Düş takvimlerinde saklı yüreğin
surlarında sızan sırlarımdan derlediklerim: derman bildiğimse yakarışım
Mevla’ya ve aşkın tapınağında yeniden doğup kâinatın sonsuzluğuna karıştığım.
Mecali yok sözcüklerin ama illa ki
meali var ve işte Sırp Sındığı Savaşında unutulmuş bir silah gibi kurşunları
kendime sakladığım her gün bitiminde geceyle buluşup ruhum iken arındığım diğer
yandan ruhu da duymaz insanların ölüp kaldım mı, diye.
Mevsimlerden Sükûn.
Günlerden ya Cuma ya Salı.
Salı sallandığı için sallamıyorum bu
gün içimdeki çocuğun beşiğini ve huysuzlandığında bir avuç şiir tıkıyorum
ağzına azımsanmayacak bir mahcubiyetle gülümseyip dalıyor uykuya.
Her radara takıldığında gecenin
istikametinde uyku öncesi şiirler yazdığım ne ki yazmadıklarımın yanında ve
yanan lambadan binlerce pervane firar ediyor bense filizleniyorum gece
karanlığında ve sözcüklerim tohum iken tohuma kaçmış şarkılarla suluyorum
yalnızlığımı.
Konçertosu yüreğimin bazen Kuğu Gölü
Balesinde parmak uçlarıma basıp da havaya yükseldiğim belki de evrenin son
marifeti ve konduğum o uçsuzlukta budadığım ağacın dallarını çünkü kalemim bir
ağaçkakan ve sayıp sövdüğüm kendime bazen sözcüklerle hezimete uğrayan içimdeki
o yıkılmış tapınak.
Tavaf ettiğim bir evren karanlığın mihrabında
göğsüme iliştirdiğim bir broş aslında kalemin duvağında takılı sözcükler ve
altın niyetine cümleler asıyorum görünmeyen gelinin boynuna sonra da geldiğim
gibi göçüyorum karanlığın parmaklarında bir çorap gibi başıma kimse çorap ören
sadece gülümsüyorum elbet tapındığım, yakardığım ve en sevdiğim Yaratan
kutsamışken evreni kutsalım sevgide büyüyüp çoğalıyor yüreğimin mizacı.
Bir köküm varsa düne delalet.
Bir kuyruğum varsa rengârenk.
Tevazu yüklü bir asalet belki de
örülü asi saçlarıma yağan.
Her renkte duyumsuyorum aşkı.
Her duyguda bir renge denk düşüyorum.
Aşkın İlahi sarnıcında sadece
dokunuyorum en zirveye ve çıkmak istediğim ilelebet kalmak istediğim tek yer
yüreğimden akan kanın hızında varabildiğim kadar da en yükseğe.
Huzursa en büyük arzum İlahi Aşkın
pervazında sonsuzluk yeter ki kabul etsin beni ve hiçbir acımı da miras
bırakmayayım ve taşımayayım da bir sonraki hayatıma.
Cennetin uleması cennet kuşları.
Ah, dünyada saklı cehennem
zebanileri.
Bunca zulüm.
Bunca elem.
Ne çok mazlum belki de budur mazlum beni
bana sevdiren…
Mustarip olduğum her neyse havale
ettiğimse kader ve Rahman ve saçlarımın buklelerinde saklı yavru kuşlar belli
ki cennetin çağrısı bu.
Şimdi gitmeliyim elimi çabuk tutup
bitirmeliyim bu son faslı.
Yalnızlığa doyduğum ömrün bir
sonrasında bilmek belki de sinen acılardan kat çıktığım o uzun ve devasa
merdiven.
Değmez mi değmez mi hani?
Hangi düş’ ün ışıldağıydın sen ve
hangi yalandan dünyada saklanmış son gerçektin?
Mevsimlerin tadı yok ismine nur
yağıyor sadece.
Aşkınsa bir adı var ve yekten kanat
açıyor insanlar sonsuzluğa ve yokluğa ne de olsa varlık katsayısında saklı
insanlar ve hiçliğe zimmetli.
Göğün yaşları kanlı ve kasıtsız.
Kar yağıyorsa saçlarıma gök kuşağının
ne suçu var? Ne de olsa genlerim yaş alıyor ruhumsa yaslı kimi gölgelerse Kaf
Dağında saklı.
Melun bir hüzün var tırnaklarımın
içinde saklı ve kemirdikçe şeytanlar üşüşüyor şeytantırnağımın yanına ve hala
çocuğum ben ve hala saf yine de büyümek adına uğraşım ve boy atan sadece
acılarım demek ki insan boyunun ölçüsünü böyle alıyormuş.
Terzi miyim ben?
Peki, o halde: demek ki daha çok
sökülecek yüreğimim dikişleri ve parmak arası terlikler saltanatını sürdürecek
ve ben kapalı terliklerimle içime kapandığım gibi bir gün kapatacağım gözlerimi
ama öncesinde söyleyeceklerim var…
Mıhlanıp kalmışım hayata elbet
gidecek tek yerim var ve o da beklemede yine de ölümü anmak istemiyorum ve ar
bildiğim ruhumla haysiyetimle tutunuyorum hayata en çok da göğe bakıp dalarken
kendimi bir kuş kadar özgür hissediyorum ve içimdeki sonsuz sevgiyi tek
sahibine sunuyorum.
İlahi bir ışıksa her gece önümde
yanıp sönen ve sözcüklerden biri hükmederken ruhuma kalem de son hızla yazmaya
başlıyor ve ilham perim beklemeye gelmiyor aksi takdirde yok olup gözden
kayboluyor ve gözümden düşen yaşların ıslaklığına aldırmadan kâğıdın da
buruştuğunu görmezden gelip yazıyorum biteviye bazen bir mola vermek istiyorum
ki…
Sözcüklerin ritmine eşlik ediyor
kalbim belki de tam tersi. Her halükarda güzel bir birliktelik ve düşüncelerimi
donduruyorum ve beynim kalemin ucuna naklolup devasa sağanaklarla dolup taşıyor
hem kâğıt hem ruhum.
Afili yalnızlığımı yok saydığım
müstesna bir zaman dilimi.
İçimin ihbarı.
Dış sesinse isyanını görmezden gelip.
Sevgiyi bahşetmişken Mevla’m ve
yazarak daha da büyüyen bir sevgi.
Lamı cimi yok işte.
Gerçi in cin top oynuyor aklımın boş
sokaklarında ama…
Aldırmıyorum ne içimdeki uyarıcılara
ne de dış sesin gereksiz gürültüsüne paye veriyorum ve taviz vermeden bir ömür
yaşamışlığın ölçümünü yapıyorum yazdığım satırlarda beni bana sunan bir kudret
bir o kadar beni benden uzak tutan bir hasret soluksuz kalmama sebebiyet verirken
biliyorum işte ruhumun rüştünü yazarak ispatladığımı.
Gölgemsi bir varlık saf tutan
karanlıkta.
Dilimde Besmele.
Yüreğimde sıra dışı bir kıpırtı.
Elbet aklım da beklemede.
Varlığıma delalet ne varsa hükmeden
bense dizginleri bırakıp akışına bırakıyorum hayatın sözcükleri ve tüm imla
hatalarını imha ediyorum ve yüreğimi de yazarak ihya ediyorum tıpkı bir ömür
sevmenin de uzantısı gibi yazarak çoğalıyorum ve eksilen acılarımdan ritim
tutuyorum geceye.
Sancılı bir oluşum.
Belki de serap gördüğüm.
Hayatın kasvetini gömdüğüm.
Haletiruhiyemdeki o sıra dışılık ile
sıradan geçiriyorum bir ömrün duygularını bazense kalemi tek ayak cezasına
çarptırıyorum elbet seke seke kalem devralıyor bu sefer mevcudiyetimi ve seken
her heceden nasiplenip ansızın koşmaya başlıyor…
Nereye varacağımı bilmediğim ve
umursamadığım da…
Ne de olsa doğanın çekim gücü bir o
kadar doğaüstü bir güç belleğimi ve ruhumu ele geçiren…