İşte sevgilisinin ruhu ile yağmur altında dans ediyordular, yıllardır
kaybettiği neşesini şimdi bulmuştu ihtiyar kadın. Sürekli dört duvar arasında
sıkışan monoton hayatına, renk canlılık gelmişti. Kulağına bir şeyler
fısıldayan sevgilisine şen bir kahkaha göndererek yanağından öpüyordu. İşte az
ilerdeki ormanlık alana gelmişlerdi, yemyeşil otların üzerine yatarak, yuvarlanmaya
başlamışlardı kucak kucağa şen kahkahaların eşliğinde. Gökyüzü de bu şenliğe
eşlik edercesine masmavi renginin etrafına bulutlarla küçük küçük beyaz benekler
serperek, mavi olan rengi ile onlara ipeksi yumuşacık, hoş, güzel kokusuyla
havasıyla, günü doldurmuştu. Bu renk cümbüşü altında birbirlerine sarılarak
saatlerde gökyüzündeki bu muhteşem güzelliği seyrettiler.
Coştukça coştu, gökyüzü orman aşk dolu duyguları ve hisleri, genç
ağaçlar dallarının çıkardığı ahenkli hışırtıları, yaprakların nazlı nazlı
sallanışları ile alçak dallar sanki onlara dokunarak bu neşeden sevinçten bir
pay kapmak için yarışıyorlardı adeta. Ellerini dallara uzatarak dalların bu
isteklerini karşılayarak onları kırmayan nazik parmak uçlarıyla sevgi dolu okşayışlarıyla
dokundu, birden elinden bıraktı, dallarda olan birkaç beyaz çiçek saçlarına
doğru döküldü kahkahayla güldü. Birden arkasını dönerken, sevgilisinin yanında
hatta etrafında olmadığını anladı. Bir sağa bir sola koştu. Yoktu. Saatlerce
aradı, oturdu ağlamaya başladı. Yazgısıyla oynayarak karalar bağlatan sevgiline
saatlerce, lanet okudu. Kalktı az ilerde tarlada buğday biçen kadın ve
erkeklerin yanına doğru koştu. Buğdayları biçen kadın ve erkekler koca koca demetleri
bağlayarak çalışmaktan adeta zevk alıyorlardı. Şaşırdı. Onların yanına gelince,
içinde yanan kor alevin sıcaklığıyla ve güneşinde yakıcı sıcaklığının birleştirerek
bir bakış fırlattı, sevgilisini tarif ederek buradan geçip geçmediğini
sorarken, kadın ve erkekler bu kavurucu bakışların altında alev alev yanarken, ondan
uzağa kaçtılar. İçlerinden birisi, sanki
sevgilisinin bekçisiyiz, sen sahip çıkamadıysan bizim ne suçumuz var? Biz mi
sebep olduk ki o kavurucu alev fışkıran bakışlarınla bize yakarcasına
bakıyorsun.
Mehmet Aluç