Bazen son yazım diye niyetlenirken.
Bazen en iyisini bu gün yazmalıyım
derken.
Bazense başlığını da ayarlayıp
koyayım yazının başına sonra da kuş gibi uçuverip göçeyim bu dünyadan derken…
Ama bana tanınan vakit sonlanmadan
böyle bir şeyi yapmaya ne aklım el veriyor ne de içim ve hala yaşamam
gerekenleri yaşayacağımı bilip sınandığıma vakıf ve elimden gelen tüm güçle
hayatıma ve kalemime sahip çıkıyorum elbette O’nun rızası ve izni ile…
Düşük cümle kurma ihtimalim yok hatta
çürük bile olmamalı yazdığım herhangi bir sözcük.
Veto ettiğim iç sesim günlerdir
üstüne üstük iç sesimin sürtük bir kedi gibi göğsümü tırmaladığı ve ayarını
yapamadığım o denklem ve de çöken mekanizma.
İfa ettiklerimden öte ifşa
edemediklerim.
İtiraz etme hakkım dahi yokken
yaşarken ve de yazarken elbet bir imla hatasına dahi tahammülüm yokken.
Tahammülsüzlüğüm tavan yapmışken ve
çevremdeki herkes tarafından sabrımın sınandığı ve az evvel annem demez mi?
‘’Olduğun yerde sayıyorsun.’’
Ve işte kıyametin başlangıcı olan o
somut ve de reaktif cümle üstelik çocukluğumdan beri yüzüme herkesin aralıksız
haykırdığı demek oluyor ki zamanda yolculuk yapmanın zamanıdır.
Kendimi bildim bileli hep sınandım ve
hep sınavlara tabi oldu her anlamda üstelik.
Okumanın verdiği mutluluk ve çalışkan
bir öğrenci olmam bile yetmedi çevremdekilere.
Yaramaz bir çocuktum ama aklı başında
bir öğrenci ve özellikle lisede iken matematikte ve fizikte özel ders aldım ve
her nasılda bu hep yüzüme vuruldu.
Benden hiçbir şeyi esirgemeyen ailem
ve öğretmenlerim ve ben üniversiteyi derece ile bitirdiğimi dahi fark etmedim
elime tutuşturulan derecem ve takdir belgemi ben nasıl görmezden geldim? Elbet
sebepleri vardı bunun çünkü kep giydiğim gün törene sadece annem gelmişti o da
ancak kısa süreliğine babamın yattığı yoğum bakım ünitesini bir süreliğine
bırakıp da ve ben hayatımın en mutlu gününde nasıl içime akıttım gözyaşlarımı.
Uzun bir süre ise kendimi hep
yetersiz gördüm öyle ki geri zekâlı olduğuma yürekten inanmıştım üstelik
İngilizce tedrisat ile eğitim veren kurumlarda almış olsam da diplomamı asla
kendimi zeki ya da başarılı olarak görmedim ta ki…
Ek olarak üniversitede okurken asla
tadını çıkarmadım üniversite hayatının.
Aklıma nereden estiyse işi gücü
bırakıp pedagojik formasyona kayıt yaptırdım ve ders esnasında elime tutuşturulan
bir testi baştan savma doldurdum ve ertesi gün elime bu sefer aldığı not
tutuşturuldu alkışlar arasında ve kâğıtta yazan o rakam: 131
Neyin nesiydi bu sahi?
Yaşım değil doğum tarihim değil sınıf
numaram hiç değil ve sorduğumda bölüm başkanım gülümseyerek yanıtladı:
‘’IQ’un kızım.’’
Üstün zekâlı olduğuma dair de bir
güncelleme yaptı profesör.
Ne yani, kendimi yirmi beş yaşına
yani o güne değin geri zekâlı görmüşken bendeniz ve bende ansızın hâsıl olan o
özgüven duygusu ve öyle bir gaza gelmiştim ki bölümü birincilikle bitirdim
ardından son hızla kendimi kampa alıp bu sefer yüksek lisansı derece ile
kazandım.
Bunlar başarı olarak addedilen
faktörler ve sunumlar ama hayatıma yansıma olumlu anlamda olmadı işte çünkü ben
de herkesten üstün performans bekliyordum elbet insan olarak.
İnsani özellikleriminse başında geldi
insan sevgim ve ben hep sevdim insanları:
En başta sınıf arkadaşlarımı sonra iş
arkadaşlarımı ve bir defa bile sorgulamadım sevilip sevilmediğimi çünkü ben
sevildiğime öylesine emindim ki.
Kısa geçiyorum burayı ve sayısız
sosyal gruba girip çıktım belki de herkesten çok fazla çünkü özellikle kariyer
yapmak adına girdiğim işlerde ve çalıştığım bankalarda en üst düzey mutluluğu
ve sosyalleşmeyi baz aldım ve tüm arkadaşlarıma kocaman bir yanlı yaptım içimi
sonuna kadar açıp da başıma gelmeyen kalmadı.
Evet, üstün zekâm öylesine mesai
yapmıştı ki ve ben çalışan en saf insan olarak tarihe geçtim.
En azından öğrencilerimin sevgisini
kazandım çalışma hayatımda ama o kadar kısa süreli mutluluklardı ki bunlar
sonuçta İngilizce öğretmeni olarak çalıştığım kurumlarda ya yönetim ile
takıştığımdan ya da mesai arkadaşlarımdan olumlu enerji almadığım için
nihayetinde de ücretli öğretmenlik yaparken bir de üstüne cepten harcadığım ve
işte atamam yapılacakken ansızın bir aksilik olup da MEB’den evraklarım geri
dönmüşken…
Basit bir hayatım mı oldu?
Belki evet belki hayır.
Ama ben hep zor bir insan olmayı
becerdim bir ömür.
Duygusallık had safhada ve zekâmla
çakışan hassasiyetin öyle ki duygusallığın aptallık olarak nitelendirildiği ve…
Tüm arkadaşlarıma gönülden bağlanmış
iken ve de hiç birinin karakterini analiz edemediğim için hep de iç dünyamı
açmışken sayısız sıkıntı yaşadım çalışırken belki de mutluluğu paylaşmada
bulduğum için ve ters tepen bunca şey duyguların ve zekânın bir arada infilak
ettiği.
Sözcüklerimse bir ömür ısrarla beni
beklemişken.
Bir ömür de susmaya mecbur
kılınmışken hatta şimdi de değişen bir şey yok.
Belki de genetik bir suskunluk payıma
düşen ve işte suskunluğumu yazarak giderdiğim.
Bir rötuşsa kalemin diviti.
Bir rövanşsa yazdıklarım bir ömür
yaşadıklarıma yansıttığım ve ben hala lisedeki o saf ve iyi niyetli ve de geri
zekâlı kızım işte üstün zekâlı olmama vesile olan belki de hayata sevgi ile
tutunmak adına kendimi ve zekâmı arka plana atıp da insan sevgimle tırmanmaya
çalıştığım o ulu çınar ve ben sevgimin de karşılığını buldum ve yazarak daha da
büyüdü bu sevgim. Adı mı?
Elbette İlahi Aşk…
Sevgimle…