AT, AYRAN, KONYAK, TATLI
Yağcı Hacının Omar askerden
geldikten sonra Güdük İreşid’in Hasan’la ortaklaşa bir müddet kahve
çalıştırmış, oradan ayrıldıktan sonrada köy köy gezerek çerçilik yapmış, üç beş lira para biriktirmişti.
O yıllarda köyünde elinde
parası olanlar canlı hayvan alıp satıyorlar (Çelikçilik) iyi de para
kazanıyorlardı.
Omar’ın aklı fikri bu işteydi ama
anlamadığı bir meslekti. Onun
için bu işi köylüsünden anlayan birisiyle yapmak istiyordu
istemesine de herkes kendine geçinebileceği ortakçı bulduğundan dolayı aradığı
arkadaşı bir türlü bulamıyordu.
Birkaç sefer işin erbabı Sarının Mustafa’ya teklif ettiyse de “Ben Apo ve oğlu Nahat’le ortağım, onlardan ayrılıp seninle çalışmam, onlara karşı ayıp olur” diye teklifini geri çeviriyordu.
Sarının Mustafa basit bir nedenden
dolayı Apo ile ortaklığa son verince Omar’a el altından haber salıp işi beraber
yapmayı teklif etmesiyle zaten tetikte bekleyen Omar'la hemen ortakçı oldular.
Sabah erkenden eşeklerine binen
iki ortak hevesle yola döküldüler. Köyün birinden üç beş inek, dana, öküz,
tosun alıp diğer köye ulaştılar.
Kimini fark alıp değişmekle,
kimini satmakla köy köy dolaşarak bir hafta sonra Yerköy’e ulaştılar. Vakit
akşama yakındı eşeklerini bir hana teslim edip hemen yanındaki otelden de
kendilerine iki yataklı bir oda ayarladılar.
Yerköy küçük bir kaza (ilçe) idi.
Biraz gezseler de oteldeki odada yataklarına uzandıklarında yorgunluktan hemen
uyumuşlar, horultuları gökten geliyordu.
Sabah ne de çabuk olmuştu, giyinip
alt sokaktaki bir lokantadan çorbalarını içtiklerinde güneş bir adam boyu
yükselmişti. Hemen hayvan pazarının yolunu tuttular.
Pazar yeri o gün için çok
kalabalıktı. Sabah gün doğmadan hayvanını satmaya, değişmeye gelenler pür
dikkat müşteri kesiyorlardı.
Sarının Mustafa para kazandıracak
hayvanları uzun süren pazarlıklar sonucu alırken satıcının gözünün yaşına
bakmıyor, hayvanları Omar’ın şaşkın bakışları arasında
kârıyla hemen bir başkasına satıyor, tekrar alıyor, tekrar satıyor böylelikle paraya para
demiyorlardı.
Alış veriş öğleye kadar devam
ederken pazar yeri de yavaş yavaş tenhalaşıyordu. Oradan ayrılıp güzelce karınlarını doyurduktan sonra Yozgat hayvan pazarına gitmek için tren garından
biletlerini alıp kalkış saatine kadar garın çevresinde yarenlik ettiler.
Akşama doğru tren onları Yozgat’a
getirdi. Trenden iner inmez otelden yerlerini ayırıp yorgun olan bedenlerini
ötelin bitli ve kirli yatağına teslim ettiler.
Ertesi günü Yozgat mal pazarına
vardıklarında yer yerinden oynuyor, bağıranların, çağıranların, pazarlık
sesleri birbirine karışıyordu. Öğleye kadar beş on hayvan alıp sattılar iyi de
para kazandılar.
Öğleyin Pazar tenhalaşırken cins
bir atı ucuz paraya satın aldılar, gel gör ki her nedense atı bir türlü satamıyorlardı. At deli ve huysuzun tekine benziyordu. Arada şaha kalkıyor, çifteleri ardı ardına
sallarken iki arkadaş onu zapt etmekte güçlük çekiyorlardı.
Biraz sonra yanlarına yaklaşan bir
adam “hemşehrim bu namlı atı siz niye satın aldınız, delinin, huysuzun biri.”
Adam daha lafını bitirmeden
Sarının Mustafa yediği çifteyle aniden yere kapanmaz mı. Atı Yerköy’e giden bir
pazarcının kamyonuna güç bela bindirdiler. Bir müddet işi icabı çarşıya gidip
gelmekte geciken şoförü beklemek zorunda kaldılar. Şu talihe bak ki şu deli atın
yüzünden tren yerine kamyonla yolculuk yapmak mecburiyetinde kalıyorlardı.
Onlar kamyon şoförünü beklerken
“ayraan vaar ayraaan, bardağı on kuruuş, ayrancııııı, ayraaan” diye cam damacanayla ayran satan bir adamın bağıran
sesiyle irkildiler. “Ayranım soğuk var mıııı içeeen, ayraaan, ayraaan, ayranım buz gibiii, ayranım buz
gibiii”
Sıcak yüzlerinden okunuyordu. Omar
mahsustan geri dururken Sarının Mustafa karın doyurmaya ve içerken de üç sefer nefeslenip dinlenmeye ayrancıyla iki liraya anlaştılar.
Sarının oğlu bardakları boğazına diktikçe
adamın gözleri fal taşı gibi açılıyor. “O koca karın nasıl dolar” diye pişman
pişman onu seyrediyor, yaptığı pazarlıktan dolayı kendisine kızıyordu.
Mustafa’nın karnının büyüklüğü köyde herkesin dilindeydi, oğlu küçük Mustafa’ya “Babayın karnında ne var” diye
sorduklarında “Üç yılan, beş çıyan, on kurbağa vs. var” diye sayar, milleti güldürürdü.
On beşinci bardağı içen Sarının
Mustafa para vermemek için ‘aniden çatlayıp ölmüş’ numarası yaparak olduğu yere
nefessiz yığılırken o anda olayı dışarıdan birisi imiş gibi seyreden Omar hemen
atılıp “Hemşehrim senin ayran zehirli mi nedir, baksana adam öldü herhalde, polis
çağırayım bari” derken ayrancı topukları yağlayıp korkudan kaçarken ayranı,
parayı unutmuştu. Tökezleyip yere serildiğinde sırtındaki damacana parça
parça olurken üstü başı beyaza boyanmıştı.
Bindikleri kamyon üzeri hayvan
yüklü olduğundan Yerköy’e ancak gecenin ilerleyen saatinde gelebildiler. Atı
handa eşeklerin yanına yerleştirip karınlarını bir güzel doyurduktan sonra otele
yerleştiler. Sabaha kadar Sarının Mustafa gök gürültüsünü (!) andıran karın
gurultularıyla taş gibi uyurken Omar la havle çekiyordu.
Sabah handan at ve eşeklerini alıp
yola düştüler. Şu köy senin, bu köy benim, ala vere yaparak, atın bin bir
eziyetine katlanarak günler süren yolculuktan sonra köylerine ulaştılar.
Omar’ın beyni zapt olunmayan,
başlarına belanın belası olan bu atı ‘nasıl elden çıkarırız’ vesvesesiyle
yorulmuş, çare üstüne çare düşünmekten günlerce gözüne uyku girmez olmuştu.
Günün bir vaktinde birden gözleri fal taşı gibi
açılmış, ‘neden olmasın’ diye uzandığı yerden fırladığı gibi soluğu doğru ortağının
evinde alması bir olmuştu.
Cumartesi günü sabaha karşı köyden
aldıkları birkaç hayvanla atı da yanlarına alarak satmak için Kervansaray
dağından aşıp pazar sabahı şehre ulaştılar.
Omar hayvanları Mustafa’ya teslim
edip onu şimdiki Kırşehir stadyumun olduğu hayvan pazarına gönderirken kendisi de içki
satılan bir dükkandan bir şişe kanyak alıp koşar adım hayvan pazarının yolunu
tuttu. Daha pazara varmadan ortağına yetişip atın ağzını güç bela bir eliyle
açıp diğer elindeki konyağı azar azar ata içirdi. At önceleri kafasını beri öte sallayıp itiraz etse de tadından mıdır nedir o da işi oluruna bırakıp kanyağın
tamamını içti.
Yarım saat sonra deli dolu at
gitmiş yerine bambaşka bir at gelmiş etrafı alıcıyla dolup taşmıştı. Fazla
pazarlık yapmadan sakinleşen atı anında bir doru atla değişip üste üç beş lira
da fark alıp beş dakika sonra da bir çingeneye bol karla satarak pazar yerini
anında terk ettiler.
Öyle acıkmışlar ki, bereket çarşı
pek uzakta değildi. Uzun çarşıda uğradıkları bir lokantada güzel ala
karınlarını doyurduklarında iki arkadaşın gözleri ışıl ışıldı.
Lokantadan dışarıya çıkınca karşıda bir
adam ‘tatlıcı tatlıcıııı, tatlıcııı yemezmisiniz, halkalı tatlılarım vaaar’ diye bas bas
bağırıyordu.
Sarının Mustafa o koca karnından
düşen pantolonunu göbeğine kadar çeke çeke adamın yanına yaklaştıktan sonra “doyması kaç para
hemşehrim?” diye sordu.
Satıcı ilk defa böyle bir soruyla
karşılaşıyordu. “Hemşehrim ben taneyle satarım, senin dediğine pek aklım ermez”
derken ‘bu karnı büyük adam çok yer’ düşüncesiyle bu pazarlığa pek
yanaşamıyordu.
Uzun pazarlıklar sonucu doyumuna
iki buçuk liraya arayı girenlerin sayesinde anlaştılar. Sarının Mustafa
tatlıları lüpür lüpür midesine indirirken tatlıcı da ara sıra şerbetinden
veriyor ki ‘tatlı adamı belki keserse, az yer bende para kazanırım’
düşüncesindeydi. Ama ne mümkün, Sarının Mustafa bir türlü doymuyor ha bire
atıştırıyordu.
Omar “Bu adam çatlar ölür de tatlıcının başına
bela olur” düşüncesiyle o anda oradan geçmekte olan bir polis memurunu
durdurdu. “Memur bey kardeşim, bir zahmet bakar mısın, şu karnı büyük adam tatlıcıyla doyumuna anlaştı, bir türlü doymak
bilmiyor, eğer çatlar ölürse tatlıcının başı belaya girer, aman memur efendi sana
yalvarıyorum olaya müdahale et.” Polis
başını bir o yana bir bu yana çevirip Omar’ın yalvarmalarına dayanamadı.
Polis zar zor Mustafa’yı
tatlılardan ayırırken tatlıcı parayı, pulu unutmuş artan tatlıları kurtarma
telaşında iken birden yanından hışımla kaçan bir atın tekmelerine maruz kaldı.
Meğer sattıkları adamdan atı bir başkası satın almış, konyağın tesiri geçince ayılan at pazarın kalabalığından ürkerek kaçmış, sahipleri
arkada at önde çarşıda cirit atıyorlardı.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN GERÇEK YAŞANMIŞ HİKAYELER KIRŞEHİR 14 10 2014
Ben bu hikayeyi dükkanımda rahmetli Ömer amcanın ağzından dinlemiştim