Daha fazla katlanamayacağımı anladım ve gitmek eylemini sonuna kadar kullanıyorum. Zaten yeterince kaldım, beni hep kullanmak acizliğinde bir mayın tarlasına itiverdi kendisiyle birlikte. Artık katlanmak zorunda değilim. Sessizce çıkıyorum, odasının kapısını kapatmış ve mışıl mışıl uyuyor ben onda kalmaktan çayınca artık ne yapabilir ki? Tastamam, insafsız bir beyin ölümü gerçekleştireceğim. Bunu hak ettiğini kendisi de içten içe biliyordu. Beni kendisiyle özdeş kendisiyle hiçbir kırgınlığı olmayıp düşünmeye cesaret edebilecek bir bireye teslim etmem gerek. Uyanıyor hay aksi! Bir türlü de çıkamadım, kendisi gibi kafası da esir etmeye bayılıyor her şeyi. Hay Allah şimdi ne olacak? O fark etmeden çıkıp gitmek gerekirdi. 

“Dur! Ne yapıyorsun sen?”
“Senden gidiyorum. Oh be direkt söyledim!”
“Hayır, nasıl yani? Bunca yıllık geçmişimiz var; hiçbir şey demeden öylece… hem sen gidersen ben yaşayabilir miyim?”
“Bunu önceden düşünecektin, gerçi pardon; sen düşünemezsin senin yerine hep başkaları düşünür, sıkıldım senden. Ne halin varsa gör, tamam mı?”
“Dur!”

Sağ eliyle hızlıca beni tuttu, korkmuşa benziyordu. 

“Anlaşabiliriz; hem böylece gidersen sen ne yaparsın, mutlak zarardasın, kendini mi satacaksın? Hem herkeste sen varken kim alır ki seni? Daha saniyesinde işe yaramaz bir hal alırsın.”
“Şimdi sayende bir işe yarıyor muyum ki? Konuşup durma her halükarda canımı sıkıyorsun ve yok olmak pahasına dahi olsa gideceğim. Bırak beni”

Avuçlarının arasında çırpınıyordum. Dirayetli ve bir o kadar da hırçın yanına denk gelmiştim bu sabah. Beni bırakmak istemiyordu. Varlığım ona bir şey katmıyordu ki, bırakmaması için tek sebebi bensiz yaşayamayacak oluşuydu. Bunu da ona başkaları günün birinde böyle bir ihtimalle yüzleşirse diye söylemişlerdir, o düşünemez çünkü. Düşünebilseydi bütün bunlar yaşanmazdı, ben onu terk etmeyi istemezdim. Kalbi temiz aslında avanağın; dişlerinden bile daha temiz ama gelin görün ki kalp temizliği bende işe yaramıyor. Bu böyle olmaz anlaması için yapıyorum belki de bunu. Of, tek başıma ben de karar vermek yetimi uysal çocukların bulundukları sessiz parkın toprağına gömmelerine izin vermişim gibi hissediyorum. Peki, ben hisseder miyim? Hissedebilir miyim, benim işim yalnızca düşünmek değil miydi? Daldım bak, avuçlarının arasından kaçmayı unuttum andavalın; her hali maviye boyanan odasının boya kokusunu bile alabiliyorum. Özleyeceğim aslında evet özleyeceğim, biliyorum. Neyse, biz gitmeye bakalım. 

“Bırak beni bırak!”
“Dur, bir sakinleş. Sakinleşelim yani; sonra istersen gidersin. Bak başım çok ağrıdı, lütfen.”

Gözlerinde acınası bir hal vardı ama başka insanların peşinde köle olarak onu gördüğüm zamankinden daha çok acımıyordum. 

“Sen beni kullanmıyorsun, öylece başkaları seni nereye sürüklerse o yana gidiyorsun. Otonomi rüzgarında seninle hava almak, nefes almak ve yaşadığımızı hissetmek isterken özerkliğin acı biberini yiyor, kendini yaderkliğinin sefaletine benimle birlikte gömüyorsun. Daha fazla dayanamam.”

“Haklısın, tamam ama…”
“Bak, yine şöyle uzun uzadıya kendin olarak hiçbir tesir altında kalmadan düşünmeyi denemedin. Sapere aude! Sapere aude!”

Ben ona çığlık çığlığa sapere aude derken sırf başkaları yakışıyor dediği için rahatsız olduğu halde kesmediği sakallarını şaşkınlıkla okşuyordu. 

“Anlamadın değil mi? Gidiyorum!”

Avuçlarının arasında zor bela beni tutuyordu. Bir zıplasam ölümüne baş ağrısıyla öylece yatağında hareketsiz kalakalacaktı. Ölecekti. Beyin ölümü gerçekleşti diyeceklerdi otopsi raporunda, halbuki o zaten beynini kullanmaktan acizdi. Ona Türkçe anlatıyordum anlamıyordu, Latince anlatıyordum e zaten bunu hiç anlamayacağını biliyordum. Türkçe anlaşamamışken Latince anlaşılamamak koymazdı bana. 

“Ne dedin dur bir dakika Google’dan bakayım.”
“Hâlâ işin kolayına kaçıyor ya, hâlâ. Google’dan bakacakmış, ebenin nikahı yazsa anlamı; inanacaksın değil mi? Düşünmek yok! Hazırcı andaval seni.”

“Aa sen bana kanttan bir söz söylemişsin.”

Tam bir maldı. Bu kez iyice emin olmuştum; benim bu adamın kafasında senelerdir ne işim vardı? Başka insan mı yoktu da bu sunulmuştu bana sevgili tanrım? Kant diyordu, söz diyordu ama bir türlü evet ben beynimi kullanmaktan aciz aklımı kullanmak cesaretinden yoksun bir adamım; acizim diyemiyordu. Odasındaki avize sallanmaya başlamıştı, deprem oluyordu. Yataktan hızlıca kalkıp odasının kapısına doğru koşar adımlarla ilerledi. 

“Seni korkak seni! Sana aklını kullanma cesaretini göster dedim; beni kullanmazsan, beynini kullanmak cesaretini artık yok sayarsan gideceğim ve şuracıkta beyin ölümün gerçekleşecek dedim. Bir sarsıntı oldu, kapıya koştun. Ulan a benim akılsız oğlum, a benim man kafam; her halükarda öleceksin bari ölmeden önce aklını kullan başkalarının aklıyla hareket etme de erdemlice son saliselerini yaşa.”

Kapının kolunu bırakıp başını tuttu. Canı yanıyordu; çünkü ben çıkmak üzereydim. Beynini kaybediyordu. Birden yere çöktü, derin ve dikkatlice düşündü düşündü düşündü. Bu kez sahiden kendisi düşündü; kendi aklıyla, beni kullanarak; beynini kullanarak düşündü. 

“İtiraz ediyorum! Ben seni kullanmıyorsam seni de kendimi de fazla yormamak için. Yoksa aklımı seveyim, çok da akıllı adamımdır. Söz, bir daha bu kadar hor görmeyeceğim seni Sevgili beynim. Haydi barışalım.”

“Pu! Allah seni bildiği gibi yapsın, düşüne düşüne bunu mu düşündün? Aklına tek gelen bu çakallık mıydı? Düşünme oğlum sen, sen düşünme; kafan başka şeye basmayı unutmuş düşünmeye düşünmeye. Ben gidiyorum, ne halin varsa gör.”
“Dur! Bir hikaye yazayım, bak aklıma çok güzel bir fikir geldi. Adını da sapere aude koyarız bak çok tutulur demedi deme. Ünün artar kız, valla bak. Haydi Sevgili beynim.”
“Neymiş konusu?”

“Şimdi evvela şöyle oturayım…”
Salona geçip koltuğa bacaklarını uzattı. 

“İnsanlara seni kullanmaları gerektiğini hatırlatacağım, başrol de ben olacağım. Yalnız, yeteneğim yok onu da artık…”
“Kimden aşıracaksın bunu da mı yapma yaaa…”
“Ne yapayım be canım; şimdi aklıma geldi, benden önce biri çoktan düşündü bu konuyu. Yazarı da bir kızcağız, Dilara Aksoy. Ben yazmışım gibi yaparız olmaz mı Sevgili beynim? Haydi bu seferlik idare et.”
“Ah be ah be ulan… terbiyemi de bozdurdun bana; Allah seni bildiği gibi yapsın. Ben gidiyorum, Dilara’ya fazla gelirim belki ne de olsa var bir beyni, olsun yine de kendisi düşünüyor en azından yaşarım paşalar gibi. Haydi beyinsiz tutma beni!”

Ben kafatasından aşırdığım çiçekleri -zaten belli ki ot kafaydı- alarak Dilara Aksoy’a ulaşmanın heyecanını yaşadım. Dönüp baktım, beyinsiz yerde yatıyordu…

Dilara Aksoy 



( Sapere Aude başlıklı yazı dilara aksoy tarafından 29.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu