Düşlere mahal veren göğün sarkacı.
Aşkın ritminde kaybolan gece ve
maviyi boca eden sözcükler, hece hece.
Uğultusu dinmiyor evrenin uğruna
helak olduğumuz acılar ve kasırga.
Bir renkse aşk.
Bir buhransa yaşamak.
Şiarı sevinçlerin ve umuda göz kırpan
ölümlü kelebek.
Günde saklı hatırası ömrün günde
kalan na’şı…
Öykündüğü ise hayatın sadece yirmi
dört saat ile sınırlı mizacı.
Bir kuşa öykünen insan.
Kelebekse kozasına itham ve isyan
savururken.
Günü delen gözleri eskicinin ve
dilencinin yırtık esvabı aslında çeyiz sandığında saklı minvali güneşin ve işte
yola düştü gelinlik çağındaki masum hayali sevginin.
Körüklenen düşler ve hayalet kuşlar.
İnsan ve öğretisi evrenin
öykündüğümüzse hep bir sonrası bazen çizmeyi aşan su gibi ve kuru dere
yatağında sevginin cesedine rastlan bir çocuğun hala yaşayan mimikleri…
Göçmen kuşlar bir de göçmenler.
Göç mevsimi doğanın yoksa öcü mü
saklı dünde kalan yarınların?
Ah, itibar edilesi masumiyet ve sevgi
lakin bir kez de gözden düştü mü insan ve içinde kalan ukde damarına basılan
bir duygu iken hasretin yankısı en ihtiyaç duyduğumuzsa sevgi dolu yüreklere.
Göğün çatısı ve aşkın sanrısı…
Hep mi sever insan ve yanılır?
Göç vakti.
Birileri çekiştirirken yakamızdan:
Kim demişse artık ‘’öç vakti’’?
Kolaysa baştan başla saymaya.
Bir.
İki.
Üç.
Tıp.
Tık yok kimsede ve kuytularda
metazori gölgeler aslında firar eden asalak alıcı kuşlar.
Öykündüğümüz ve öldürdüğümüz düşler
ve hayalet şehirler.
Huzursuz ruhlar kulvarı ve düş
sarkıtları.
İzbelerde çığlık çığlığa ölüm ve
görünmezin peşinde insan aslında kendinden kaçan.
İnsanlar.
Sökün eden.
Firar eden memleketinden.
Suriyeli ya da Afgan düşen gözden
batan bottan dökülen denize.
İnsanlığın recim edildiği ve
gölgesinden kaçan yalan ve soytarı yalnızlığı mademki şerh düştük ömre umudu
sakındığımız kadar gözden bazense birbirine saldıran insan başlığı altında
tasasına sarılan.
Buhranı insanlığın meleklerinse
sahneden çekildiği.
Göğe kumpas kuran karanlık bahtında
saklı hazan mahsulü yalnızlık.
Eylül’e saatler kalan ve mevsimin
çalan gongu oysaki hala yaz ve sıcak ve düşmedi son kum tanesi mademki kum
saatinde saklı aşkın yarına ve umuda hasreti.
Göç vakti.
Belki de öç.
Kimse firar eden kendinden bazen
fidan gibi coşkulu bazen müphem ve sevdalı Rabbine.
İnsan izlekleri.
Taşkın suretler ve siluetler.
Kuşlar özgür.
İnsanlıksa kıskaçta.
Bir kelebeğin şarkısı ve ömrü sadece
saklı yirmi saatlik sarkaçta.
Günü bölen.
Delinen karanlık.
Masumiyet kayıp ve insanlık da.
Rengine âşık ebemkuşağı.
Sağalttığımız acılar baş göz
ettiğimiz mazi.
Göç vakti asla da değil öcün saati.
İnsanlığı insana sunan Rabbin
mevcudiyeti ve emanet olduğumuz kadar İlahi Güce ihbar ettiğimiz insanlık dışı
var oluşun insana ettiği.
Göçemediğimiz.
Özümüzde saklı sihri varlığın.
Közünden doğmanın meali.
Külünden arda kalan bir avuç umut.
Vurulduğumuz yerden birileri
bağırırken: ‘’Sadece unut.’’
Hüzün cetvelinde kırık bir asa.
Boyumuzu aşan onca dalga.
İnsan olmanın tesellisi belki de
tecellisi bir sonraki günde saklı.
Kelebek mizaçlı bir düş ise
yakamızdan düşmeyen ve esefle kaçarken kendimizden.
İnsanın kendinden göç edemediği ama
öcü de sınırsız oysaki yaratılış amacımız değil miydi sevgi ve umut…