Şerit değiştiren kanatlarında
kelebeğin, mevsimsiz bir ölüm; kodaman düşlerin de tek tanığı soyut bir alfabe.
Her mevsim kendi yasını tutuyor ve
uğurluyor güneşi.
Sözcükler, ah, sözcükler… kendisine
yabancı şehrin müzmin seyyahı içimde devinen iklimin nazarında yangına
düştüğüm; aşkla üşüdüğüm…
Bir lal hece hiçliğe denk düşen
mavisinde ömrün yuhalanmış karanlığa da sitemim iç çekişlerim…
Duyulmazlığın indinde bir tabelayım
aslında yazıları silinmiş aslında yüreğin rakımının es geçtiği bir düşeş
sevdayım.
Mevsimin ruhu taşkınlara sebebiyet
veriyor ve el yordamı ile boşaltıyorum su alan kâğıt kayığımı.
Diri teninde ölümün susku saklı.
Gizemin tarhında da bir utku.
Pala bıyıklı şairler yobaz şiirlerin
nöbetçisi ve münafık baykuş her kuştan daha bilgili.
Kuş olmayı bile beceremediğim ve kuş
kadar hafif yüreğimin dizdiği dizeler.
Köhne bir eşya gibi unutulmuşluğun
tarhında ve içimdeki kayıp alfabe: kim bilir kaçıncı kayıp harfim?
Muadili var ya da yok duygularımın.
Meftun satırların da tabanları
yağladığı bir Temmuz akşamı içimdeki misafirin de yatıya kaldığı.
Renkler bir yangın.
Sözcükler kıvama gelmesini bekliyor
duygularımın.
Güzel ülkesine sevdalı bir gönül
neferiyim ve her öptüğümde toprağı yüce Yaratan sıvazlıyor sırtımı.
Bir med-cezirim.
Bir kalemin karaladığı anlamsız
resimlerim.
Ben bir resim bile değilken karartı
erbabı mürit kuşlar başımda döneniyor.
Soylu bir refleks benim gözyaşlarım.
Susuz bir havuz gibi dibi gördüğüm.
Kahrımı beyan edemiyorum; aşkımı
suskun yaşıyorum.
Şaşkın mizacım ve bam teli şiirlerin
ve evet, ben nüktedan bir yalnızlığın ilk sırasındayım.
Zanların tutanaklara henüz geçmediği
yaslı bir ismim var benim aslında gülümsemeyi bile teğet geçiyorum içimdeki
fakirin kaynamayan tenceresine bol bol imge atıyorum nasıl da taşkın bir
nehirim; nasıl yaslı bir şiirim ve yaşlı bir sure içimde ıslanan beyitleri
başlık yaptığım bir de akasya ağacının gölgesine muhtacım.
Hurafeler sonlanıyor ve asla da
inanmıyorum.
Hacminde ömrün sivri dilli söylemler
nutuk atıyor ve az sonra sunacağım tüm mazeretlerimi.
Gök gürültüsünden hala korkuyorum ve
hala korkuyorum yalnız kalmaktan… ne gam! Ben yalnızlığın ta kendisiyim ve
kimsesizliğime mahal veren her alıcı kuşu salıyorum gökyüzüne.
Derli toplu olmalı ruhum densiz belki
de iklim ben ki aymazlığında ömrün bir susku biriktiriyorum iç cebinde
şiirlerin.
Nisan tasına dolan damlalar oysaki
kurak bir yaz gününün gecesinde bir hece çalıyorum atlastan ve aksediyor sevdam
belki de mimlendiğim kadar da mil çekiyorum gözlerine bilinmezin ve
hurafelerin. Aslı astarı olsa keşke ve ben düşsem yollara da gözlerim bayram
etsem yüreğimde sönmeyen bir yangına meyleden mısra gibi ikide bir arkamı
kolluyorum ve susuyorum.
Çağlayan rüzgâr oysaki yeni dinmişti.
Meşgule veren bir ç/ağrı oysaki yeni
görmüştüm.
Açılmadı gözlerim işte: çamura da
bulanmadım hem yalan da söylemedim sadece sustum; sadece geri çekildim ne de
olsa muhafız alayı imgelerin iç sesiyim ve kodaman düşlerin de bekçisi.
Sulh mü?
Sol mu?
Sağdıcı mı yoksa umudun?
Sesler tırmalarken kulaklarımı aşkı
bahşeden Rabbime daha da yaklaşıyorum ve sefer tasında sakladığım umutlarımı
solduruyorum belli ki afakî bir yorgunluk ve çaba az sonra kapatacağım
perdeleri ve ekran da kararacak sonra iyice düşeceğim karanlığa.
Kaynayan yürekte saklı olsa da
öznesiz cümleler ben çığırtkan bir yankı ile emir yüklüyorum her bir metne.
Metin olmalıyım ki metinim de.
Sormamalıyım ve susuyorum.
Sevmemeliyim de.
Mazur görün lütfen.
Ses de etmeyin hani ve bilmesinler
bildiklerimi.
Belki de biliyorlar bilmediklerimi.
Ya, o?