Zarife Kadın, elindeki giysiyi çitileyip duruyor, arada telaşla koluna bakıyor “Aboooo… On dakikam kaldı, acele etmeliyim,” diye kendi kendine söyleniyordu.
Elli yaşlarında, tabiri caizse bir deri bir kemik olan zayıf bedeni ile sabahın seher vaktinden akşamın geç saatine kadar çırpınır dururdu. Uzun, esmer suratında da yaşlandığına dair kahverengi lekeler ellerindeki gibi her geçen gün çoğalıyordu. Mavi çiçekli basma eteğinin alt kısmını, belindeki lastiğe sokuşturmuş, pijamasını dizlerine kadar sıvamıştı. Ayaklarından baldırına kadar olan derin yanık izlerini kimseden saklamaya gerek duymuyordu. Kirden siyaha dönen krem bluzunu da üç ay kadar önce bacısı getirmişti. Her gün istisnasız bunları giyerdi. Kısacık saçları bembeyazdı. Sık sık düzelttiği başındaki yaşmağı da iyice eskimişti ya Davut’un hediyesi diye değiştirmeye yanaşmıyordu.
İki üç dakika kadar elindekini çitiledikten sonra çamaşırı büyük bir zarafetle iki yana açıyor, çıkmamış kiri var mı diye kontrol ediyor, ardından uzun kemerli burnuna tutup kokluyordu:
“Çıkmamış bu bit kokusu, çıkmıyor kör olasıca!”
İkindi ezanını duyar duymaz, durdu, çamaşırı dizine koyarak ellerini omzundan yukarıya kaldırıp gözlerini kapattı, titreyen sesiyle: “Ya Rab! Şu ezanlar yüzü suyu hürmetine… Sen biliyorsun! Beni bu yanık bit kokusundan kurtar!” diyerek sessizce mırıldandı. Etrafına baktı. Elindeki maşrapayla bir oraya bir buraya koşturan orta yaşlı kadına ters bir bakış attı. Yoksa gizlice duasını mı dinlemişti? Allah razı olur muydu? Belki yaratanından gizli bir dileği olacaktı. Hem niye sürekli onu gördüğüne anlam veremiyordu. Boş verdi.
On sekiz yıl önce duaları daha farklıydı Zarife’nin. Herkes gibi o da neye ihtiyacı varsa onu isterdi. Bir evlat istemişti, nur topu gibi bir kız. Köydeki her kadının vardı Zarife dışında. On sekizinde evlenmiş olmasına rağmen otuz ikisine kadar bir evlat sahibi olmak için gitmediği doktor, içmediği ilaç, yapmadığı dua kalmamıştı. İnancını hiç kaybetmeden, kimsenin dediğine aldırış etmeden sabırla beklemişti. İlla kız olsun diyor, sağlıklı olmasını da duasına ekliyordu. Kızının, eşi Davut gibi beyaz tenli olacağından, gözlerinin onun gibi yeşile çalacağından emindi. Sabahlara dek saçlarını taramayı, süslü tokalar takmayı hayal ederdi. Konu komşunun bebeleri doğdukça sevinir, dualarında ısrarı sürdürürdü. Bacısı Habibe de yeğenine türlü türlü kıyafetler, tokalar, şekerlemeler alacağına söz verirdi.
Aldı da. Hiç esirgemedi. Hem teyzesi hem akrabaları hem köylüler hem de aslanlar gibi kocası Davut, her fırsatta kızlarını sevindirmeyi hiç ihmal etmedi. Nazlı koymuşlardı adını, nazlandırmışlar, el üstünde tutmuşlardı.
Yazık ki Davut’un yeniden evlendiğinden Zarife’nin hiç haberi yoktu. Hele yeni hanımından art arda iki çocuk sahibi olduğunu kimseler demedi ona. Demezlerdi de. Zarife, elindekini çitilemeye devam ediyor, arada avucunun içinde toparlayıp bütün gücüyle sıkıyor, açıp alıcı gözüyle bakıyor, çıkmadığını, bit kokusunun gitmediğini söyleyerek yeniden başa dönüyordu.
Koluna baktı -kurdele bağlı olan bileğine- yine telaşlanıp hızlandı.
“İlaç saati…” dedi kel kafalı, gözlüklü adam. Yaklaştı. Arkasında iki adam daha vardı.
Olmayan suyu maşrapa ile oraya buraya döken oda arkadaşı kadıncağız, kendisine uzatılan ilacı alıp bir yudum suyla yutuverdi. Görevli, Zarife’nin telaşına baktı. Çamaşır çitilemekten bilekleri incecik kalmıştı. On beş yıldır aynı olduğunu biliyordu herkes. Telaşı kızının okuldan geleceğini sanmasındandı. O gelmeden bit kokusunu çıkardığı kıyafetleri kurutup hazırlamalıydı.
“Haydi Zarife Hanım, ilacını iç de çamaşırını sonra yıka.” dedi. Sesinde bıkkınlıktan çok acıma vardı. Evlat acısının insanı ne hale getireceğini gördükçe hallerine şükür ediyorlardı. Her gün ona ilaç içirene kadar akla karayı seçmelerine rağmen kimseye zararı olmayan bu kadına kızamıyorlardı. Uzun boylu olan, yanındaki görevlilere, kadının kollarını tutmasını söylerken yüzünde hiç de üzgün bir ifadesi yoktu. Zarife’ye kalırsa uykusu gelene kadar beklemeleri gerekirdi. Bu onun iyiliği içindi. Bu ilaçlarında ne kadar faydası olduğu tartışılırdı ama en azından uyku veriyordu da hem diğer hastalarla çamaşır kavgası yapmasını önlüyor hem de dinlenmesini sağlıyordu. Geçen yıl elindeki çamaşırı alan hastanın saçlarını yolmuş, yüzünü tırmalamıştı. Kızının elbisesini kimselere vermezdi.
İki adam, iri bedenleri ve güçlü kollarıyla kadının kollarından tuttu. Zarife çırpınıyor, on dakikası kaldığını, yetiştiremeyeceğini söylüyordu. Şu an tek arzusu elindeki çocuk elbisesini iki elini birleştirmeye çalışarak çitilemeye devam etmekti. Üç görevli de biliyordu: ortada ne su ne leğen ne deterjan ne çocuk ne ev vardı. Kolundaki kurdeleyi saat, elindeki eski atleti Nazlı’nın elbisesi sanan Zarife’nin inandıkları on beş yıl öncesinde kalmıştı.
Zarife, üç yaşına gelen kızının bitlendiğini duyunca deliye dönmüştü. Hemen evinin bahçesine kazan kurmuş, altına odun vurmuştu. Su ısınınca önce kızının saçını gaz yağı ile tarayacak, ardından Nazlısını misler gibi banyo yaptıracak, çamaşırlarını, yatağını, yorganını baştan sona kaynatarak yıkacaktı. El bebek gül bebek baktıkları Nazlı’yı küçücük bir bitin bile rahatsız etmesine müsaade edemezdi.
Zarife, su ısınana kadar bakkala deterjan almaya gitmiş, uyandırmaya kıyamadığı kızı muhtemelen anası gider gitmez uyanmıştı. Yolda komşuyla lafa dalan Zarife, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Çığlık çığlığa koşan komşu oğlunun “Yanıyor, Zarife Teyze eviniz yanıyor,” diyerek bağırmasıyla Zarife’nin de yüreği oracıkta korkuyla kavrulmuştu. Nasıl koştuğunu “Yavrum, Nazlım, ciğerparem!” diye bağırdığını duyan kimseler o günü unutamamıştı.
Konu komşu bütün evi birden sarıp alev alan evi söndürmeyi başaramamış, ateşi umursamadan kendini içeri atan Zarife’nin bacaklarındaki korkunç izler de o günden kalmıştı. Kızı, gözünün nuru Nazlısı alevlerden kurtulamamış, çoktan evin diğer eşyaları gibi yanmıştı.
Jandarma, savcı, olay yeri incelemeden gelen herkesin içi de küçük çocuğun bedeni gibi yanmıştı. Çocuk salonun ortasında bulunduğundan dolayı olay hemen anlaşılmıştı. Bahçedeki kazanın altında dağılmış odunlar her şeyi anlatıyordu. Ocağın altından alıp götürdüğü ucu yanan odunu eve girince ortaya atmış olmalıydı.
Kader, kalan ömrünü kedere boğmuştu Zarife’nin. Böyle olmasaydı, Davut başka kadınla evlenir miydi? Davut da haklıydı, evladının ölümüyle aklını kaybeden Zarife’sinin iyileşmesi mümkün değildi; doktorlar öyle demişti. Bütün suçu kendinde bulmuştu kadın. Onca yıl bir evladının olması için beklemiş ve onu koruyamamıştı Zarife. Herkes yüzüne demese de aslında onu suçlamıştı. Davut bile “El kadar bebe evde yalnız bırakılır mı?” diye kızmıştı tarladan yalın ayak eve koşarken. Davut, yeni hanımından olan evlatlarını severken gözleri doluveriyor, kimi zaman hanımına Zarife diye seslendiğini geç fark ediyordu.
“Tamam, iç ilacını, haydi, bak yetiştiremezsin yoksa.”
İçmişti Zarife ilacı. Hemen çamaşırına yine koyuldu. Elindeki eski atleti “Bit kokusu kalmayacak” diye söylene söylene çitilemeye devam etti. Bitin kokusu olmadığını herkes gibi otuz odalı bu binada kalanlar da biliyordu. Görevli yanındakine eğildi:
“Bak, bu iş olur, yarın Zarife’yi çamaşırhane bölümüne alalım. Madem elinden düşmüyor, gerçekten yıkasın.”
“Yapma be arkadaş,” dedi yanındaki. “Yazık değil mi?”
“Değil, dışarıdan da kirli çamaşır getiririz, yıkar. Emeğinin karşılığını kuruşuna dokunmadan veririz. Parasıyla da kadına üst baş alırız, hatta kadına hesap açtırırız.”
“Olur valla. Bacısına da açıklarız durumu. Sevinirler. Bence farklı ortam ve sahi bir işle uğraşınca zamanla düzelir bu kadın. İlacı da kesebiliriz.”
“Bana kalırsa gerçek su ve çamaşırla uğraşmak onu yoracak, daha iyi yiyecek ve dinlenecek. Bence bedensel de düzelmeler olacak.”
Görevliler, yavaş adımlarla, odadan kendi aralarında konuşarak ayrılırken Zarife’nin hakkındaki planlarından haberi yoktu. Onlar da haklıydı. Eldeki cevheri görmemezlikten gelmek hata olurdu. Zarife, bu işi başarırdı. Görevli, birden geri döndü, yeniden Zarife’nin yanına geldi. Gülümsedi.
“Zarife Kadın, bit kokusunu çıkarman için sana yeni bir leğen, yeni deterjanlar alacağız, artık bu odada değil, aşağı katta, çamaşırhanede yıkayacaksın. Hem de bit kokusu sinmiş bütün kıyafetleri. Sabah başlıyorsun.”
Zarife, elindeki çamaşırı yere atıp odadaki tek sandalyeye oturdu, gözlerinde dudaklarında sevinç belirtisi yoktu ama kollarını yukarı kaldırdı ve karşı duvara baktı.
“Tamam,” dedi heyecan dolu bir sesle. “Yalnız suyu ocakta ısıtmayalım. Kazan kurmam haberiniz olsun.”