Düş gezginiydim öncesinde düşlerime
düşkün ve sevmenin de realitesi.
Düşen sözcükler, dikili yaramda saklı
kocaman bir yama içimde bukalemun sevinçler.
Şerh düştüğüm güne.
Şart koştuğum kendime.
Şerrine lanet okuduğum iblisin çürük
nefesi.
Düş mahkûmuydum ve insanlara düşkün
lakin uzaktan sevdiğim bazense koşup kucaklarına atladığım…
Öncemde saklı çoğu artık.
Sonramsa daha az.
Anda saklı mevcudiyetimde saklı
tuttuğum ne çok naz niyaz.
Matemime seyirci gök kubbe.
Mahremime düşman kinaye yüklü her
yüzde saklı her hece.
Hecelerken hayatı ve başından
başlamışken masala ve bilmeden bir masaldan diğerine firar ettiğim.
Zarif bir d/okunuş iken benimki.
Arz edilesi ama talep-arz
dengesizliğindeki tecelli.
Ve soldan sağa saymaya başladım
Eylül’ün ilk saatlerinde.
Yaz’ ı uğurladım madem ama
uğurlayamadığım yazgım ve matemim içimdeki o kuyu içine attığım her sözcüğü bir
dilek ile bağladım dilek ağacına oysaki asla görmeden ve tanımadan sevdiğim
bunca insanı evveliyatla Rabbim sunmuşken bana dünya gözüyle görüp göreceğimden
de fazlası ve işte sağdıcım kalem yakamdan çekiştirirken hür bıraktım ruhumu
yüreğimse sadece kara kutu elbet ben gittikten sonra anlayacak neden nutkumun
tutulduğunu.
Yaşadığım kadar yazacağım.
Yazdığım kadar yaşayacağım.
Sevdiğim kadar da geciktireceğim
vedamı elbet vakti geldiğinde de ışık hızıyla göçeceğim bu dünyadan.
Yüreğimin asma katındaki asma
yaprakları çok mu erken yoksa ağaçların yaprak döktüğü?
Ertelediğim ne ki ertelenmiş
mutluluğun da faturası bana kesilirken elbet kaderime razı içimdeki sevgiye
tutuklu ve vicdanım ve rabıtam ve hafızam ve dermanım…
Bilinmedik ne çok şey saklı
söylemediğim söyleyemeyeceğim ve işte volta attığım hücrem ve ölen hücrelerim
bir de atıl hücrelerim bu yüzden basınç yapıyorum zihnime daha çabuk algılasın
ve çözülsün diye lakin çözülmüyor içimdeki kördüğüm ve boğulmamın arifesinde
sökün ediyor sözcüklerim.
Gönlün radarı hep güzellikten yana.
Güzel baktığım kadar da güzel görmek
bir de aşk körü sevgi körü insanlar iken hayatımın kör noktası.
Net olansa yaşamak.
Tedirgin kimi zaman.
Kaygının nüksettiği ve farkındalık
taşımak.
Birileri geliyor ve gidiyor biteviye
gözümün önünde gözümün içine baka baka yalan söyleyenler ve öfke kusanlar
oysaki ben her birinize yürekten inanmış sevmişken.
Cüret edenler.
Hak etmediğim ne ise.
Renkleri alacalı bulacalı.
İzafi bir eksen ve artık kim kimin
uydusuysa bu yüzden bahşedilen nefesi boşa tüketiyorum ve tam da dokunacakken
kendime…
Dokunulmazlığı var sandım oysa
sevginin.
Sevgiye hezimet yükleyenler ya da
maddiyatla derecelendirenler.
Madde madde not düşüyorum giden güne
ve gün yüzü görecekken gecede tıkılmış kalmış bir ışık olmanın verdiği
parlaklık ve hassasiyetle ile gecenin dokusunda uzanıyorum sadece uzanıyorum
boşluğa ve içimdeki dünyayı neden yerle yeksan ettiklerine akıl erdiremiyorum.
Suçlu olansa benim hep de olduğu
üzere.
Genetik bir kabullenme benim sanırım
anneme çekmişim.
O da çok çekmiş hem zamanında.
Annemin kaderi ya da keder bildiğim
ama mutluluk addedilen ve her halükarda hamt ettiğim şükrettiğim ve beni tek
bilen sadece O ve koruyan sırf beni de değil ve üç nokta.
Üçledim.
İçlendim.
İçerledim.
Kim olduğunun ne önemi var içimdeki
yıkıntıya bir tekme daha vuruldu mu…
İşin kötüsü hep de küllerimden doğmak
bana düştü mü…
İşte bir gün daha düştü gözümden ve
bir yaş ve yasa ve yasa bildiğim kabullenmek adına.
Hizaya gelmeyen kimse ya da uyumsuz
addedildiğim çünkü minnet ettiğim bir Allah’ın kulu yok evrende ve ben Allah
rızası için yaşamayı şiar edinmişken refüze edilen varlığım belki de ağzımdan
çıkan çok masum bir kelime ya da cümle.
Cümleten uğurlar olsun…
Demek istemiyorum ama gitmeliyim.
Gidemem çünkü biletim henüz
kesilmedi.
Gitmekse kendimden.
Yeniden doğmak ve yeni bir kimliğe
bürünmek sil baştan.
Silmişken en sevdiklerim beni çoktan.
Sevginin sevgi doğurmadığı; sevginin
can yaktığı ve sevilme arzusundan da çoktan geçmişken kendimi sevmem neden
itici gelir ki insanlara? Ya da tam tersi:
Onlara verdiğim sevgi ile
tasalanmazken neden dert ederler içimden taşan sevgiyi?
Gönlüm razı değil ama mecburun.
İnancımla bütünleştiğim koca ömür
üstelik ta içimden gelen.
Dıştaki baskı.
Dış sesin baskın hüviyeti.
Oysaki ne çok insan hüviyetsiz elbet
hesap cüzdanlarını saymazsak.
Bu gün gitsem kredi bile çekemem
demek ki dünya gözüyle maddi anlamda hiçbir yaptırımım olmadığı için nemalandığım
sadece inanç ve sevgi iken üstelik kimi kefil gösterebilirken banka şubesinde.
Hüviyetsiz olanlarsa ekstrelerinde
yaşar ve yaşatılırken.
Hüviyetin neye denk düştüğünü sadece
Mevla bilirken.
Şah damarımdan yakın ve teslim
olduğum ve bana tek kefil olan da O elbet.
Gerisi hikâye.
Belki başka bir hikâyenin kahramanı
olacakken ve kendi hikâyemden firar edemediğim de değil elbet yalan.