
Dadaloğlu’suydu. En az onun kadar cesur ve yiğitti. Hele söz konusu “millet,
memleket, İslam” gibi millî ve manevî değerler olduğunda yerinde duramazdı;
hemen rengini belli eder, tavrını kararlı bir biçimde koyardı.
Kalemini
bir kılıç gibi kullanan merhum Karakoç’u en çok üzen kesim, memleketin
kaymağını yiyip de bu ülke için hiçbir şey yapmayanlardır. Onların pişkinliğine
tahammül edemez. Şiirlerinde en büyük hedef tahtası onlardır. Çünkü onlar yetim
hakkı yerken bile küstahlıklarını sergilemekten hiç utanmazlar. Şair, her fırsatta
onları eleştirir, fırsat kollayarak sözü gediğine oturtur: “Devletliler çıkıp
devlete kondu / Büyük putlar büyük servete kondu / Hak, hukuk, insanlık sepete
kondu / Kaç melekten(!) korkup kaçtık sayamam.”
Karakoç,
“Vur Emri” isimli kitabına aldığı şiirinde “Kör dünyanın göbeğine /Hak yol
İslâm yazacağız/Kuşların göz bebeğine /Hak yol İslâm yazacağız” diyecek kadar
İslam’a sadık bir memleket evladıydı. Aynı şiirin devamında “Herkes duyacak,
bilecek / Saklanmaz gayri bu gerçek / Yaprak yaprak, çiçek çiçek / Hak yol
İslâm yazacağız.” diye kararlılıkla devam ediyordu sözlerine. Zira o, özü sözü
bir insandı; dürüsttü, mertti. O; hileyi, hurdayı, üçkâğıtçılığı ve aldatmayı
bilmezdi. Onun takıyyeyle de işi yoktu. Namık Kemal’in “Bâisi şekva bize hüzn-i
umumîdir Kemal! Kendi derdi gönlünün billâh gelmez yadına” beyti sanki Karakoç
için söylenmişti. Zira o, şahsî dertlerini hiçbir zaman memleket meselelerinin
önüne koymazdı. Her işte Allah rızasını gözetir, hayatını tevhit temeline
oturturdu. Bir ara çok kısa süre de olsa politikaya giren şair, bu kulvarda
aradığını bulamamış, politikayı baş üstünde tuttuğu değerlerle
bağdaştıramamıştır. Politik macerasının kısa sürmesi hakkında kendisine soru
soranlara o şu cevabı vermiştir: “Allah rızası için girmiştim, Allah rızası
için ayrıldım”
Merhum
Karakoç, bir ömür boyunca aleme maskara olmamak için rızkı peşinde koşsa da
dünyaya mal biriktirmek için gelmediğinin bilincindeydi. O, kanaatle oturduğu
sofradan hep şükürle kalktı. Allah'a layık kul olmak için gayret etti. Kimseyle
şahsî meselesi olmadı, zira meseleleri milletinin dertlerine şamildi. Dünyadan
göçünce arkasında ne katlar, ne de yatlar bıraktı. Fakat kat ve yat
sahiplerinin esamisi okunmazken onun sevenleri milyonlarla ifade edilir oldu.
O, mirasını ve sermayesini şu dizelerde dile getirmektedir: “Ne payem oldu, ne
sayem/En doğruya varmak gayem/Düşüncemdir tek sermayem/Alan yoktur satamadım”
Merhum
şair Abdurrahim Karakoç, ardında birçok ölümsüz eser bırakarak her fâni gibi bu
imtihan dünyasından ayrıldı. Eserleri arasında “Hasan'a Mektuplar(1965),
Hasan'a Mektuplar ve Haberler Bülteni(1967), El Kulakta(1969), Bütün
Şiirleri(1973), Vur Emri(1975), Kan Yazısı(1978), Şiirler(1981), Suları
Islatamadım(1988), Dosta Doğru(1988), Gökçekimi(1991), Yasaklı Rüyalar(şiir),
Akıl Karaya Vurdu(şiir)” sayılabilir. Onun “Düşünce Yazıları(makaleler-1990)”,
“Beşinci Mevsim(1990)”, “Çobandan Mektuplar(deneme)” adında fikir yazılarından
oluşan düzyazı türünde kitapları da bulunuyordu.
Aramızdan
ayrılan Karakoç, hafızalarımızda şair kimliğiyle yer alsa da, o aynı zamanda
güçlü bir yazardı, milletinin mutluluklarıyla mutlu olan, dertleriyle de
dertlenen bir düşünce ve dava adamıydı. Uzun yıllar boyunca gazetecilik yapmış,
Yeni Düşünce ve Vakit gibi birçok gazetede köşe yazmıştı. O, bir zamanlar
Ülkücü dünya görüşünün yayın organı olan haftalık Yeni Düşünce gazetesinde ses
getiren yazılara imza atıyor, gündemi belirliyordu.
Şair
Karakoç, son nefesine kadar dik ve asil duruşunu bozmamıştır. Her zamanda ve
her zeminde doğru bildiklerini söylemekle kalmamış, o gür sesiyle adeta
haykırmıştır.
Merhum
şair Abdurrahim Karakoç “Size Bıraktım” başlıklı şiirini sanki bize veda eder
gibi hüzünlü, biraz da sitemli bir dille yazmıştır: “Talipli değilim şöhrete,
şana,/Makamı, rütbeyi yük etmem cana/Dostluk, sevgi, şefkat yetişir
bana,/Dövüşü, kavgayı size bıraktım//Çokta değil, hakta buldum
huzuru,/İstediğim alın teri, göz nuru /Benliği, kibiri, iğrenç gururu /Faizi,
bankayı size bıraktım.//Hiç biriniz telaş etmesin boşa/Doyacak gözünüz toprağa,
taşa.. /Beni inancımla koyun başbaşa.. /Topyekün dünyayı size bıraktım”
“Sarı
saçlarına deli gönlümü /Bağlamışım, çözülmüyor Mihriban /Ayrılıktan zor belleme
ölümü /Görmeyince sezilmiyor Mihriban” diye başlayan o ölümsüz türkünün
sözlerinin sahibi Abdürrahim Karakoç artık aramızda değil… O, her fâni gibi,
can emanetini çok sevdiği Hakk'a huzurla teslim etti. Fakat o, düşünce ve
duygularıyle hep içimizde yaşayacak. Çünkü kişiler ölse de, düşünceler halka
halka sonsuza dek yaşamaya devam eder.
Her
doğan gün aslında ömür ağacından kopan bir yapraktır. Merhum Karakoç, bunu en
iyi anlayan insanlardan biriydi. “Bir el yapar, bin el bozar/Gün alçalır, gölge
uzar/Önü kundak, sonu mezar/Her yarış ecele doğru.” ifadeleri bu görüşümüzü
doğrular içeriktedir.
Türk-İslam
ülküsünün yılmaz savunucusu Karakoç’a Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad
olsun. Sözlerimi onun hayat felsefesini dile getiren bir dörtlüğüyle
bitiriyorum:
“Ben
milletimin uğruna adamışım kendimi
Bir
doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir,
Zulüm
Azrail olsa, hep Hakk'ı tutacağım
Mukaddes
davalarda ölüm bile güzeldir.”