ÇUVALDIZI KENDİME, İĞNEYİ SİZE...

Şu üç günlük dünyada neyi paylaşamıyoruz?
Kendi ambarımız lebalep pirinçle doluyken, başkasının heybesindeki bir avuç bulgura tamah ediyoruz.
Muhteris nefsimizi doyurmak için, hem maddî, hem de mânevî dünyamızı kendi irademizle cehenneme çeviriyoruz. Sonra da hiç bir kusurumuz yokmuş, sütten çıkmış ak kaşıkmışız gibi, kendimize iğne bile dokundurmadan, öfkeden kudurup, karşımızdakine doğrudan mızrak batırıyoruz.

Bir insanın kalbi kaç paradır?
Neden kırıp dökeriz, öldürüp yok ederiz insanların kalplerini?
Kırdığımız her kalp için, bir katı, bir yatı bize verseler mutluluktan uçabilir miyiz?
Mütebessim bir yüze, kaba saba sözlerleri hoyratça söyleyerek, mahkeme duvarına çevirmemiz, bize ne kazandırır?
Yıldızların tamamını bize verseler, diğerleri bizi kıskansalar...
Ve hattâ hasetlerinden çatlayıp ortadan ikiye ayrılsalar,
Kan revan içinde kalan bir dünyada ne kadar mutlu olabiliriz?

En güzel yemeği biz pişirsek,
En güzel şiiri biz yazsak,
En güzel şarkıyı biz söylesek,
En güzel golü karşımızdakine biz atsak,
En çok alkışı biz alsak,
Bizim dışımızdakiler ikinci, üçüncü, sonuncu olsa meselâ,
Üzüntülerinden yazmayı, okumayı, dinlemeyi bıraksalar,
Çekilip bir köşeye kös kös otursalar,
Onların hüzne boğulmuş dünyalarinda biz, kahkahalarla gülebilir miyiz?

En küçük bir eleştiriye tahammülümüz kalmamış.
Hatamızı duyanların, kulaklarına pamuk tıkamalarını istiyoruz
Yanlışımızı, ya da doğrumuzu yanlış görenin gözlerini ânında oyuyoruz.
Bir anlık boş bulunup, arkamızdan bir-iki menfî kelâm edenin dilini koparıyoruz.
Hatta hakkımızda, akıllarından minik bir olumsuz düşünce geçtiğini tahmin ettiklerimizin aklını başından alıyoruz.
Onları cahil, görgüsüz, bilgisiz, kültürsüz görüyor,
Yobaz, örümcek beyinli ilan ediyoruz.
Bunları yapamıyorsak, o insanlarla komşuluğu, arkadaşlığı kesiyoruz.
Sosyal medya hesaplarımızdan siliyor, bir şekilde bize ulaşmasını engelliyoruz.
Üç gün önce canciğerken, iki gün sonra bir kalemde silip atıyoruz.

Yakıyor, yıkıyor, kırıyor, döküyor, dağıtıyoruz.
Kendimizden başkasının alınacagını, incineceğini ve üzüleceğini düşünmüyoruz.
Hakkımızı ihlâl edenlere düşmanımızmış gibi saldırıyor, hakkına girdiklerimizin farkına bile varmıyoruz.
Özür dilemeyi, helâlleşmeyi haysiyetsizlik sanıyor, bu erdemli amelden kaçıyoruz.
Kabristanlarda yosun tutmuş mezar taşlarına bakıp bakıp geçiyor, birgün bizim de başımıza bir taş dikileceğini hesaplamıyoruz.
Ölümü herkese yakıştırıyoruz da, bir tek kendimize yakıştırmıyoruz.

Hani, yaratılanı severdik Yaratan’dan ötürü.
Hani, Eşref-i Mahlûkat olarak yaratılmıştık biz,
Esfele Sâfilîn olmak için mi bu kadar öfke, bu kadar kin?
Erzel-i ömre vâsıl olmak mıydı hayat gâilemiz?

Özetlemek gerekirse dostlar, sümme hâşâ kendi nefsimizi kendimize ilâh ediniyoruz. Bundan daha acısı da, hep başkalarının bu hataya düştüğünü söylerken, kendimizin de nefsimize taptığımızın farkına varamıyoruz.
Yani, kendi gözümüzdeki merteği değil, elin gözündeki çöpü görüyoruz.

Sözlerim yüreğinize dokunup incittiyse, cehâletimdendir affedin dostlarım.
Kendime sitemdir maksadım, size bühtan değil.
Bir kaç gündür edebiyat evi sitemizde olup bitenleri okuyup, çevremde de buna benzer hadislere şahit olunca gayriihtiyari bu cümleler döküldü satırlara, mahzun kalemimden.

#aslanyılmaz#sürgünadam#
( Çuvaldızı Kendime İğneyi Size... başlıklı yazı sürgünadam tarafından 8.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.