Gecenin soğuk teninde, tininde
dolaşan ellerimi buz kesiyor aslında içimdeki bıçkın ve hırçın rüzgar beni
uyutmayan ve unutamadıklarım.
Sarnıcın görkemli sessizliği az sonra
okunacak sabah ezanı şimdiden heyecanlandırıyor beni ve sevdalı İstanbul’un
bitimsiz sırları ve gizemin ve bir saat sonra evimizin karşısındaki kilisenin
çanı sekiz buçuğu vuracak ben çoktan vurulmuşum kapılmışım da rüzgara hem de
içimdeki enginliği ve ıssızlığı görkemli bir enkaza dönüştüren o rüzgara.
Günü de öğüttüm gitti geceyi şimdi
hamle yapıyorum yeni güne ve uyku gözlerimden akarken yüreğimden sızıntı yapan
hisler ve sözcüklere yenik düşüyor uykum ve yazmaya doyamadığım onlarca
mektuptan birini daha yazıyorum hele ki istikrarla acı çekmeye doyamadığım
gerçeğini de göz önüne aldım mı…
Retinası yaşlı bir göz.
Revnak acıların kat çıktığı bir gök.
Seyyah kalemin sesinde nazarımdan
kaçmayan sözcükler aslında yastığım her biri ve vicdanım ve tereddütsüz
duyumsadığım bir ömür gelin görün ki dış ses iç sese baskın çıktığından mı
nedir iç sesimi çok yeni kale aldığım.
Ağlamakla gülmek arasında gidip
geldiğim anılarım var üstelik ömrün geneline yayılmış ve içindeki acıyı meze
yapıp önceleri şimdi ana menüde sunduğum ve açık yüreklilikle itiraf ediyorum:
Hiç tanımadığım onca insana mektup
yazarım da içimdeki çocuğa yazmam mı ve işte ezan okunmadan düştü yolum yine
boş sayfaya ama içimdeki boşluğu derleyip toparladığım tek mecra desem yeridir.
Lisede okuyorum ve kısa bir zaman
kalmış okulun bitimine ve sefasını sürüyorum lise son olmanın ve sanıyorum ki;
bu son çok izafi çünkü biten sadece akademik yıl ve eminim de arkadaşlarımla
bir ömür görüşeceğime.
Ne gaflet ama.
Yoksa ne gam mı, demeliydim?
Sessizce yaşayıp ders çalışıyorum hep
de öyle yapmadım mı hem?
Sessizce yaşamama kimseler de
kayıtsız kalmamışken bir ömür ve hayattan aldığım darbe sayısız çok düşük
seviyede.
Hala mustarip olduğum şeyler var.
Hem yaşım hem zekâm hem istikbalim.
Mütereddit değilim henüz çünkü iç
sesim baskın değil ve ben sadece kurallara uyuyorum.
En başta iyi bir evlat olma sancağı
elimde; namuslu, ahlaklı bir genç olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum elbet
öğretmenlerimin de göz bebeğiyim ve arkadaşlarımın da: yoksa bana mı öyle
geliyor?
Sıcak bir bahar günü büyük ihtimalle
hoş kış da olsa fark etmez ne de olsa pembe favorim ve o zamanlar pek bir
havalı olan kızıl saçlarımla salındığım ve arka sırada oturan arkadaşım
saçlarımdan haz etmezken ama sadece gülümsüyor ve hoş karşılıyorum
yakınmalarını.
Ne yapayım yani saçlarım onun
defterinde musallat olmayı pek bir seviyorsa…
Bir ayrıcalığı da var hani kız
arkadaşımızın: henüz hayatımda ilk kez karşılaştığım bir prototip.
Allah’ı reddettiğini sınıfa nakil
olduğu ilk günden beri sürekli tekrarlayıp duruyor ve ilk kez böylesi bir
inançsızlığı gururla taşıyana rastlıyorum garip karşılasam da tepki vermiyorum
ama bilemiyorum da onun bana zamanla düşman olacağını hatta olduğunu.
Günler hızla geçiyor elbet herkes
hızlıca tüketiyor zamanı belki de bilinçsiz.
Hayli mutluyum da gerçi evdeki
sorunlar yetmezmiş gibi okulun baskısı ve üniversiteye hazırlık da hız
kesmezken…
Karma okuduğumuz için hepimiz kardeş
gibiyiz elbet istisnalar da yok değil hani ve iki sene sınıf arkadaşım olan
okulun en popüler delikanlılarından ve ben onun gözünde şirin bir kız çocuğuyum
ve bu sıfat bile beni mutlu edebilmekte ki yapmayı düşündüğüm en ufak bir şey
yok.
Yine de sabahları günaydın demek
yetiyor bana. Eh, ilk gençlik hayalleri ama ben edepli ve hanım hanımcık olmayı
ta o günden rütbe ve de görev edinmişken…
Ara sıra arkadaşlarımla da konuşurken
lafı geçiyor bizimkinin ama sadece sözde kalan bir o kadar aklımda da takılı.
Masumiyetin ve gençliğin en güzel
zamanları hani nerede ise yolda yürürken mendilimi atacağım da koşa koşa
gelecek arkamdan.
Çocukluğun ve saflığın maruzatı
olabilir mi sizce?
Bir kelam bir selam büyük onur ve
mutluluk.
Paylaşmak ise güzel tüm saflığımla
tüm arkadaşlarımla geliştirdiğim çok güzel bir diyalog olduğuna o kadar eminim
ki…
Sınavlar sınavları kovalıyor ve tek
teneffüste nefes alabiliyoruz derken bir gün öğle tatilinden dönüşte sıramda
bir zarfa rastlıyorum ve üzerinde ismim var.
İçinde ne olduğu aklıma bile gelmiyor
ve bir açıyorum ki bana yazılmış bir mektup üstelik bir aşk mektubu ve kimden
geldiğini okuyorum altında yazan ismi okuduğumda.
Ne yani ben sadece şirin bir arkadaş
değil miymişim?
Hızla okuyorum ve defalarca sonra en
yakın kız arkadaşlarımla paylaşıyorum.
Kimsenin haberi yok biz üç kızdan
başka.
Ve bu, bizim sırrımız oluyor elbet
ben uçuyorum en tepedeki dağlarda ve bulutlarda işin ilginci çocuğun umurunda
bile değilim değiliz.
Gel zaman git zaman.
Bir mektup hayli kafamı dağıtıyor ama
metanetle öğrenciliğimin ve iyi bir evlat olmanın hakkını veriyorum illa ki.
Elbet lise sonda okusam bile ev-okul
arası on dakika olduğu için olsa olsa beş dakika izin çıkıyor evdekilerden
yoksa okula baskına gelirler Alimallah.
Günler geceler ve okulun son günleri
ve yaz tatili başlıyor bense evde kampa giriyorum hızlı bir şekilde tüm
derslerin üzerinden geçiyorum ne de olsa ailemin zoruyla okumalarını
istedikleri b/ölümü kazanmak zorundayım üstelik hiç de alakam olmayacak bir
meslek seçimi ile hayatımın ilk hatasını yapacakken.
Yine o kamp döneminde canım arkadaşım
arıyor beni en azından caddeyi turlamak ve kafa dağıtıp dinlenmek adına iyi de
ben ev hapsindeyim üstelik zorlu bir sınav bizi bekleyen ve işte bir dostumu o
gün yitiriyorum sonsuza dek üstelik yedi yıl yediğimiz içtiğimiz ayrı
gitmezken. Uzatmıyorum…
Sınav geliyor geçiyor bir sürü badire
ve arkadaşımın sınavda başarısız olduğunu öğreniyorum ve hayatıma bir düşman dâhil
oluyor çünkü karakterlerimiz yedi yıl uyuşmamış olsa bile sonradan anlıyorum
ki; canım kadar sevdiğim arkadaşımın sadece…
Dilim varmıyor ama adeta bir iş
ilişkisi gibi ve de menfaate dayalı bir arkadaşlık olduğunu seneler sonra kabul
etmek zorunda kalıyorum.
Ve diğer sınıf arkadaşlarım: hepimiz
bir yerlere dağılıyoruz sadece bir kere okulumun Çamlıca tepesindeki
tesislerinde yemeğe gidiyorum tüm sınıf buluştuğumuz ama herkes o kadar farklı
ki ve biri itiraf ediyor beni gördüğünde:
‘’Bir insan hiç mi değişmez?’’
Ne anlama geldiğini kurcalamıyorum
ama değişim bana göre değil işte.
Biliyorum ki onlar beni hep seviyor.
Aslında bir arkadaşım daha var ki
uzun yıllar devam ediyor dostluğumuz ve ayrımız gayrımız yok sonra araya bir
şeyler mi giriyor ne?
Bir gün sohbet ederken lafın bir
yerinde demez mi?
‘’O mektup var ya…’’
‘’Hangi mektup?’’
‘’Hani o çocuğun sana yazdığı aşk
mektubu…’’
Hala sakladığım sanırım ve evet,
diyorum:
‘’Ne oldu ki?’’
‘’O mektup bir oyundu aslında. Tüm
sınıf karar verdik ve o mektubu onun ağzından sana yazdık.’’
Şimdi düşünüyorum da o gün bu itirafı
duyduğumda neden fazla üzülmedim ve gerçekten de üzerinde durmuyorum artık
nasıl sefil bir arkadaş bağımlısı isem ki arkadaşımı kendimden çok seviyorum
üstelik kızı elime doğmuşken adeta onun kız kardeşiyim hatta daha yakın.
Seneler geçiyor üzerinden ve ben yine
sıkıntılı bir süreç yaşıyorum ve bir gün ansızın kendimi yazarken buluyorum ki…
Benim için adeta bir kurtuluş ve
nasıl mutluyum ve can arkadaşımla paylaşıyorum yeni keşfimi ve mutluluğumu
çünkü sanıyorum ki; o da mutlu olacak ve…
Paylaşıyorum ve telefonda derin bir
sessizlik ve işini bahane edip kapatıyor.
Derken bir daha arıyorum neden
kapattığını anlamıyorum hala ve bu sefer eşi çıkıyor telefona bir de ne
duyayım?
Evlerini mutfaklarını beş dakikada su
basmış.
Ve otuz yıllık dostumu saniyeler
içerisinde kaybediyorum.
Şimdi bilmiyorum kim nerede.
Şimdi bilmiyorum o mektubu kaç bin
sene evvel yırtıp attığımı.
Şimdi bilmiyorum artık dostluğun
neden onlardan uzak olduğunu…
Keşke de bilmeseydim hani: bu
mektubun bir oyun olduğunu en azından içim sonsuza kadar sızlamazdı ve
inanırdım da sınıf arkadaşlarımın beni çok sevdiğini.
Ve bu mektubun liderinin de o kız
olduğu söylüyor bana:
Hani, Allah’ı reddeden ve saçlarımdan
benden nefret eden sınıfımız nakil gelen sınıf arkadaşımız.
Belki de bazı şeyleri hiç bilmemek ve
öğrenmemektir insana iyi gelen.
Ve hala da bilmiyorum neden değişmediğimi
ve neden kimselere benzemediği üstelik benzemek aklımdan bile geçmemişken bir
ömür.
Altı üstü saçma sapan bir mektup der
de geçer insan ama geçemiyorum hala o köprüyü geçemiyorum üstelik kendimi
savunma hakkı tanımadı hiç kimse bana üstelik bir ömür üstelik hiçbir suçum da
yok iken…