Ölü bir sözcüğün iklimiydi o yaslı
ada, aşkına muhalif bir tükenişti lanetin kibirle güttüğü defteri ve soluksuz
kalan yüreğin isyanıydı ölümcül aşkın türevi ve işte yitip gitti gün ve gece.
Sarmalında ömrün, teyakkuzda geçen de
yılların uğruna söndü gök kubbedeki devasa ışık, aşkın ılıman seyrinde hücre
hapsine konan zehirli çiçekti koklamaya doyamadığım nihayetinde solan da bendim
ve beylik bir esaret ile neşretti karanlık, sökün eden yakamozun esrarına yenik
düşen illet rüzgârla kapışıp da aydınlık, hükmünü yitirdi ölümcül neşriyat
sadece iklimin dolduruşuna geldi ve büyüdü göz bebekleri yalnızlığın.
Sonrası mı?
Açığa alınan bir yükümlülük, kanamaya
dair bir kanıt ve asrın yalnızlığı nüvesinde acının bir nöbete esir düştü emir
eri.
Sefasını süren tanıklığında
bilinmezin ve ayracı kayıp satırların batıl gücüydü dünden sarkan ve yongası hayatla
örtüşen lakin dumura uğrayan masumiyet takılı kaldı düzenin esaretine yenik
düşüp mühürledi gözlerini.
Çatallı sesinde firarın.
Sevdalı nazında esrarın.
Aşkın kinayesi idi madem özlem.
Yan çizdi elem ve neferi dünde saklı
gizem.
Bir metafor isyanın tekerrüründen
üredi tıpkı mehtabı örten bulut gibi takındı neferini yüreğin belki bir
aymazlıktı yansıyan ve b/ölücü güçlerin de defterini düren.
Sihirlerde buluştu yalnızlığın
yolunda çukura düşen ve nöbet geçiren gece elbet pervasız bulutlardı sözlenen
yüklenmiş iken en ağır yükünü bir kanaviçe kadar kayıtsız ve ahenkliydi serili
kaldığı kadar yüreğin rahlesine.
Dokunulmazlığına kulp taktı kimi
kırık ve saydam tabakasında toplanan tümden gelen yitim aslında var oluş
kaygısında bin bir naza dönük yüzünde ahenkle söylendi kimi insan belki de
unutulmuşluğun kibriyle dokunmuştu herkes birbirinin yüreğine ve çalıntı
mevtaların yolu düştü kayıp cesetler mezarlığına sonra da şerh düştü toprak
göğün en aykırı yıldızına göz kırptı elbet döşediği yollarda kalmış bir esaret
ile mintanını giyinmişti kayıp ruhlar bekçisi.
Devasa lanetin.
Devrik saltanatın ve de.
Gerisi gelmeyen bir tümleniş ile
heceler girift yapı taşında hasretle yıkadılar yüzlerini aslında bir tek damla
su yetmişti bile ne de olsa günahların kefaretine boca ettiler içlerindeki
nemi.
Yaslı ve yaşlı bir yokluktu dünyanın
çeperinde dolan ve gerinen bulutlar asılı kaldıkları ağacın tepesine konmuş bir
avuç umut zerresini hepten sahiplendi.
Göğsünde saklı bakir düşler aslında
ölü düşlerin yuvasında içi çürümüş yumurtaların da tahliyesi idi. Öyle ya, dişi
kuş açlıkla vermişti son nefesini mademki erkeği onu terk eylemişti ama asla da
terk etmeyi düşünmedi ona muhtaç yavrularını ve eninde sonunda güneşin doğup da
asılı kalacağını umut etti yüreğinin künyesinde anaç bir asalet ile ördüğü
hayallerini de saklı tutarken.
Öğün atlayan tabiat ana.
Aşka serzenişte bulunan kayıp masal
kahramanları.
Ön görülen ne ise aslında ödün
vermeyen iyi niyetin de son faslıydı.
Ve sustu elem; sustu tabiat; sustu
melekler.
Sus payı bir söylemde açığa alındı
insanlık ve asalet.
Gün zalimindi madem mazlum yürekler
acıya bandıkları ömrün son deminde hala neyi bekliyorlarsa ansızın yok olup
gittiler ve sihirli değneğin koruyucu hükmü ile Araf’ta kalan bir sağanak gibi
yitip gitti evren; yitip gitti kaos ve ayracı ölümün tutuklandı devasa rahmetin
bucağında yanacak ışığın hasreti ile son kez seslendi çocuklar:
Neden?
Geç kalmışlığın değil bilakis
bencilliğin ve tedbirsizliğin dokunuşu ile ortadan ikiye ayrıldı yer küre,
nasiplendiğini tereddütsüz sundu geride kalanlara tıpkı kıyamet öncüsü bir
selamın da provasını yapan gök kubbe gibi soldu gitti yeminler ve merkezinde
tek bir noktaya denk düşen renkler son kez poz verdi güneşe, saklı karanlığın
hükmüne de yenik düştü evren ve azap bekçileri son kez uludu ve çaldı bitiş
düdüğünü.