M. NİHAT MALKOÇ
Mısır seferi sonrasında elde
ettiği zaferle halifeliği Abbasilerden alıp Osmanlı'ya kazandırarak Osmanlı
devleti içerisinde şahsına münhasır bir yer teşkil eden Yavuz Sultan Selim,
tarihimiz içerisinde adından saygıyla söz edilen büyük bir şahsiyet abidesidir.
Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii'nde
yapılan bir törenle, son Memluk halifesi III. Mütevekkil'den
halifeliği devralmıştır. Kutsal toprakları Osmanlı sınırlarına kattığı zaman
oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal
beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı)
ilân etmiştir.
Tarihte
"I.
Selim" olarak da bilinen Yavuz Sultan Selim10 Ekim 1470’te babasının
sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Sultan II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları
Beyliği hükümdarı Sultan Alaüddevle
Bozkurt Bey'in kızı Gülbahar Hatun'dur. Sultan Selim diğer Osmanlı padişahları gibi
iyi bir manevî eğitimden geçmiştir. Yavuz
Sultan Selim deyip de geçmemek lâzım. O, Osmanlı'nın en büyük padişahları
arasında en önde gelenlerdendir. Osmanlı devletinin en görkemli dönemlerine
şahit olan Yavuz Sultan Selim, aynı
zamanda Osmanlı'nın ilk halifesi olarak da tarihteki eşsiz yerini almıştır. Bu
şerefli unvan, onun büyüklüğüne büyüklük katmıştır. O, Bizans(Doğu Roma)
saltanatına son vererek çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan Mehmet’in torunudur. Yavuz
Sultan Selim dokuzuncu Osmanlı padişahı, aynı zamanda ilk Türk İslâm
halifesidir.
Trabzon Valiliğinden saltanata giden uzun ve çileli yol
Yavuz
Sultan Selim'in tespit edilebilen ilk görevi Trabzon Sancakbeyliği'dir. Bu
görevde 24 yıl boyunca kalmıştır. Buraya 1487'de gelmiştir. Trabzon'a gelirken
Çok sevdiği annesi Gülbahar Hatun'u da yanında getirmiştir. Zaten annesi
Gülbahar Hatun'un mezarı da Trabzon'da Atapark mevkiinde kendi adına yapılan
caminin avlusunda bulunmaktadır.
Yavuz Sultan
Selim'in, bugünkü anlamda söylemek gerekirse valilik yılları ona idarî anlamda
çok şey kazandırmıştır. Buradayken
özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir mesele teşkil
edecek olan Şah İsmail'in faaliyetlerini dikkatle takip etmiştir. İzlenimlerini
payitaht merkezi olan İstanbul'a bildirmiştir. Bununla da kalmamış Gürcü
kralına yönelik seferde bulunmuş, bu seferde zaferle dönmüştür. Babası II.
Bayezid bu seferin başarılı neticelenmesinden memnun olsa da Şah İsmail'le fazla sürtüşmemesini, düşman kazanmamasını
oğluna tavsiye etmiştir. Fakat bu tavsiyesi pek işe yaramamıştır. Çünkü görünen
o ki Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'le mücadeleyi
hiç bırakmamıştır.
Sert mizacının yanında mütevazı bir
kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, halifeliği Osmanlıya getiren
padişahtır. 29 Ağustos 1516'da hilafet makamı, onun sayesinde Abbasilerden
Osmanlı’ya geçmiştir. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii'nde yapılan bir
törenle, son Abbasi halifesinden “Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn” ( Mekke ve
Medine'nin hizmetkârı) unvanını devralmıştır. O, İslâm ümmetinin 88. halifesi
olarak kayıtlara geçmiştir.
I. Selim, gözünü budaktan sakınmayan yiğit bir
padişahtı. Yavuz Sultan Selim tahtta kaldığı sekiz yıllık kısa zaman içerinde Osmanlı'nın
2.375.000 kilometre kare olan toprağını 6.557.000 kilometre kareye
yükseltmiştir. Meşhur şeyhülislâm ve tarihçi Kemâlpaşazâde (1468-1534) Yavuz
Sultan Selim’i şöyle anlatır mısralarında: “Az
zaman içre çok iş etmiş idi, sayesi olmuş idi âlem-gîr,/Şems-i asr idi, asırda şemsin, zılli memdûd olur
zamanı kasır;/ Tâc ü tahtıyla fahr eder
beyler, fahr ederdi anınla tâc ü serîr.” Bu ifadeleri günümüz Türkçesine
çevirdiğimizde şu mânâ çıkıyor ortaya: (Az zamanda çok işler başarmıştı, gölgesi
bütün cihanı tutmuştu. 0 padişah ikindi güneşi gibi idi, bu vakitte güneşin
gölgesi uzun, ömrü kısa olur. Beyler, taç ve tahtlarıyla övünürken, taç ile
taht bizzat onunla övünürdü).
Yavuz Sultan Selim mala mülke ve
makama değer vermeyen iyi bir Müslüman'dı.
Sultan Selim'in gayesi, Müslümanları ve İslâm devletlerini bir bayrak
altında toplamaktı.
Aşağıdaki mısraları bu ulvî gayesini ortaya koymaktadır: "Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi,/Kuşe-i
kabrimde dahi bi-karar eyler beni/Müttehidken savlet-i a'dayı def'a
çaremiz,/İttihad etmezse millet da'dar eyler beni."
Günümüz Türkçesi şöyledir: "Milletimin ayrılma bölünme endişesi,/Mezarımda dahi rahatsız eder beni/Saldırgan
düşmanlara karşı birleşmek iken çaremiz,/Birlik olmazsa, kızgın
demirle dağlanmış gibi yanarım."
Hakikat odur ki I. Selim padişahlığı
süresince gecesini gündüzüne katarak çalışmış, Osmanlı'nın idaresinde çıtayı
yükseltmiştir. Anadolu'da birliği sağlayan Yavuz, İpek ve Baharat Yolu'nu ele
geçirerek ticarette etkin bir konuma gelmiştir. Bu da huzuru ve refahı
beraberinde getirmiştir. O, sekiz yılda seksen yıllık iş yapmıştır. Zaman onun
devrinde adeta genişlemiştir. Seferden sefere, zaferden zafere koşmuştur. Bu
mühim seferler ve zaferler arasında şunları sayabiliriz: "Çaldıran Zaferi, Doğu
ve güney sınırlarındaki önemli kale ve şehirlerin fethi, Mısır Seferi, Mercidabık
Zaferi, Ridaniye Zaferi, Hilâfetin Osmanlıya getirilmesi, İdarî düzenlemeler ve
ıslahat çalışmaları; Askerî alanda modernleştirme çalışmaları, Donanmayı güçlendirme, İmar ve iskân faaliyetleri, İlmî-edebî
çalışmalar..."
Yavuz Sultan
Selim, şairlerin de şiirlerin de sultanıdır.
Osmanlı
padişahları çok yönlü insanlardı. İyi birer devlet adamı oldukları gibi, iyi de
sanatkârdılar. Birçok Osmanlı padişahı şiire ve edebiyata gönül vermiştir.
Bunlar arasında II. Murad "Muradî", Fatih Sultan Mehmet
"Avnî", II. Bayezid "Adlî", III. Selim "İlhamî",
I. Ahmed "Bahtî", Kanunî Sultan Süleyman ise "Muhibbî"
mahlasıyla usta işi şiirler yazmıştır.
Şiire ve
edebiyata gönül veren Osmanlı padişahlarından biri de Yavuz Sultan Selim'dir. O
şiirlerinde "Selimî" mahlasını kullanmıştır. Osmanlı padişahları arasında sert bir mizaca sahip olan Yavuz, aslında naif
bir gönül adamıydı. Güçlü bir siyasî iktidarı elinde tutmasının yanında, edebî
iktidarı da tescil edilmişti. O, sadece Osmanlı cihan devletinin değil, aynı
zamanda kelimelerin de sultanıydı. Gönül sultanlığını tahtlardan ve taçlardan
daha üstün tutardı. "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" adıyla
kıymetli bir eser kaleme alan edebiyat tarihçimiz Nihat Sami Banarlı onu şöyle
anlatır: “Yavuz’un şiir
sanatına vukufu ve o çağlarda şiir söylemeyi mümkün kılan umumî bilgisi ve
edebî kültürü hakkında, onun Farsça Divanı bize kâfi bir fikir verebilecek
mahiyettedir. Bu küçük divanı dolduran ince, hisli şiirlerde duygu unsuru
derecesinde bilgi, görgü ve tefekkür unsurunun da kuvvetli bir hissesi vardır.”
Osmanlı padişahlarının
birçoğu gibi Yavuz Sultan Selim de ilme ve âlime çok değer vermiştir. Onları el
üstünde tutmuştur. Kendisi Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen bir padişahtı.
Öte
yandan Yavuz, Osmanlı sultanları arasında Farsça divanı olan tek padişahtır.
Küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek
fen ilimlerini de öğrenmiştir. Hafızası
çok güçlü olan Yavuz Sultan Selim, aynı zamanda bir satranç ustasıdır.
Yavuz Sultan Selim'in Türkçe
şiirleri Farsça şiirlerine nazaran daha azdır. Onun aksine, şiirdeki
rakiplerinden Şah İsmail, Anadolu halkını etkileyebilmek için "Hatai"
mahlasıyla Türkçe şiirler yazmıştır. Bazı rivayetlere göre Yavuz da İran
halkını etkilemek için şiirde Farsçaya ağırlık vermiştir. Sehi
Çelebi, Selim Han’ın şairlik yönünü anlatırken: “Şiirleri âşıkane ve
merdanedir. Şayet padişahlık etmeyip halkın, ileri gelenlerin ve memleketin
işleri ile uğraşmak yerine gönül rahatlığıyla tamamen şiire yönelseydi, her
tarafta meşhur olan Hüsrev-i Dehlevi’nin şiirleri onunkiler yanında, okunma
hakkına sahip olacak kabiliyette olmazdı” demiştir. Tanzimat edebiyatının hürriyet şairi Namık
Kemal, Yavuz Sultan Selim'in şairliği için “Sultan Selim, benim zannımca
asrının en büyük şairidir” ifadesini kullanmıştır.
İyi bir şair
olan Yavuz Sultan Selim aynı zamanda hayata geniş pencerelerden bakan bilge bir
insandı. O, kendini zahirî ve batınî ilimlerde çok iyi yetiştirmişti. Onun
birbirinden kıymetli sözleri zihinlerimizi süslemektedir. Bunlardan bir kısmını
paylaşmak istiyorum: "Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.",
"Haine cesaret veren merhamet, zulme yakındır.", "Devletleri
yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar.", "Biz bunca
meşakkate alkış uğruna katlanmadık, halis niyetimiz rızayı ilâhîdir.", "Âlimlerin
bindiği atın ayağından üstümüze sıçrayan çamur şerefimizdir.", "Ben
Allah'ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için zırh
giydim, kılıç kuşandım!", "Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga
imiş/ Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş…"
Haliç'i temaşa
eden manevî bir sığınak: Yavuz Sultan Selim Camii ve Külliyesi
İstanbul'un yedi tepesinden
beşincisinin üzerine kondurulmuş bir abide olan Yavuz Sultan Selim Camii, Yavuz
Sultan Selim Külliyesi içerisinde bulunan bir şaheserdir. İstanbul’da XVI. yüzyılda Kanûnî Sultan Süleyman
tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılan söz konusu
külliyenin içinde Sultan Selim'e, Hafsa Sultan'a
ve şehzadelere ait türbeler, mektep, tabhane(matbaa), imaret ve hamam
bulunmaktadır. Külliyenin imaret ve hamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Külliyenin cami, tabhâne, türbe, mektep ve
imaretinin, o sıralarda mimarbaşı olan Acem Ali tarafından, hamam ve
kervansarayın da Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Cami
ve külliye Fatih ilçesinin Yavuzselim semtindeki
Çukurbostan denilen Bizans açık su haznesi yanında, Haliç’in dik yamaçları
üzerindedir. Caminin, cümle
kapısındaki Arapça kitabeye göre, 929 Muharrem'inde (Aralık 1522'de) Yavuz Sultan
Selim’in emriyle yapılmış olduğu yazılıdır.
İstanbul'un en güzel camilerinden biri olan Yavuz Sultan Selim Camii, ihtişamlı görünüşüyle İstanbul'un yedi selâtin camisinden biridir. Bu hâliyle gözlere ve gönüllere huzur katmaktadır. "Vakfiyesinde minber, mihrap, minare ve şadırvanlı olarak belirtilen Yavuz Sultan Selim Camii, büyük kubbesi ve birer şerefeli iki minaresiyle tabhâneli camilerin son örneğidir. Kesme küfeki taşından inşa edilen yapıda yer yer bazı kemerler ve bazı kısımlarda kırmızı taş kullanılmıştır. Klasik üslûptaki iç avlu üç kapılıdır ve kubbeli bir revakla çevrilidir. Mermer döşeli avlunun ortasında bir şadırvan bulunur. Cami plan olarak daha çok Edirne Beyazıt Camii’ne benzemektedir. İki tarafında dörder odalı tabhâneleri vardır. Tek kubbesi duvar içine gizlenmiş dört büyük kemer üzerine oturur. Minareler avlu yan duvarları ile tabhânelerin birleştiği köşelerdedir." (İslâm Ansiklopedisi c. 37, s. 514)
Caminin kuzey ve doğusundaki dış
avlusu muhteşem bir Haliç manzarasını temaşa et(tir)mektedir. Caminin iç
avlusuna üç kapıdan da girilebilmektedir. İç avludaki kubbeli ve sekiz mermer
sütunlu şadırvan klasik Osmanlı mimarisinin görülmeye değer bir örneğidir. Öte
yandan caminin son cemaat mahallinin pencerelerinin üzerinde bulunan çini
panolar muhteşemdir. Son cemaat yeriyle birlikte avluyu 18 sütun ve 22 kubbe
çevirmektedir.
Beşinci tepede sonsuzluğu solumak yahut
Yavuz Sultan Selim Han Türbesi
Osmanlı'nın
ilk halifesi Yavuz Sultan Selim, son olarak Ordu-yu Hümayun'la Edirne seferine
çıktı. Fakat 22
Eylül 1520'de Tekirdağ ilinin Muratlı ilçesine
bağlı Sırt köyünde “şirpençe(aslan pençesi)” denilen bir çıban yüzünden
henüz 50 yaşındayken vefat etti. Daha sonra cenazesi
İstanbul’a getirildi ve Fatih Camii’nde Zenbilli Ali Efendi tarafından namazı
kılınarak Çukurbostan yanındaki bu mevkide defnedildi. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
Yavuz Sultan
Selim'in türbesi oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1516-1522 yılları
arasında Fatih’te Haliç’e hakim olan bir tepede inşa edilmiştir. Külliyenin
kıble yönündeki haziresinde yer alan bu türbede, kıbleye göre en sağda olan
sanduka Yavuz Sultan Selim’in sandukasıdır. Bu türbenin yanında bulunan
benzer mimari özellikleri bulunan öbür türbede ise, Kanunî Sultan Süleyman’ın
küçük yaşta ölen kızları ve şehzadeleri metfundur. Külliye haziresinde
Kanunî'nin annesi Hafsa Sultan'ın mezarı da yer almaktadır.
Yavuz Sultan Selim’e ait türbe,
Sultan’ın şanına yaraşır bir sanat eseridir. Kapısı, pencere kapakları ve türbe
içindeki ahşap parmaklığın sedef işlemeleri harikuladedir. Türbede Yavuz
Sultan Selim’in sandukasının üzerinde örtülü bir kaftan vardır. Bu kaftanın
hikâyesi oldukça ibretlidir: "Mısır seferi, Osmanlı tarihinde bir
padişahın katıldığı en uzun süreli sefer-i hümayundur. Mısır fethedilip
İstanbul’a dönülürken Adana civarına gelindiğinde ordu şiddetli bir yağmura
yakalanır. Ortalık çamur deryasına dönmüştür. O bölgede konaklama kararı
verilir. Ertesi gün yolculuğa devam edilir. Sultan Selim Han, devrinin büyük
ilim adamlarından Kemal Paşazade ile sohbet ederek yol almaktadır.
Bir ara Kemal Paşazade’nin atı tökezler ve atın ayağından
sıçrayan çamur, padişahın kaftanını kirletir. Kemal Paşazade son
derece mahcup olmuştur. Yavuz Sultan Selim, bu büyük ilim adamını mahcup etmemek
için hizmetçilerine der ki: "Bana yeni bir kaftan getirin ve bu elbisemin
üzerindeki çamurları da sakın temizlemeyin! Âlimlerin atının ayağından sıçrayan
çamur, bizim için kıymetlidir. Ben öldüğüm zaman bu kaftanımı, sandukamın
üzerine örtersiniz."
Bu cihana Yavuz Sultan Selim gibi
Hakk ve hakikat dostu cesur bir padişah geldi. Çıktığı seferlerdeki
yiğitliğiyle göz doldurdu. Hakk uğruna
ölümü göze aldı. Tahtta kaldığı sekiz yıllık süreye seksen yıllık işler sığdırdı;
sonra da henüz ellisindeyken sessizce bu dünyadan çekilip gitti. Onun ölümü
üzerine Yahya Kemal "Selimname" adlı o abidevî şiirini yazdı. Bu
şiirde Yavuz Sultan Selim'i yere göğe sığdıramadı. Yazımı bu şiirden aldığım
beyitlerle sonlandırmak istiyorum: "Eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür/Gûş-ı
cihâne velvele-i bâl ü per gelür//Devr-i fütûhu Sûr-ı Sirâfîl müjdeler,/Hak’tan
nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür//Ebvâb-ı Ravza-i Nebevî’den firiştegân,/Cibrîl’i
gördüler nice demdir gider gelür//Derk ettiler ki merkad-i pâk-i Muhammed’e,/Rûhu’l-Kudüs’le
Arş-ı Hudâ’dan haber gelür//Rûy-i zemîni tâbi-'i fermânı kılmağa,/Sultan Selîm
Han gibi bir şîr-i ner gelür."