Dişlerimin tekerlek izi yoksa
düşlerimin mi demeliydim ve sözcükler bozguna uğramış sessizlikse insanı
bozguna uğratmış…
Bir düş’ ün çeperinde yalpaladığım
bir de dişlediğim elmanın kan izinde ölümle oynaştığım ve tembel bir mevta
olmanın izdüşümünde varsa yoksa hayatı sorguladığım.
Bir minvalse dün.
Bir anıtsa gün.
Bir de enkazın tozu dumana kattığı ya
da tozun içinde kaldığı ve toz konduramadığım mutluluğa nasıl da uzak olduğum
su götürmez bir gerçek iken ve sulu sepken gözlerimde çağlayan ışıltının hüsrana
uğrattığı.
Göğün neferi mehtap suskun.
Kaygan zeminde s/üzülen yıldızların
tutulmuş nutkundan arakladığım bir imleç ya da şaşkın bir ünlem ve genzimi
yakan duman ruhun telaşla vücudu terk ettiği belki de tam tersi: az ileriye
gidip de ruhun bedene duyduğum özlem ve işte Araf’ta bestelenen nice hayat nice
gizem.
Bir renk.
Bir seda.
Semada saklı sevdalandığım hülya ve
rozetim kayıp indinde sağdıcımın solumda saklı aşkın yitik kelamı bitik selamı…
Şairler artık aşka koyulmadan ve
ruhlar kaybolmadan, esen rüzgâra atıfta bulunan semazen bulutlar kulvarında
öncü dününde adeta ölü gömücü aryalar kundaklanan…
Ey, insanlık.
Ey, güzel insanım.
Ey, güzel kalmaya baş koyduğum
yılların döngüsü ve zamanın merhalesi hele ki yok mu o kum saati…
Saatlerden kaç?
Günlerden ne?
Nabzını alamadığım bir nida ise
soluduğum ve sessizliğin rakımında ansızın kaybolduğum…
İşleyen sayaç nasıl da açgözlü.
Doymak bilmedi ölümün gerçek yüzü ve
o ölümcül sarsıntılar insan ikliminde saklı zamansız vedalar.
Mevsimden ırak mutluluk: mutluluktan
uzak nidalar ve süzgün edalar ve yalvaran gözlerle bakan karanlığın içinde
saklı simalar.
Sinyali duyulmayan ve siren sesleri
susmayan…
Ah, hazanım.
Ah, yurdum, evim, hanem, sıcak ocağım
ve kutsal topraklı can vatanım.
Bir armağansa yaşam eziyete mi
dönüşmeliydi bir gecede yitik selamın nabzını alamadığın yalnızlığın içimde
kalan ukdesi ve el ele veren insanlar ve aileler ve tüm sevdiklerimiz ansızın
göçen edilgen nameler seyrine doyum olmayan sema ayağımızın altından kalan
zemin ve dünya ve toprak…
Toprak mahsulleri ölümün, toptan göç
mevsimine eşlik eden yaralı nidalar ve dilinden yüreğinden Besmeleyi düşürmeyen
duaları ile hayata tutulan insanın, vatandaşım, kardeşlerim, yolcuların
eşliğinde bir yola baş koymuşken ansızın çöken yollar ve ansızın hâsıl olan
obruklar ve düşen kayalar ve kayan zemin ve çöken çatılar…
Hazırlıksız ölüme yakalanan on
binlerce insan ve yüz binleri bulan yaralı insanlar bir akis bir akış bir alkış
değil asla hınca hınç kaçışan ve Rabbine tutunan günlerce göçük altında kalıp
hayatta kalmak için kederiyle kaderiyle cebelleşen nicesi.
Niteliği ve niceliği ölüm.
Nidaları suskun.
Yarına namzet bir sunum ve dünde
kalan bir hacim aslında haczedilmiş aslında nakledilmiş aslında varken yok
edilmiş ve işte yoktan var eden yüce Huda ve melekler korurken masum canları ve
nice bedeni ve nice bebeği ve çocuğu ve kadını ver erkeği ve annesi ve babası
ve evladı ve komşusu ve halası ve dayısı ve kuzeni ve ninesi ve dedesi göçük
altında kalan ve kalorifer peteğinden damlayan su ile hayatta kalan.
Renkler solgun.
Hüzün serkeş.
Mevsim yaralı.
Kan izi katledilmiş bedenler ansızın
ölüme yakalanan ve de Rabbi ol dedi mi, günlerce aç susuz yaralı kurtarılmayı
bekleyen bedenler.
Duaların gücü ve doğanın tahribatı
aslında kaderin izi aslında kederin sesi aslında aslı astarı olmayan
hurafelerden uzak ve kadere yakın ve işte hayatı güncelleyen ve de vadesi
dolanlar.
Bir veda dahi edemeden gidenler ve el
ele hayatlarını yitirenler.
Annesi kayıp çocuğu yaralı.
Bedenler kaskatı ruhlar evhamlı hayat
geliş gidişlere şerh düşen ve de rest çeken bir endam ki bir eda ki bir veda ki
ansızın son bulan ve kumunu yitiren o kum saati.
Sözcükler yorgandan taşmış ruhlar
bedenden firarda.
Mevsim telaşlı insanlarsa düne talaş
döken.
Hüviyeti olmayan bedenler ve nefesini
acı içinde içine çekenler ve son kez dışa verenler.
Günler yaylım ateşine tutulmuş ve
gecenin sönük ferinde bir yitim bir yatır bir satır belki de kederin katır
inadı.
Ah, sayıklayan mevsim.
Ah, nidaları suskun şu yaralı neslin.
Bir şiir değil bir nesir hiç değil
bir hayatsa hiç ama hiç aslında hiçlik makamında yaşanan var olma savaşı
aslında nutku tutulan sırlarla dolu ayna iç bükey ve dış bükey ve soyut
gölgeler ansızın firar eden ve silik sözcükler kanla yıkanan ve evrenin neferi
umut ve yaşam iksiri sevgi ve işte yitip giden nicesi: ölüm hem yakın hem uzak:
binalar tuzak ve haneler, ailelerin sığındığı mabedi ve yuvası ansızın onlara
mezar olan…
Avutamıyorum artık kendimi.
Bir savunma mekanizması hiç değil.
Avurtları çöken çekincelerim ve ben
artık bende ve kendimde değilim çünkü ben bir bitimim bir yitimim ve ben
makamında sayıklamıyorum da ne adımı ne mutluluğu ve hayallerim soldu ansızın
ki bir anda solan ve sönen hayatların ve ateşin yanında ne ki benim eften
püften hayallerim ve şiirlerim ve hikâyelerim ne ki ansızın sonlanan hazin dolu
gerçek yaşam öykülerinin yanında…
Dünüm mü günüm mü yoksa bir içgüdü mü
solan…
Mevsim mi ırak yoksa ölü nefsim mi
hali hazırda bana tuzak…
Renkler solgun ve ben aslında her
birimiz neferiyiz acıların ve umuda dair yolculukların çoğu nasıl da bir gecede
son buldu.
Kader böyle buyurdu ve rıza gösterdi
madem ve işte matemle son bulan masallar.
İçime kapandığım ömrüm henüz bitmedi
henüz sonlanmadı benim hikâyem ama söndü ateş sustu evren ve melekler korudu
masum bedenleri ve yaralı ruhları ve semazen yürekleri Rabbim korudu ve O,
mademki ‘’ol’’ dedi ve işte geldi ölüm vakti ve işte geldi mucizevi
kurtuluşlarla nice insan beklenmedik anda hayata döndü kurtarıcıları yine insan
ve Allah’ın izniyle bedenler ölüme yakınken dirildi ve nasıl da dingindi deprem
altında kalan depremzedeler nasıl da ümitle ve heyecanla ve yaşama sevinci ile
bakıyorlardı gözlerine kurtarma ekiplerinin ve kurtarıcılarının elbette gerçek
kurtarıcıları yine ve sadece Allah iken…
Verdiğimiz kayıpların ve ebediyete
intikal eden tüm depremzedelerimize Allah’tan rahmet diliyorum ve de tüm
yaralılarımıza acil şifalar ve geride kalanlara sabır diliyorum.
Başın sağ olsun can memleketim,
sevdalandığım Türkiye’m…