Hörgücü mü mevsimin
dağlayan, surelerde yanan meşaleyi de verdiğim hükme ekleyip muratlarımı,
soluksuz kaldığım bir koşu, eremediğim mabedin kubbesinde biriken gözyaşı
oysaki kimse görmemişti çağladığımı: iklim kadar sessizim lakin üşüyor yüreğim,
haznesinde yangın saklayan yorgun yılların peşine düştüğüm kadar mavisiyim
yıldızların bir de noktalar savurduğum ufuk yok mu her kaybolduğumda özrümle
kavrulduğum bir çağ yangını içlenen zamana biat kopacak kıyamet öncesi saklandığım…
Menevişlenen gecede
iniltiler saklı, akça pakça hüzne satırlar sığdırdığım belki de bir demagoji,
sapla samanın ayrı düştüğü.
Eklem yerleri göğün ve
gamsız bir hayat özlemi soluk mavide terennüm; çimen yeşilinde rahmet ve
gözlerinde başaklar saklı.
Öznesi olsa olsa
aymazlığın her satırı.
Özlemi dingin bir
satıra yükleyip de arapsaçına dönen bilinmezin kör düğümü sonrasını şart koşan
bir sezi belki de kanayan melodinin düş çıkmazı, her notanın ayrı ayrı
savrulduğu kayıtsız bir izlek.
Muhabbet tellağı mı
yoksa kâbusların sıçrayan kıvılcımları oysaki masum bildik bir insanı ve aşkı?
Şimdi kaybolan rüştünde
telaşlı satırların vakur bir söylemle demlendiğim hazan makamının…
Ayrı düştüğüm aynı
düştüğüm.
Yan yana bilip de
dünyalar aştığım.
Hicvinde acının; nankör
betimlemelerinde yetim imlerin derken takılan boğazıma üç beş emanet sezi.
Zamanlardan aşırdığım
bir mazi mi gün dönümüne rest çekip aşkı imleyeceğim yoksa makul bir ses tonu
ile yollar mı eskiteceğim?
Dumanı üstünde bir
bardak çayın.
Özlemin de meali sadece
yorgun fıtratın.
Özrüne yenik düşüp de
günün; sözüne asılı kaldığım feleğin ve munis bir gölge bellediğim her hain
düşü ceplerime tıkıştırdığım.
Sancılı bir vaveyla bir
açılıp bir kapanan kapının tokmağında el izim; yürek izim şerh düştüğüm metruk
şiirlerin de yoldaşı sezilerime dikerken yürek izimi, sevdiceğim bir yalan
belki de aşkın küfrüne çevirip de başımı inzivaya çekildiğim…
Yanmadığım kadar
üşüyorum; hiç üşümediğim kadar ılık nefesinde bilinmezin beyitler örüyorum.
Yol yorgunu madem bunca
ayak izi bir seferde sildiğim makûs talihin seyrinde sadece misket oynayan saf
bir çocuk gibi beklemedeyim.
Yaftalandığım kadar da
yaltaklanmadığım düş özürlü gerçeklerden alamıyorum işte gözümü.
Sükûtun ta kendisi bir
yolun henüz çok başındayım ve suskularıma rest çekse de sessizliğin tok sesi
yılmadığım yolun yolcusu bir seyyahım, aşka hürmeten devasa bir tapınak
bellediğim her geceyi sabaha yetiştirmek adına görüp göreceğim düşleri…