Edebi izlenimcilik tarihinden bahsederek makaleye giriş yapmak gerekirse onun ; Avrupa’ nın “İzlenimci Sanat Hareketi”nden etkilendiğini söylemek oldukça doğru olacaktır. Tanım olarak bakıldığında ise İzlenimcilik tekniği ; Gerçek hayat ve mental hayatın içeriklerinin incelenerek birbirleriyle bağdaştırılmasına dayandırılmaktadır. Hayatın gerçekçiliğini, insanın kafasında kurduğu hayal ürünü olarak sayılabilecek duygu düşünce, hisler ve algılar olarak ifade edebileceğimiz mental yaşamın derinliklerine inerek bazen bir nesne, olay, kavram veya imgelemi kullanarak oluşturduğu izlenimi okuyucuya ulaştırır. Aslında mental hayattaki derinliği, belirsizliği ve karmaşıklığı tek bir nesne kullanarak gerçek hayata taşıma tekniği olarak da ifade edilebilir. Hayatın gerçekliği olarak sunduğu bu karmaşa, okuyucunun hem kendi iç dünyasıyla hem de gerçek hayat olgularıyla yüzleşerek kendini tanıması yolunda ona bir ışık olacaktır. Bu makalede, izlenimcilik tekniğinin manası, İngiliz Edebiyatında ki yeri ve önemi ifade edilecektir.
İngiliz Edebiyatında birçok yazar bu teknik vasıtası ile kendi içlerindeki yaratıcılığı ortaya çıkartarak insanların hayatlarını etkilemek istemişlerdir. Şüphesiz bu yazarların topluma ders vermek, bozulan toplum ahlakını iyileştirmeye çabalamak gibi amaçları olmuştur. Bilindiği gibi Dünya savaşlarından sonra insanlar hem fiziksel hem de psikolojiksel olarak oldukça yıpranmışlardır. Duygu karmaşaları, top ve tüfeklerin yanı sıra baş gösteren iç savaşlar ve iç savaşların sonucu olarak ortaya çıkan kişilik bozuklukları beraberinde düzensiz ve ahlaki açıdan bozulmuş bir toplum yapısı getirmiştir. Yazarlar farklı bakış açılarını sundukları bu ve bunun gibi teknikleri kullanarak topluma ayna tutmuşlardır. Aynada kendi yansımasını gören toplum için bir şok etkisi yaratmıştır aslında bu eserler. İnsanoğlu her nerede ve hangi zamanda olursa olsun gerçekleri görerek uyanmaya alışkındır. Çoğu zaman tiyatrolar aracılığıyla iletilen bu mesajlar görmenin yanı sıra insanı çok yönlü düşünmeye teşvik edebilen, zihinlerinde kalıcı etkiler ve fikirler üretmesine yardımcı olan teknikleri kitaplarında kullanarak okuyucularla buluşturmuşlardır. Nitekim bu yolda başarılı olduklarını görmekteyiz. Aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen o yıllarda yaptıkları tespitler hala günümüz insanı ve de yaşamıyla uyuşmaktadır. Ayrıca hala çokça okunuyor ve isimlerinden bahsediliyor oluşu da onların işlerinde ne kadar başarılı olduklarının bir göstergesidir. Hala ihtiyaç duyuyoruz birilerinin bir şekilde gerçekleri yüzümüze vurmasına, ve yine hala ihtiyaç duyuyoruz içimizde tonlarca ağırlığa ulaşan duygu karmaşasının oluşturduğu koca çukuru nasıl boşaltacağımızı bilmeye ve öğrenmeye.
Dönemde yaşanan olumsuz olaylar, yazarların bakış açıları ve insanların durumu birleşerek ortaya çıkan eserlerin kalıcılığının sağlanmasına en büyük sebeplerden birisinin eserlerde kullanılan teknikler olduğu yadsınamaz bir gerçektir artık. Bu durumda izlenimcilik tekniğinin önemini kavramak ve onu daha yakından tanımak adına daha önceki yazılarımdan birinde de yorumladığım All Gods Chullin Had Wings kitabında Eugene O’ Neill bu tekniği nasıl harikulade bir şekilde işlediğine bir göz atmak gerekecektir. Onun eserindeki ana teması Irkçılık olmuştur. Tekniğin tanımında da bahsettiğim üzere her hangi bir nesne, olay ya da kavram ele alınarak kullanılan bu tekniği, Irkçılık temasıyla birlikte ele almıştır ve özellikle Renk kavramını kullanmıştır. Renklerin diliyle seslenmiştir insanlığa. Koyu tenli insanların dehşet verici şekilde şiddete mağruz kalarak toplum tarafından dışlandığı bir süreçte zaten başka nasıl anlatılabilirdi ki bu durum.
O’ Neill karakterlerin duygusal durumlarını yorumlamak veya eleştirmek yerine okuyucularına oldukları gibi aktarmıştır. Bu tarz yapıtlara örnek vermek gerekirse Mrs. Dollaway ve Heart of Darkness denilebilir. Ki zaten Virginia Woolf ( Mrs. Dollaway ) ve Joseph Conrad bu tekniğin öncülerindendir. İki roman da yapısı ve anlatımı bakımından anlaşılması oldukça güç yapıtlardır. Aslında yazarların da anlatmak istedikleri de bu zorluğun insanın iç dünyasında ki karmaşaya denk olduğudur. O’ Neill hem siyahı hem de beyazı bir arada kullanmıştır. Siyah ve beyaz tenli insanların bir arada yaşadığı ama siyahların ne derece zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldığını belli olaylar üzerinden farklı bir üslupla anlatmıştır. Olayları hem insan davranışları üzerinden hem de onların psikolojik durumları üzerinden başarılı bir şekilde bizlere sunmuştur. Burada amacım kitabı özetlemek olmadığı için durumu daha iyi anlatabilmek adına birkaç örnek üzerinden sizlere aktarmaya çalışacağım. Daha detaylı bilgilenmek adına oyunu okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Örneğe gelecek olursak ; üçüncü sahnede anlatılan, kahramanımız Jim’ in avukatlık sınavı konusunda hayatını ele geçirip alt üst olmasına sebep olan Umutsuzluk konusu hakkında konuşmak doğru olacaktır. Bu konu da umutsuz oluşu akıllara zeki birisi olmadığı fikrini getirebilir fakat aksine oldukça zeki birisidir Jim. Yaşadığı umutsuzluğun temel sebebini Ella ile arasında geçen bir diyalog çok net bir şekilde açıklamaktadır. Sınava girdiğinde, beyaz kağıda baktığı an beyninde ki her şeyin bir anda siyaha döndüğünü ifade eder. Aslında bembeyaz bir kağıt vardır karşısında, bunu içindeki saflık olarak tanımlayabiliriz, bir anda siyaha dönüşen kağıdı ise tamamen onu rengiyle yargılayan toplum olarak nitelendirebiliriz. Sınavı geçerse toplumda hiçbir şekilde bir statü sahibi olamayacağı düşüncesi onu karamsarlığa ve umutsuzluğa itmektedir. Ve bu düşünceyi ona empoze eden zaten toplumun ta kendisi olmuştur. Burada renklerin ; insan düşüncelerinin ve iç dünyalarının üzerindeki etkileri açıkça anlaşılmaktadır. Diğer bir örnekte ise Ella’ nın Jim hakkında hayatı boyunca tanıdığı en Beyaz insan olduğunu söylemesidir. Beyaz kelimesinden kastı, Jim’ in tam anlamıyla tanıdığı en saf, temiz ve masum insan olduğudur. Ella’ nın bu tabiri, manasına bakıldığında bir çok iyi şey ifade eden bir izlenimdir.
Sonuç olarak, O’ Neill’ ın bu teknikle görülen gerçekler dışında , görülemeyen gerçeklere de ışık tuttuğunu söylemek mümkündür. Ayrıca yazarın verdiği mesajlar tüm insanlığı kapsamaktadır. Bu yüzden oyunu ve verilen mesajları evrensel olarak kabul etmek ; Irkçılığın dünyada ki en büyük kötülüklerden birisi olduğunu kavramak adına oldukça manalı ve insancıl bir davranış olacaktır.