Ölüme öykünen bir kaleydi cefanın
sızısı belki ölümcül bir düşün penceresine konan efkârdı ceketin düğmelerini
ilikleyen mermerde dona kalmış gözyaşı.
Teslim olan hücrelerinde aşkın
nidalar uçuşuyordu ve mevsimin feri henüz sönmemişti: sanrı coğrafyasında
kaykılan mevsime dirlik diledi melekler ve coşkunun sırtını sıvazlayıp ötelenen
mezarlara gül bıraktı yorgun gölgeler.
Mehtabın uğultusunda aşkı azat eden
renkler.
Külüstür siyahinin de yandaşı asil
bir iskelet: mermer mezar başlığına yazacağı şiirlerin tahayyülü ile ölüm
provası yapan sefil şair belki de şahit tutulası kalemin nazarında bir iç çekiş
elbet boykot ettiği adaletsizliğe kılıf uyduran nice yalancı şahit.
Şehrin göbeğinde mevsimdi çatık
kaşlarına sunulan hasretle imlenen de bir resim ve pekişen acılar hele ki o
latif rüzgârla kazan kaldıran deyişlere gölge eden ölü martı.
Hurafeler tutuştu ve lades dedi
bulutlar.
Sandık açıldı ve çeyizler yağmalandı
ne de olsa çocuk gelinden arda kalan üç beş kırık oyuncaktı elbet hezimet yüklü
bir martavalda çıbanbaşı iken nice kehaneti gerçeklerin gerekçeleriyle de dona
kaldığı.
Asılı kalmaksa zımba gibiydi vurulan
mühür.
Aşktı madem solan nazarında
beyitlerin.
Gölgeli yolda sinenlere nazire etti
ağaçlar ve yuhalandı solan yapraklar.
Silsilesi ölü kuşların, muradı
dillenen bin bir yeis ile çatladı ortasından nazar boncuğu ve lanet ötelendi
Hakkın nazarında kutsal olan duygular ve rüyalar istiflendi cennet bahçesinde
ve sevdalı şiirler serenat bildi kuşların çığlığını.
Göğün katlarında rahmet saklıydı.
Ve herkes de kendince haklıydı.
Su toplayan ayakları ırgat düşlerin
ve nasırlı ellerinde emeğin.
Aşkın kepaze edildiği kayıp bir
ritimdi vahşetin ç/ağrısı ve göğün yarıklarında çiçekler açtı.
Öykülerdi yarının habercisi.
Özümsenen gerçeklerdi
belki de hayallerin maruzatı.
Kuşlar uçmadı ilk kez ve insanlar ilk
kez zanlara sarılmadı ve göğün katlarında damlayan hadisler ve tüm ironi
nihayetinde cennet belledi yeryüzünü ve bıçkın nidalar değil sükûndu hâkim olan
kâinata.
Ölümcül düşler sustu.
Ölüm kusan silahlar da kustu.
Dalgalar aşındırmadı ruhlar ve ölü
çocuklar toplanmadı kıyılarından içimizde taşan okyanuslarda kimseler boğulmadı
ve göçmen kuşlar ilk kez göç etmedi ne de olsa göç etmeye gerek yoktu: her yer
aynıydı ve herkes mutlu ve huzurlu.
Göçmenleri taşıyan tekneler asılı idi
yüreğin iplerine ve her birini sahiplenmişti yer gök.
Dehlizler geçit verdi.
Kapılar açıldı ardı ardına.
Sinen öfkeydi.
Sindirilen değildi artık mazlumun da
iniltisi sonlandı.
Zalim yoktu; zulüm yoktu.
Göğün kapakları da açıldı bir bir ve
Yaratanın katlarından boca edildi varlıklar ve kimse kimseyle kapışmadı ne de
olsa g/örüntü mahsulü değildi artık evren sadece sevginin ve inancın gücü ile
mutlak bedeller de ödenmemeye ant içildi insan tarafından ve lakayt ruhların
değil sabırlı ruhların dinginliğine vakıftı yer gök.
Uyuyan yılan uyandırıldı ve kesildi
hesabı.
İblisin şerrine lanet masumiyet
tepeye yerleşti ve çocuklar sonsuza kadar oynadı cennet bahçesinde kaçan
toplarına sahip çıktı melekler ve melekeler sonlanmadı bilakis güzel duygular ve
martılar beraber uçtu konacak bir dalın değil cennetin dokusuna serildi.
Rotası kayıp değildi gemilerin.
Balıkçılar nasiplendi balık akımından
ve kılçığı olmayan ziyafetler sunuldu sofralarda tüm insanlığın bir araya
geldiği ve kimselere nifak sokulmadan ve asla da hortumlanmadan duygular ve
güçler kenetlendi eller.
Rüyanın tasviri idi şiirin de teması.
Aşkın küresi idi yüreklerden taşan.
Kalıtımsal acılar dahi yok sayıldı.
Bitmeyen rüyalara eşlik etti melekler
ta ki…
Yorgun bir martavaldan arda kalan hikâyeler
ve anlatıcısı iken Pinokyo en azından pembe düşler mezarlığında gözü açık gördü
rüyaları ve eşleşen ruhlar eledi kötülüğü ve ilk defa yalanlar güzeldi ve
insanı başka dünyalara sürükleyen…
Su küresinde oynaşan dalgalar ve
yetim tekneler ve sonsuza kadar yüzecek balıklarla sözlendi kuşlar ve lanet
sonlandı ve iblis çukurun dibine uğurlandı ta ki gonk çalana dek.
Yalandan kimse ölmemişti madem.
Mateme ne hacet keşke tüm yalanlar
gerçek olsa.