MAÇ KAÇ KAÇ!
Orucun
başlamasına sayılı günler kalmıştı. İnsanları boğaz telaşı sarmış iftar ve
sahurda yiyeceği, içeceği ihtiyaçlarının giderilmesine çalışıyordu.
Kasap Muhittin dükkanını diğer günlere göre biraz
daha erken açıyor, parçaladığı inek, dana, koyun, kuzu etlerini buzdolabının
vitrinine dizerken onları marul, maydanoz gibi yeşilliklerle süslüyor, güzel
ve iştah açıcı görünüm sağlarken bir gözüyle de kapıdan gelecek müşterileri
süzüyordu.
Eski Ankara Caddesinde
bulunan iş yerinde onun sabahleyin kemikli eti nacakla parçalarken çıkardığı gürültüye alışkın olan iş yeri komşularına şikayet konusu
olmuyordu. İşin garip tarafı eti kemikten ayırırken hünerli elleriyle bıçağı adeta dans ettirmesi seyredene zevk veriyor, bakanlar vitrinden bir daha bakıyordu.
İşinde titiz ve temiz
olması, gelenlere hoşgörülü davranması, yıllardır da bu işi yürütmesi, ona
bayağı müşteri kazandırmıştı.
İkindi vaktine kadar
kafasını kaldırmadan çalıştı. Müşterileri bayağı kalabalıktı. Kimi acele
ediyor, kimi de “dönüşte alayım” diye giderken acelesi olmayanlar da
oturdukları sandalyelerde sırasını bekliyorlardı.
İpçi
Erdoğan müşterilerinin istek ve ricalarına hizmet ederken haliyle oluşan yoğunluktan dolayı ara sıra
uğrayıp lafladığı kasap Muhittin'in yanına aksi gibi orasının da kalabalık oluşu yüzünden gidip gelemiyor, bu yüzden laf diye ağzı tütüyordu.
Bir süre sonra kasap Muhittin'in dükkanından “vah, tüh, vay anasını, bu da kaçar mı, vursana lan” gibi sesler geliyordu.
Erdoğan gidip durumu öğrenecek, eğer dövüş, dalaş varsa ayıracak ama onun da dükkanın da müşteri olduğu için karşı komşu kasaba gidemiyor, meraktan da çatlıyordu.
Dışarıdaki tezgahtan
müşterisine ip çeşitleri gösterirken bir an kasap vitrininden Muhittin'le
göz göze geldi. O kadar müşterisi olduğu halde Muhittin'in suratının beş
karış olması dikkatinden kaçmadı. “Acaba can ciğer arkadaşıma bir hatam mı
oldu” diye kendine pay çıkarıp hayıflanmaya başladı.
Bir
ara dükkanında müşterisi olmayan Erdoğan hemen kasap dükkanını gözetime aldı.
Muhittin müşterisine et hazırlarken arada sırada da orada açık olan
televizyona yan gözle bakıyor, “elimi bıçağa kestiririm” diye daha çok
kulakla dinlemeyi tercih ediyordu.
Erdoğan da sese kulak
kesildi. Ses zayıf gelse de Fenerbahçe-Pendik diye duyduğu isimlerden TV'de
Türkiye kupası maçı oynandığını
anlamakta gecikmedi.
Üç
dört gündür radyosu arızalanmış fırsatını bulup tamir edememişti. Maçı da
öyle pek’önemsemiyordu. Pendik-Fenerbahçe arasındaki mücadele elemasyon usulü
tek oynanacak bir maçtı. Koskoca Fenerbahçe kim ikinci ligin alt sıralarında
tutunmaya çalışan Pendikspor kim. Fener yedeklerini çıkarsa bile en az beş
çekerdi.
Kasap
Muhittin'in dükkanındaki bağırtılar, çağırtılar dozajını iyice artırdı.
Yoldan geçenler sanki bir şeyler varmış gibi kapısına doluşmuş’pür dikkat’
içeriye bakıyorlar, dizine vuran, saçını yolan gırla gidiyor, bazı kişiler de
hangır hangır gülüyorlaedı.
Dükkanında müşterisi bulunan Erdoğan maçtaki neticenin ne olduğunu
öğrenmeye çalışıyor fakat müşterisini bırakıp gidemiyordu. Biraz sonra
müşterisi kapıdan daha çıkmadan koşup soluğu kasapta aldı.
İçeride
bir iki müşteri sıra bekliyor, Maliyeci Mahmut da elinde çanta yanındaki
meraklı birkaç kişiyle TV'deki maçı seyrediyordu.
Mahmut vergi dairesine sabah uğrar borcunu
ödemeyen esnafların listesini elindeki çantaya doldurur akşama kadar dükkan
dükkan dolaşır onların ihbarnamelerini verir mesaisini doldururdu.
Erdoğan
selam vermeyi, hayırlı işler demeyi aklının ucuna dahi getirmeden oturmakta
olan tanıdığı ve arkadaşı Mahmut'a, “maç kaç kaç” diye sordu.
Mahmut'un
birden beti benzi attı, o an zaten mosmor olan yüzü simsiyah kesildi. Adeta İpçi’ye
tokat atarcasına, “Kör müsün, daha orada yazıyor baksana” derken sinirden titriyordu.
İpçi televizyonun küçük
olan ekranının sağ üst köşesindeki küçük yazıları okumaya çalışırken, “Ben
Mahmut'a ne yaptım da bana böyle davranıyor” diye de kendi kendini yiyordu.
Zar zor Fenerbahçe 2 Pendik:1
yazısını okurken bir yandan da adeta kerç yaparcasına, “Niye beş değil de iki
attınız, Pendik öyle iyi bir takım mı
ki!” dedi.
Aslında Erdoğan PS'yi FB
diye okumuş bilmeden büyük bir pot kırmıştı. Meğer Fenerbahçe 2-1 mağlup durumdaymış. İpçi'nin kafası o an dank etti, Fb taraftarı olan Muhittin'in suratının asık oluşunun nedeni şimdi anlaşılıyordu.
Dışarıdaki ahların vahların yanında duyulan gülüşmeler de Galatasaraylılara
aitmiş.
Fenerbahçe ve Galatasaray
arasında yıllardır süren bir ezeli rekabet vardır. Gerek FB - BJK gerekse
GS - BJK maçlarındaki heyecan bu iki takım arasındaki heyecanı vermiyor,
veremez de. Yıllar geçse de bu böyle devam edecektir.
Kasap
Muhittin iyi bir Fenerbahçe taraftarıyken oğlu onun aksine Galatasaraylı.
Erdoğan ne kadar Galatasaraylı olsa da iki oğlu Fenerbahçe'lidir.
Fenerbahçe, Galatasaray'ı
yendiğinde İpçi’nin iki oğlu “babamın üzüldüğünü görmeyelim, belki öfkeyle
bize kızar” diye eve gelmez halasının evinde yatarlardı.
Erdoğan'ın
fanatik bir cim bomlu olduğunu bilen Mahmut meseleyi yanlış anlamış, “Uzun çarşıdan iki zil
bir de kına getireyim de sana hediyem olsun” dedikten sonra üzüntü ve
kızgınlıkla ayağa kalkmıştı.
Dünya
derbi maçları sıralamasında en üst yerlerde bulunan bu iki takımın
taraftarlarının fanatikliği iki arkadaşa bakın neler yaşatıyordu.
Bu
öyle bir iddia ki milli takımdaki oyuncuların çoğunun Galatasaraylı olduğu
maçın birisinde rakip takımı tutan Fenerbahçeliler görüldüğü gibi, bunun
tersi de Galatasaraylılar da olmuştur.
Şampiyonlar Ligi şampiyonu Real Madrid'le UEFA Kupası Şampiyonu Galatasaray arasında oynanan Şampiyonlar Şampiyonu maçında Jardel'in attığı golle Fenerlisi, Galatasaraylısı, BJK'lisi, Trabzonlusu ve tüm TÜRKİYE ayağa fırladığında GS'ın aldığı kupayı kıskanıp ayağa kalkmayan üç beş Fenerliyi gördüğümüz olmuştur
Mahmut tarafından ters
anlaşıldığını anlaya’ İpçi Erdoğan, “Vallahi Mahmut ben gerçek olarak
Fener’in yenilmesini, perişan olmasını nasıl istiyorsam, bir Fenerli de
Galatasaray için aynısını düşünür. Bunu sende bilirsin bende. Ama daha adı,
sanı duyulmadık bir takıma yenilirseniz bu karayı ömür boyu silemezsiniz”
dedi.
Ayağa kalkan Mahmu Muhittin'in
de ısrarlarıyla tekrar oturup zaten bitime iki üç dakikası kalmış maçı
izlemeye başladı. Erdoğan'ın, “Üzülme Mahmut, Fener bu, sağı solu belli
olmaz, bakarsın beraberliği sağlar, iki de öyle atar, bunun daha uzatması
var” ’iye serinlik vermesi maçtan ümidini kesen Mahmut'u teselli etmiyordu. İpçi Erdoğan’ın fanatik cim bomlu gönlü Fener’in yenilmesini beklerken bir yandan da dükkanını gözetlemeyi ihmal
etmiyordu.
Hakem bitiş düdüğünü çalarken maçtan eli boş
çıkan Mahmut ayağa kalkmış, oradan ayrılmak üzereydi. Gözleri İpçi’nin
sevinçten ışıldayan gözlerine dikmiş ters ters ona bakıyordu. Anlaşılıyordu ki İpçi’nin verdiği
teselliler, neticeyi TV den yanlış görmesinden dilediği özürler Mahmut'a
fayda etmemişti.
Ne
yapsa ona yaranamayacağını anlayan İpçi hakemin bitiş düdüğüyle “MAHMUT MAÇ
KAÇ KAÇ” diye gıcıklığına bir daha sordu. Bu bardağı taşıran son damlaydı.
“Bir daha benimle konuşma
arkadaş” diyen Mahmut'un, Muhittin'e bile hayırlı işler demeden dükkanı terk
etmesi görülmeye değerdi. Öfkesi geçen Mahmut ertesi günü İpçi’ye çaya
geldiğinde “darısı başınıza” demez mi.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 07 01 2012
KIRŞEHİR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını
rencide etmek için yazmadım.